Değişik ülkelerde değişik zamanlarda siyasette tıkanıklıklar yaşanmış, bazıları bu sıkıntıları reformlar, sorumlu politikacılar ve akıllıca çözümlerle aşarken, bazı ülkelerde sistemde değişim ve dönüşüm öylesine ani ve hızlı yaşanmış ki büyük devrimler ortaya çıkmış. Fransız devrimi, Ekim devrimi, Çin devrimi gibi örnekler, siyasette ortaya çıkan tıkanıklığın normal yollarla aşılamaması ve eski siyasetçilerin ve yöneticilerin yozlaşmışlığının ürünü olarak ortaya çıkmıştır.
Peki, siyaset deyince ne anlatmak istiyoruz? Siyaset kavramı ile bir ülkeyi ya da toplumu kimlerin nasıl yönettiğine ilişkin süreci anlatmak istiyoruz. Eğer bir ülkede kurumları yönetemeyecek kadar aciz siyasetçiler ve yöneticiler varsa, siyasetin bittiği, savaşın başladığı noktada buluruz kendimizi. Savaş, siyasetin bittiği yerde başlar. Savaşın bittiği yerde de siyaset başlayacaktır.
Son 20 yılda dünyada yaygın olarak ortaya çıkan küresel bir kriz, siyasetçiler ve yöneticiler ile kitlelerin arasının açılması, siyasetçiye ve yöneticilere olan güvenin azalması oldu. Bunun başlıca iki nedeni, bir yandan kitlelerin bilinçlenmesi, diğer yandan da kitle iletişim araçlarının gelişmesi ve yaygınlaşması sonucu her olayın kısa zamanda bütün toplum tarafından öğrenilir noktaya gelmesidir. Diğer yandan, demokrasilerde kitlelerin ve tek tek seçmenlerin öneminin artması, sistemde yeni siyasal katılım mekanizmalarının oluşmasına kaynaklık etti. Bu durum, siyasetçilerin ve yöneticilerin eskisi gibi rahat olamayacağı, yetersizliklerinin ve başarısızlıklarının hesabının sorulacağı yeni sistemler yarattı. Böyle olunca, siyasetçiler ve yöneticiler, eskisi kadar rahat ve sorumsuz davranışlar göstermeyecekleri bir dönemde kendilerini buldular.
Peki, siyasetçi ve yönetici, hala sorumsuz davranmaya, kitleleri umursamamaya, eşinin ve dostunun işlerini yaparken sıradan vatandaşın işlerine kayıtsız kalmaya devam ederse ne olacak? Bugün dünyada yaşanan siyasal krizi, işte bu noktada ortaya çıktı.
Bugün demokratik ülkelerde hükümeti, hükümetin denetimindeki bürokrasiyi, kamu sektöründeki yöneticileri, kamu ekonomisinin ağırlığının bulunduğu ülkelerde ekonomiyi siyasetçiler yönlendiriyor. Siyasetçiden beklenen performans görülemeyince, ilk seçimde yeni siyasetçiler ve siyasi partilere şans veriliyor. Bu süreç sonunda da çözüm bulunamayınca, kitlelerin siyaset ve siyasetçiden umudu tükeniyor ve bireysel kurtuluş formülleri arayışı gündeme geliyor. Böylesi bir toplum, herkesin kendisini kurtarmaya çalıştığı, işbirliği ve güven kültürünün yok olduğu, insanların birbirine omuz vurup geriye atarak ilerlemeye çalıştığı paranoid siyasal kültürün oluşmasını ve kökleşmesini beraberinde getiriyor. Sonuç ise o ülkede azgelişmişlik ve yozlaşmışlıktır.
Siyasetçi ve yönetici, ülkesinde adım adım gelen bu tehlikeyi fark etmiyorsa, nepotizm batağına saplanmışsa, parti içi iktidar savaşımında enerjisini tüketiyorsa, siyaseti bir yalan fabrikasına dönüştürmüşse, o ülkede umutlar tükeniyor demektir. Umutlar tükenince, kitlelerin siyaset ve siyasetçiye güveni ortadan kalkar. Sonunda kaybeden, ülke, siyaset, siyasetçi ve genel olarak o ülkede yaşayan herkes olur. Kimse kimseye güvenemez, her alanda kalitesizleşme yaşanır, adaletsizlik yaygınlaşır ve kökleşir, hukuk yozlaşır, iktidar yolsuzluklara boğulur, ülke insanı devletine ve halkına olan güvenini yok eder.
Bir ülkeyi bu hale getirenler, bunun sorumluluğunu üstlenmeseler de sonuçlarına ister istemez katlanacaklardır. Birçok ülkede devrimler, bu bedellerin ödenmesidir.
Bu güzel ülkede vatandaşın birbirine güvenmediği, herkesin diğerini rakip gördüğü, siyasetin yozlaştığı, siyasetçinin güvenilmez bir figür olduğu, devlete olan güvenin azaldığı geri dönülmez bir süreçten uzak durmak için bazılarına özel görevler düşmektedir. Onlar, kendilerini çok iyi biliyorlar. Bizden hatırlatması!