Orams Davası ve KKTC'nin Geleceği

Doç. Dr. Birol ERTAN

İngiltere"de devam eden Orams davasının seyri konusunda birçok yazı yazıldı, birçok yorum yapıldı.

 AB"nin bir organı olan ATAD"ın (Avrupa Toplulukları Adalet Divanı) davanın seyrini etkileyebilecek bir kararı ile birlikte tartışmalar yeniden hızlandı. ATAD kararına göre, Rum mahkemelerinin aldıkları karar, diğer AB üyesi ülkelerde de geçerli olmalıdır. Orams davası konusunda İngiliz mahkemesi, nihai kararını önümüzdeki günlerde verecektir.


Kıbrıs konusunda AB organlarının Rumlardan yana karar vereceğini bir türlü anlamak istemeyen, AB"nin Kıbrıs konusunda Rum tarafı ile birlikte hareket ettiğini ve edeceğini kabullenmekte direnen bir kısım AB sevdalısı, İngiltere"deki bir dava sonucu aleyhimize alınacak bir kararı yok oluş, tükeniş ve yolun sonu olarak gördüğünü kulaklarımıza haykırmaya başladı. Peki, İngiltere"de sürmekte olan bir davada alınacak bir karar, Kıbrıs Türklerinin özgürlük ve bağımsızlık mücadelesinden vazgeçmesini gerektirecek ölçüde önemli bir olay mıdır? Gelin, bu soruya yanıt bulmaya çalışalım.


İngiltere"deki Orams davasının bu aşamaya getirilmesinin sorumluları ayrıca tartışılmalıdır. Ancak, bu davada KKTC aleyhine alınacak olası bir kararın, Kıbrıs Türklerinin adadaki varlığı ve KKTC"nin geleceği açısından ne gibi sonuçlar getireceğini, biraz daha geniş kapsamlı olarak irdelemekte yarar vardır.


Kıbrıs sorununu yalnızca hukuksal bir sorun olarak değerlendiren ve uluslararası alandaki her türlü hukuksal gelişmeyi AB"ye teslim olmak için bir vesile olarak görmeye çalışan teslimiyetçi yaklaşıma asla boyun eğmeyelim. Kıbrıs adasında mevcut sorun, Rumların bütün adayı egemenlikleri altına alarak Yunanistan"a bağlamak istemesi, Kıbrıs Türklerini yok etmek için harekete geçmesi üzerine ortaya çıkmıştır. Bu somut gelişmeler nedeniyle bugün KKTC bayrağı altında yaşıyoruz. Vatandaşlık hakları karşılığında devletinden, özgürlüğünden, bağımsızlığından, kendi kendinin efendisi olmaktan vazgeçmeyi kafasına koymuş olan teslimiyetçi felsefe, her gelişme karşısında çığlıklar atarak teslimiyeti savunmaya devam ediyor. Teslimiyetçilerin oyunları bir türlü değişmiyor. Ancak, zaferi teslim olanlar değil, her zaman direnenler ve savaşanlar kazanıyor.


Orams davasının aleyhimize olumsuz sonuçlandığını düşünerek davanın sonucunu hukuksal, ekonomik, siyasal ve Kıbrıs sorunu açısından genel olarak değerlendirelim. AB organlarının KKTC"yi yok sayması, KKTC topraklarını "işgal" (!) bölgesi olarak değerlendirmesi ve adada "egemen varlık" olarak Rum Yönetimini görmesi yeni bir olay mıdır? Elbette ki, hayır. Bu nedenle, gerek hukuksal anlamda, gerekse de uluslararası hukuk açısından bu davanın yeni bir durum yaratmayacağını kabul etmek durumundayız. Peki, o zaman bu teslimiyet çığlıkları niye ?


Ekonomik açıdan düşünüldüğünde, Orams davası, KKTC"deki AB üyesi ülke vatandaşların (Anavatan Türkiye dışındaki diğer ülke vatandaşlarını da buna dahil edelim) mülk edinmeleri üzerinde olumsuz etki yaratabilecektir. AB üyesi yabancı ülke şirketlerinin KKTC"deki yeni yatırımlarının da bundan olumsuz etkileneceğini söyleyebiliriz. Ancak, şurasını bilelim ki, KKTC ekonomisini AB üyesi ülke vatandaşlarının mülk talepleri ya da bu ülke şirketlerinin yatırımları döndürmüyor. Üstelik, bu karar sonrasında KKTC"de mülk sahibi olan herkesin Rum tarafına rahatça gelip gidişi engelleneceğinden, geçişlerden kaynaklanan ekonomik kayıpların da önleneceği gözlerden kaçırılmamalıdır. KKTC ekonomisi, Anavatan Türkiye"nin desteği ve yardımları ile ayakta kalmaktadır, bundan sonra da kalacağından kimsenin şüphesi olmasın. Adaletsiz AB Adalet Divanı kararından sonra Anavatanla ekonomik bütünleşme sürecinin hızlanması olasılığı, teslimiyetçileri endişelendirmiş olup bir an önce Rumlara ve AB organlarına koşulsuz teslimiyeti savunmaya başlamaları da rastlantı değildir.


Orams davasındaki aleyhte bir kararın iki kesimin (KKTC ve GKRY) yakınlaşmasını, birbirlerine güvenini, karşılıklı ekonomik etkinliklerini kökünden etkileyeceği açıktır. Ayrıca, Kıbrıs Türklerinin ve KKTC yetkililerinin AB organlarına hiçbir konuda güven duymaması gerektiği de açıkça ortaya çıkacaktır. Bu durum, iki tarafın da birleşme görüşmelerine son vererek adada iki egemen devletin varlığını uluslararası topluma kabul ettirmek konusunda yeni fırsatlar yaratabilecektir.


Atalarımızın "her işte bir hayır vardır" sözünü unutmamak gerekir. Bugün için aleyhimize sayılan bir gelişme, uzun dönemde bizler için yaşamsal sayılabilecek çok olumlu sonuçlar yaratabilir.