TÜRKİYE - İSRAİL SAVAŞI ÇIKAR MI?

Doç. Dr. Birol ERTAN

 

 

Gerçekleri yazmak her zaman sanıldığı  gibi kolay değildir. Perde arkasında gerçekleşen olaylar ile küresel ve bölgesel güçler tarafından alınan kararların halk tarafından doğru biçimde anlaşılması hiç kolay değil. Günümüz koşullarında devletler arasındaki savaşların gizli servis faaliyetleri ve gizli anlaşmalar yoluyla yürütüldüğünü biliyoruz. Bu nedenle, gerçekleşen birçok olayı önceden kestiremediğimiz gibi, yaşanan gelişmeler sonucu ortaya çıkan olayları da perde arkasını bilmediğimiz için doğru biçimde yorumlayamayabiliyoruz. Bu yazıda, dünyadaki son gelişmeleri açıklamak için perde arkasındaki planları deşifre eden bir çerçeve içinde basit bir fütüroloji (gelecek tahmini) yapmaya çalışacağım. 

2011 yılında bir anda gerginleşen Türkiye-İsrail ilişkilerini yalnızca Mavi Marmara krizine bağlamak, olayların perde arkasını bilmeyenlerin sığınacağı bir kolaycılık olabilir. Türkiye ve İsrail'i karşı karşıya getiren olaylar, özellikle son 10 yılda Orta Doğu üzerine kurulan küresel planlarla çok yakından ilgilidir. İşin özü, dünya yeniden kuruluyor ve bu yeni dünya düzeninde her ülke kendi konumuna göre yeni bir kamplaşma atmosferinde kendini bulmak üzere. 

21. yüzyılda küresel güçlerin yeni bir kamplaşma koşulları yaratacak projeleri hızla gündemi belirlemeye başladı. Orta Doğu coğrafyasının yeniden yapılanması temelinde başlayacak bu gelişmeler, zaman içinde Afrika ve bütün Asya coğrafyasının yeniden şekillenmesine doğru uzanacak. Bu yeni şekillenmede eski yöntemler ve eski ittifakların yerini yenilerinin alması da kaçınılmaz gibi görünüyor. 

 

Küresel güçler deyimini kullanarak, elbette dünyanın tek bir kamp tarafından bütünüyle kontrol edildiği ve ileride de böyle olacağını iddia etmiyorum. Ancak, bugün için dünyayı biçimlendirmeye çalışan ve yeni küresel planları yaşama geçirmek için start vermiş güçlü bir küresel gücün olduğu kesin. Bu küresel güç, ABD-İngiltere merkezli bir güçtür ve bu gücün bugün için kontrol edemediği çok az sayıda ülke ve bölgesel yapı bulunmaktadır. Bu durumun gelecekte de böyle olacağını iddia etmiyorum, tersinin ortaya çıkacağına da inanıyorum. Ne var ki, bugün için gerçek, ABD-İngiltere merkezli küresel gücün dünyayı yeniden biçimlendirmek için düğmeye basmış olduğudur. 

Küresel güç odağı, dünya yeniden çok kutuplu bir yapılanmaya dönüşmeden acele etmek ve projelerini hızla yaşama geçirmek için çalışmalarını yoğunlaştırmıştır. Yeniden yapılanma projesinde Orta Doğu'nun seçilmesi ne kadar tesadüf değilse, ileride bu projenin Afrika coğrafyasına ve Asya'nın bütününe yayılacağı ve  özellikle enerji merkezlerinin bütünüyle kontrol edileceği de o kadar tesadüf olabilir. 

Peki, yeni dünya düzeninde küresel ekonomik, siyasal ve toplumsal yaşamı değiştirmeye yönelik projenin ana hatları ve bu yeni projenin gereklilikleri nelerdir? İşte, sorulması gereken soru budur. 

Soğuk Savaşın iki buçuk kutuplu (bağlantısızları yarım kutup kategorisinde değerlendiriyorum) dünyasında dünyanın ekonomik, siyasal ve toplumsal açıdan yeniden yapılandırılması için olanak bulamayan bugünkü küresel güç odağı, 21. yüzyıla girmeden bu olanağı yakalamış, kısa süreli bir şaşkınlıktan kurtulduktan sonra da yeni bir dünya düzenini inşa etmek için 21. yüzyıla girmeden projelerini yaşama geçirmeye başlamıştır. Bu yeni küresel projelerin ana hatlarını biraz sonra açıklayacağım. Küresel projelerin ana hatlarından önce, bu projenin içinde değerlendirilmesi gereken gelişmeleri kısaca hatırlayalım.

11 Eylül saldırısı ile yeni dünya düzeni projesinin altyapısının hazırlanması

Afganistan ve Irak'ın işgal edilmesi

Orta Doğu ayaklanmaları

küresel ekonomik kriz

 

Bu dört gelişmeyle bağlantılı olarak projenin devamında neler olacağı da açıktır.

Libya'nın paylaşılması

Suriye'de iktidarın devrilmesi

İran müdahalesi ile İran'ın işgali

Orta Doğu'da bütün diktatörlüklerin yarı-demokratik rejimlere dönüştürülmesi

Afrika projesinin başlatılması

Çin ve Rusya ile fiili ve ekonomik mücadele

Tek Kutuplu ve Tam Kontrollü Yeni Dünya Düzeni

Yeni küresel projenin adım adım yaşama geçeceğini ve iddia ettiğimiz gibi gelişeceğini zaman içinde daha iyi göreceksiniz. Peki, bu süreçte Türkiye-İsrail Savaşı da nereden çıktı diyeceksiniz ?
Bekleyin.

 

Soğuk Savaş yapılanmasında İsrail'in militarist gücü ve diktatörlük rejimleri ile Orta Doğu'yu yöneten küresel güç merkezi, yeni dönemde ve küreselleşme koşullarında bu rejimlerin meşruiyetlerini yitirdiği ve kırılgan rejimlere dönüştüğünü görmüştür. Arap dünyasının ve birçok ülkenin İsrail karşıtı duygular beslemesi nedeniyle küresel güç merkezinin sınırsız İsrail destekçiliği de küresel planların başarılmasında engel olmaya başlamıştır. Bu gerçekler ışığında yeni dünya düzeni, Orta Doğu coğrafyasında İsrail'i stratejik bir unsur olmaktan çıkararak diktatörlükleri yarı-demokratik rejimlere dönüştürmeye, bu dönüşüm sürecinde de bölgeye Türkiye modeli uygulamaya karar vermiştir. Türkiye üzerinden yürütülecek bu projenin başarılabilmesi için İsrail'e yönelik tepkilerin de kullanılması amacıyla Türkiye ve İsrail arasında kontrollü gerginlik yaratılmasının nedeni de budur. Yeni dünya düzeninin ilk ayağı olan Orta Doğu projesinde Türkiye, model bir ülke olarak seçilmiş olup bölgenin Müslüman ülkelerine ve diğer coğrafyalardaki  gelişmekte olan ülkelere Türkiye modeli dayatılacaktır. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yaratılan Japonya mucizesi, 21. yüzyılda Türkiye mucizesi biçiminde yeniden üretilecektir. Ayrıca, bu süreçte Türkiye'nin küresel bir güç odağı haline getirilmesi için her türlü olanak kullanılacaktır. Bu doğrultuda gelişmelerin bugünden yaşanmaya başladığını görüyoruz.  

Yeni dünya düzeninde İsrail'in ikinci plana itilmesinin ekonomik dayanağı da yok değildir. Dünya ekonomisini yönlendiren ABD'de iki büyük güç merkezi vardır. Bir tarafta, büyük ölçüde Yahudi grupların denetiminde olan borsa, finans ve banka sermayesi bulunmaktadır. Karşı tarafta ise küresel güçlerin dünya egemenliğini sağlayan silah sektörü, dünya ekonomisini kontrol eden enerji-petrol sanayi ve küresel ticaret burjuvazisi bulunmaktadır. Banka ve borsa oyunları ile finans-kapitale dayalı hale getirilmiş dünya ekonomisi, küresel üretimin Çin'e kayması ve Rusya gibi kontrol edilemeyen enerji merkezlerinin yeni bir küresel güce dönüşme riskleri nedeniyle ciddi biçimde istenmeyen bir noktaya doğru sürüklenmektedir. Bu durumu tersine çevirmek için kontrollü küresel krizler ile borsa-banka sermayesine dayalı finans kapital güçsüzleştirilecek ve silah sanayi, enerji ve özellikle petrol sanayi ile ticaret burjuvazisi güçlendirilecektir. Bu nedenle de Afganistan ve Irak savaşları çıkarılmıştır. Bu savaşların altyapısını hazırlamak için finans-kapitalin merkezine küresel bir terör saldırısı (!) düzenlenmiştir.  Bundan sonra da yeni çatışmalar, gerginlikler ve savaşlar kapıdadır. Bu süreçte banka ve borsa sermayesini elinde tutan çoğunluğu Yahudi kökenli bankerin ve finans sektörünün etkisizleştirilmesi gerekmektedir. Bunun ilk adımı da bu güçlerin  sembolik gücü olan İsrail'in yıpratılması ve güçsüzleştirilmesidir. Süreç, bu yönde ilerlemeye devam etmektedir. 

 

Dünyayı yeniden şekillendirme planında İsrail'in rolü küçültülürken, Türkiye'nin rolü  vazgeçilmez bir model ülke noktasına taşınmaktadır. Bu süreçte Türkiye-İsrail gerginliğinin çıkarılması tesadüf sayılabilir mi? 

İlerideki günlerde Türkiye'nin Orta Doğu ve Afrika coğrafyasında daha etkin olacağı, Filistin devleti tartışmaları ile İsrail'in yıpratılma ve güçsüzleştirilme yoluna gidileceği, bu süreç içinde Türkiye ve İsrail ilişkilerinin gerginleştirilmeye devam edileceği görülecektir. İki ülkenin savaş noktasına gelmesine ise küresel güçler tarafından izin verilemez. Bunun nedeni, gelişmekte olan ülkeler için ve Orta Doğu coğrafyası için model ülke seçilen Türkiye'nin savaş atmosferine sokularak etkisizleştirilmesi ve güçsüzleştirilmesinin düşünülemeyecek olmasıdır. Bu nedenle, ilişkiler ne kadar gerginleşirse gerginleşsin, gelişmelerden Türkiye-İsrail savaşı bekleyenler, avuçlarını yalayacaklardır. 

Bu süreçte fırsatçı davranarak Türkiye ile ilgili problemlerini İsrail ve güzsüzleştirilmeye başlayan Türkiye karşıtı kesimlere yaslanarak çözmeye çalışan Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Ermenistan ve Sırbistan gibi ülkeler olacaktır. Bu ülkelerin fırsatçılıklarından bir sonuç elde etmeleri söz konusu olamayacağı gibi, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin Akdeniz'deki son hamlesi ile KKTC'nin uluslararası toplum tarafından kabulüne giden yolu açtığı da görülecektir.

Gelişmeleri bu çerçevede değerlendirdiğinizde her şey çok net ve anlaşılır değil mi?