Türkiye’de son günlerde Atlantik Ötesine bağımlı güçler ile Tayyip Erdoğan hükümeti arasındaki çekişmenin ardında, Türkiye’nin Atlantik ittifakından ani bir kopuşunun gerçekleşme olasılığının artması ve bunun neredeyse bir zorunluluk noktasına doğru sürüklenmesi gerçeği yatmaktadır.
***
Türkiye’de son haftalarda MİT krizi ile gündeme gelen gelişmeleri iktidar içi geçici güç savaşı olarak görüp bir kenara bırakmanın, bundan sonra yaşanacakları tahmin edebilmeyi zorlaştıracağını ve daha da önemlisi, ilerideki günlerdeki gelişmeleri görmezden gelmekle eş anlamlı olacağını düşünüyorum. Perde arkasındaki mücadeleyi bilmeden değerlendirmeler yapanları bir kenara koyuyorum, ancak perde arkasında neler döndüğünü bildiği halde küresel güçlerin kulaklarını çekmesinden çekinerek topu taca atmanın dürüstçe bir tavır olmadığını da hatırlatmak istiyorum.
Son günlere gelinceye kadarki gelişmeleri (zamanlama sıralaması yapmaksızın) alt alta sıralayalım.
· İsrail, MİT Müsteşarlığı’na Hakan Fidan’ın atanmasından rahatsızlık duyduğunu, Hakan Fidan’ın İran’a yakın olduğunu yüksek perdeden dillendirdi.
· Mavi Marmara olayında Atlantik Ötesinde konuşlanmış güçler İsrail yanında tavır alırken, Erdoğan liderliğindeki Hükümet ise İsrail’e karşı ödün vermez sert bir tavır sergiledi.
· İsrail’in bütün perde arkası girişimlerine ve ABD’nin devreye girmesine karşın, Erdoğan iktidarı, İsrail ile temas kurmayı reddetti.
· Erdoğan Hükümeti, İran’ın barışçıl amaçlarla nükleer enerjiden yararlanma hakkını savundu ve bu konuda Brezilya ile arabuluculuk rolüne soyundu.
· Hükümet, kış aylarında olmamıza rağmen, İran ve Azerbaycan doğalgazına güvenerek Rusya ile doğalgaz anlaşmasını iptal edecek noktaya kadar geldi. Bu dönemde, İran’a Atlantik Ötesi ambargolar gündeme gelirken Hükümet, bu ambargolara uymayacağını yüksek sesle dillendirdi.
· Suriye konusunda Hükümet ve Atlantik Ötesi güçlerin aynı paralelde politikalar yürüttüğü sanılsa da Türkiye Hükümeti, Suriye sorununun dış müdahaleye olanak vermeden çözülmesi için ciddi bir çaba harcadı. Bu noktadan sonra ise Suriye politikasında uyumlu görünerek ilişkilerin kopmasını önlemeye çalışıyor.
· Suriye’de yakalanan bazı Türk güvenlik elemanlarının (kurumları yıpratmamak için isim vermiyorum) takas edilmesi çerçevesinde bazı Suriyeli muhalif askerler iade edildi. Güvenlik elemanlarının Suriye’de yakalanması da gizli bir plan çerçevesinde mi gerçekleşti diye düşünmeden edemiyorum.
· Türkiye, Rusya ile ticaret hacmini genişleten çeşitli anlaşmalar imzaladı.
· Çin’in müstakbel lideri, İrlanda ve ABD’den sonra üçüncü ülke olarak Türkiye’ye beraberinde yüzden fazla Çinli yatırımcı ile ziyarette bulundu.
· Bütün bunlar yaşanırken, Rusya ile nükleer santral yapılması konusunda anlaşmalarda son noktaya gelindi.
Bu gelişmelere, ekonomik verileri de ekleyelim.
· Geçici dış ticaret verilerine göre, 2011 yılında 240 milyar dolarlık ithalata karşılık, 135 milyar dolar ihracat yapıldı. Türkiye, 2011’de yıl 135 milyar dolarlık ihracatın 14 milyar dolara yakınını Almanya'ya yaparken, Irak ve İngiltere’ye 8’er milyar dolardan fazla, İtalya’ya 8 milyar dolara yakın ihracat yaptı. Türkiye’nin Rusya'ya ihracatı 6 milyar doları geçerken, ABD'ye ihracat ise 4,5 milyar dolarda kaldı. İran'a ihracat ise 3,5 milyar doları geçti.
· Türkiye'nin 240 milyar dolarlık ithalatında en büyük pay, 24 milyara dolar ile Rusya Federasyonu ile oldu. Almanya'dan ithalat 23 milyar dolar, Çin'den 22 milyar dolara yakın, ABD'den ise yalnızca 16 milyar dolar ithalat gerçekleştirildi. 20011’de İran'dan ithalat 12,5 milyar dolar olurken, Fransa'dan 9 milyar dolar, Hindistan'dan 6,5 milyar dolarlık ithalat gerçekleştirildi.
Bu rakamlar, Türkiye’nin ticaret ortakları olarak Rusya, Çin, Almanya, Irak, İran’ın başat rol oynamaya başladığını gösteriyor. Özellikle petrol ve doğalgaz konusunda Rusya ve İran’a bağımlılık, Türkiye’nin gelecek hesaplarında bu ülkelerin dış politikalarıyla uyumlu olmayı zorunlu hale getirmeye başladı. Bu durumda, ABD ve Batı bloğunun güven kaybı karşısında Türkiye, kendisine hem ekonomik, hem de siyasal ve diplomatik olarak yeni ortaklar bulmaya başladı.
Bütün bunları neden anlatıyorum. Biraz sonra öne süreceğim iddia, hepinizde “Hadi Canım Sen De” dedirtecek de ondan. Aşağıdaki iddiamı peşinen reddetmeden önce, yukarıdaki verileri ve saydığım olayların art arda gelişmesini bir daha okuyun.
Türkiye’de son günlerde Atlantik Ötesine bağımlı güçler ile Tayyip Erdoğan hükümeti arasındaki çekişmenin ardında, Türkiye’nin Atlantik ittifakından ani bir kopuşunun gerçekleşme olasılığının artması ve bunun neredeyse bir zorunluluk noktasına doğru sürüklenmesi gerçeği bulunmaktadır.
Türkiye’nin Atlantik güçlerinden ani kopma gösterme ihtiyacı içine girmesinin nedeni ise yeni bir dünyanın kurulmaya başlamasıyla ilgilidir. ABD’nin İsrail’e koşulsuz desteği, Irak’ın İran ile yakınlaşması, Rusya’nın yeniden küresel bir figür olarak ortaya çıkması, Türkiye’nin ticaret ve enerjide Rusya ve İran’a bağımlılığı, Çin-Rusya-Hindistan-Almanya bloğunun yeni bir küresel taraf olarak ortaya çıkmaya başlaması ve Avrupa Birliği hayallerinin ortadan kalkması; Türkiye’yi yeni stratejiler oluşturmaya doğru ister istemez zorlamaktadır.
Türkiye’de Atlantik Ötesi güçler ile Tayyip Erdoğan hükümetinin bundan sonra daha sert ve açık biçimde karşı karşıya gelebileceğini, özellikle Türkiye’nin İran, Rusya ve Çin’e yakınlaşmasının bu süreci daha da hızlandıracağını düşünüyorum.
Bu iddialarıma, “Hadi Canım Sen De !” deyip geçmeyin. Bu çok iddialı sıra dışı makaledeki fikirleri bir yerlere not edin. İlerideki günlerdeki yeni gelişmeler karşısında şaşırıp kalmayın.