Okuyucuları baştan rahatlatan bir hatırlatma yapmak istiyorum. Bu yazıda, okuyucuyu filozofların ve düşüncelerinin anlaşılması zor kuramsal dünyası içine sokmayacağım. Hatta, hiçbir kaynaktan yararlanmayarak akademik olmayan bir makale yazacağıma söz veriyorum. Böylesine önemli konuları, kavramlar ve kuramlar içinde anlaşılmazlık bataklığına sürükleyerek okuyucudan uzaklaştırmamak için gösterdiğim bu çabanın siz değerli okurlarımız tarafından takdir edileceğine eminim.
*******
“Devrim” kavramı, özellikle Soğuk Savaş öncesinde Türkiye gibi ülkelerde çok tehlikeli ve lanetli kavramlardan birisiydi. Yalnızca Türkiye değil, başta Avrupa’nın gelişmiş ülkeleri olmak üzere muhafazakâr ve liberal dünya görüşünü destekleyen yöneticiler ve rejimler açısından devrim, lanetli bir kavram olmakla kalmadı, devrimcilerin de sık sık başları ezildi, çok ağır baskılarla sindirildiler.
Devrimlere yönelik şüpheci bakışlara ve devrimcilere yönelik ağır baskılara karşın, 21. yüzyıl, devrimler yüzyılı olmaya adaydır. Özellikle 21. yüzyıl başlarında başta Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da meydana gelen halk ayaklanmaları, (ne kadar kontrol edilip yanlış yerlere yönlendirilseler bile) devrimci bilinç ve hareket için ipuçları vermiştir.
Devrim, mevcut ekonomik, siyasal ve toplumsal düzeni köklü, ani ve geniş kapsamlı biçimde farklılaştıran değişim ve dönüşüm süreçleridir. Bu açıdan, Fransız Devrimi, Çarlık döneminde Rusya’da yaşanan Leninist Ekim Devrimi ya da Maoist Çin Devrimi geçmişte yaşanan devrim örnekleri olarak verilebilir. 20. yüzyılda Devrimler Çağı’nın ürünü olan sosyalist ülkeler, 21. yüzyılda sessiz biçimde rejimlerini değiştirirken, Küba ve Kuzey Kore gibi birkaçı ise hala direnmeye devam ediyor.
Önemli Sorular ???
· Önümüzdeki yıllarda yeniden devrimler çağı yaşanabilir mi?
· Bu gerçeği gören küresel güçlerin devrimleri önlemek için bazı çalışmalar yaptıkları doğru mudur?
· Dünyada yeni bir kamplaşma ortamı yaşanırken, bu gelişmeler yeni bir devrimler çağını tetikleyebilir mi?
Yukarıdaki sorular, 21. yüzyılın küresel gündemini belirleyecek önemli yanıtlar içermektedir. Öncelikle, ABD öncülüğündeki küresel güçlerin ani biçimde Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da halk hareketlerini etkileme ve yönlendirmeye dönük çalışmalarının anımsanması gerekir. Kırılgan rejimler haline gelen ve her an bir halk hareketi ile devrimci bir dönüşüme uğrayabilecek rejimler, yapay dış müdahaleler ile yönlendirilerek daha sağlam rejimlere dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Bunda ne kadar başarılı olabileceklerini ise tarihsel gelişmeler gösterecektir.
Türkiye’de Devrim
Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması ile onun mirasından kurulmuş genç bir cumhuriyettir. Türkiye Cumhuriyeti’nin imparatorluk mirası üzerinden kurulması, onun bir devrim olmadığı anlamına gelmez. İmparatorluğun küllerinden doğan Türkiye, tek partili bir Cumhuriyet olarak gerçekleştirdiği köklü siyasal, ekonomik ve toplumsal hızlı değişimler ile devrimci bir dönüşümün bütün niteliklerini fazlasıyla içeriyordu. Kurtuluş Savaşı sonrası kurulan Türkiye Cumhuriyeti, imparatorluk mirasından doğan devrimci bir dönüşümün sonucunda kurulmuştu. Bu açıdan da Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna, Türk Devrimi ismi verilmiştir.
Türkiye’deki ikinci büyük değişim, siyasal bir dönüşümdür ve çok partili yaşama geçilmesi ile başlar. 1946 yılında ilk çok partili seçimler yapılmış ve 1950 seçimlerinde siyasal iktidar, seçim sonucunda el değiştirmiştir. Türkiye’nin çok partili siyasal yaşamı, 1960 askeri darbesi ile kesintiye uğramış, 1961 Anayasası sonrasında da 1971 ve 1980 askeri darbeleriyle bu kesintiler sürmüştür. 1983 sonrası çok partili yaşama yeniden geçen Türkiye, aradaki bazı sivil-asker çekişmelerini dışarıda tutarsak, bugünlere kadar gelmiş durumdadır. Bugün ise Türkiye, Başkanlık rejimi tartışmaları ile yeni bir siyasi değişim süreci içine girme noktasındadır.
Türkiye, çok partili yaşama geçiş sürecinden bu yana, hiçbir dönemde siyasal bir devrime yakınlaşan bir ülke olmadı. Devrimci hareketler, çok sert biçimde bastırıldı ve devrimci bir dönüşümde rol oynayabilecek bütün siyasi oluşumlar yasaklandı. Aradaki askeri darbeler de devrimci güçler ve örgütler üzerinde kalıcı tahribatlar yarattı. Bu süreçte Türkiye, ileriye dönük devrimci bir halk hareketini yaşama aşamasına hiçbir zaman yakınlaşamadı.
Türkiye’nin bir asırdır devrimci bir dönüşüme yakın olmaması; uluslararası dengelerin, bölgesel jeo-politik gerçeklerin, ülke koşullarının, ülkedeki demokrasi-örgütlenme deneyimi yoksunluğunun ve sınıf bilincinin gelişmemesinin sonucudur. Bu konuda tarihsel ya da kuramsal bir tartışmaya girecek değilim. Ancak Türkiye, 21. yüzyıla gelinceye kadar bir asır boyunca devrimci bir değişime hazır olmadı. Bu vurguyu yapmamın nedeni ise 21. yüzyılın ikinci onyılında Türkiye’nin devrimci bir dönüşüme tarihinde olmadığı kadar yakınlaşmış olmasıdır.
Dünya Değişiyor
21. yüzyılın ikinci onyılından başlayarak dünyada yeni bir bloklaşma-kamplaşma ortamı yaratılması için yeni koşullar kendisini dayatmaktadır. Bir yanda küresel ekonomik kriz gibi tetikleyici etkiler, diğer yanda ise yeni emperyalist yöntemler ile (Afganistan, Irak ve Libya gibi) bağımsız ülkelerin işgal edilmeye başlaması, dünyada mevcut dengeleri değiştirecek sonuçlar yaratmaya başlamıştır.
ABD ve AB ülkeleri derin bir küresel kriz içine girmişken, Rusya’nın enerji kozuyla hızla toparlanıp yeniden bölgesel ve daha da önemlisi küresel bir güç noktasına gelmesi, Çin’in ucuz emek gücünü kullanarak küresel üretimi ve dünya ekonomisini kontrol etmeye başlaması, küresel dönüşümün ipuçlarını vermektedir. Diğer yandan, AB içinde Almanya’nın Rusya ve Çin bloğuna yakınlaşması karşısında İngiltere’nin AB’den uzaklaşma sinyalleri vermesi, Fransa’nın ABD’nin yeni tetikçisi kimliğiyle yeni bir küresel rol kapma uğraşısı çerçevesinde Almanya’dan uzaklaşması, AB rüyasının sonunu getireceğe benziyor. Bu süreç, dünyada yeni bir kamplaşma-bloklaşma ortamını kaçınılmaz hale getirmektedir.
Türkiye, Devrime Yakındır
Dünyadaki hızlı değişim ve dönüşüm sürecinde ulusal çıkarları ile Rusya-Almanya-Çin bloğuna yakınlaşması kaçınılmaz görünen Türkiye’nin bölgedeki jeo-stratejik önemi nedeniyle ABD-İngiltere öncülüğündeki küresel gücün Türk siyasal sistemine açık müdahalesi görüldü. Türkiye’de değişim ve dönüşüme öncülük yapması beklenen güçler, yeniden dizayn edildi. Bunlar arasında siyasi partiler, sendikalar, medya, silahlı kuvvetler ve iktidar eliti üzerinde ciddi bir müdahale yaşandı. Bu müdahale, Türkiye’nin farklı bir kampa kaymasını engellemeye dönük bilinçli ve planlı hareketlerdi ve bu süreç hala işlemeye devam ediyor.
Bir ülkede eşyanın tabiatından gelen değişim ve dönüşümü engellemek mümkün değildir. Bunun ertelenmesi ve bir süre daha eski durumun devam ettirilmesi söz konusu olabilir, ancak bir ülkenin ulusal çıkarları aleyhine uzun süreli olarak dışarıdan yönlendirilmesi ve yönetilmesi söz konusu olamaz. Bunu, tarihsel örneklerden görmekteyiz.
Türkiye, güçlü kurumsal yapılarının darmadağın edilmesi nedeniyle “devlet olarak” rejim değişikliğine daha açık hale gelmiştir. Bu durum, Türkiye’nin devrim dönemine girdiği anlamına gelir. Bu konuyu biraz açalım.
Yeni Türk Devrimi Geliyor mu?
Türkiye’de rejim değişikliğini engelleyebilecek en güçlü örgütsel yapı, TSK idi. Bugün TSK, mevcut siyasal sistemin mağduru durumuna getirilmiştir. Bu durum, ülkedeki değişim ve devrim sürecine direnecek en güçlü yapının yok edildiği anlamına geldiği için Türkiye, devrime dünden daha yakındır.
Türkiye, son 10 yıllık iktidar elitinin yönetimi ile gelir dağılımı uçurumu açısından tarihinin en kötü dönemindedir. Her geçen gün dolaylı vergiler yoluyla bu uçurumun derinleştiği, geniş halk kesimlerinin yoksullaştırılğı, yolsuzlukların rutinleştiği bir noktaya sürüklenmiş olan Türkiye’de her düzeyde adam kayırmacılık, partizanlık ve nepotizmin yaygınlaşmıştır. Bu nedenlerle, Türkiye’de köklü değişim ve devrim için bütün koşulların gerçekleşmiş olduğu anlaşılmaktadır.
21. yüzyılın ikinci onyılı başlarında Türkiye’de geniş halk kesimlerinin iktidardan beklentileri ile iktidarın bunları karşılama oranı arasında öylesine geniş bir açıklık ortaya çıkmıştır ki, bu durumun “devrimci bir gedik” açarak mevcut sistemi tehdit etmeye başladığını görmemek olanaksızdır.
Kısacası, bugün Türkiye, tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar devrimci bir dönüşüme açık ve hazırdır. Bu devrimin hangi yönde ve ne zaman olabileceği konusunu ise başka bir makaleye bırakmakta yarar vardır.