Uluslararası Strateji ve Güvenlik Araştırmaları Merkezi (USGAM) için hazırlamış olduğum “Türkiye’yi Kuşatan Güçler” yazı dizisinde Fransa’nın ve Almanya’nın “Güçlü Türkiye”korkusunu, İngiltere ile son dönemde yakınlaşan dış politikayı, Rusya Federasyonu’nun ve Çin’in Türkiye ile sancılı ilişkilerini incelemiştik. Dizinin ilk beş makalesinde, bu ülkelerinTürkiye politikalarını belirleyen başlıca dinamikleri belirlemeye çalıştım. Bu makalede ise Türk-Amerikan ilişkilerini ele alacağım.
Türk-Amerikan ilişkilerinin tarihi, dünya hakimiyeti için her ülkeyi ve aracı kullanmaktan çekinmeyen küresel bir gücün (ABD); jeo-strateik önemi giderek artmış, ancakbağımsızlığını korumayı geçmişte çok da beceremeyen gelişmekte olan bir ülke (Türkiye) arasındaki ilişkiler biçiminde gelişmiştir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Trablus Antlaşması ve 1801’de ABD’nin Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan etmesi gibi ilişkilerde soğukluklar yaşanmıştır. Osmanlı mirasını devralan Türkiye Cumhuriyeti ve ABD ilişkilerinde ise başlangıçta sorunlu ilişkiler yaşanmıştır. Türk Kurtuluş Savaşı’nda ABD, işgalci güçler içinde yer almış olup Karadeniz sahilindeki bazı illerimiz ABD gemilerince bombalanmıştır. İlerleyen süreçte ise iki ülke ilişkileri beklenenden fazla yakınlaşmıştır.
Türk Amerikan İlişkilerin Kısa Tarihi
II. Dünya Savaşı'ndan sonra Türk-Amerikan ilişkileri artan bir ivmeyle gelişmeye başlamıştır. Özellikle Soğuk Savaş yıllarında Türkiye, ABD’nin sıkı bir müttefiki olmaya özen göstermiştir. Bunun nedeni, Stalin'in Türkiye'den toprak talebi ve bun karşı ABD’nin Truman Doktrini ile Türkiye gibi ülkelere yaptığı yardımlardır. Türkiye’nin Kore Savaşı'ndaABD cephesinde Güney Kore’nin yanında savaşa katılması, daha sonra 1952’de NATO'ya dâhil olması ve CENTO gibi ABD güdümlü bölgesel birliklerin içinde yer alması, Türk-Amerikan ilişkilerinde yakınlaşma yaratmıştır. Bunun sonucu olarak, 1954’de ABD'nin Adana-İncirlik Hava Üssü kurulmuştur. Soğuk Savaş yılları, Türkiye’nin ABD ile yakınlaşmasında en etkili dönem olmuştur denilebilir (Türk-ABD ilişkilerinin kısa tarihi için bakınız ; http://tr.wikipedia.org/wiki/ABD-T%C3%BCrkiye_ili%C5%9Fkileri).
Kıbrıs Barış Harekâtı’ndaki ambargo ve haşhaş krizinde iki ülke ilişkileri gerilmiştir. Amerikan silah ambargosunun 1978 yılında ABD Kongresi'nin bir kararıyla kaldırılması, 12 Eylül dönemi ve Turgut Özal iktidarıyla birlikte iki ülke ilişkileri yeniden güçlenmeye başlamıştır. I. Körfez Savaşı sırasında daha da güçlenen Türk-Amerikan ilişkileri, ABD'nin 1 Mart Tezkeresi'nin TBMM tarafından kabul edilmemesi ile yeniden soğuk bir dönem yaşasa da Afganistan ve diğer konularda yakın işbirliği, iki ülke ilişkilerinde kopuş yaşanmamasında etken olmuştur. AK Parti iktidarıyla Türk-Amerikan ilişkilerindeki yakınlaşma çabaları daha da geliştirilmiştir.
Türk-Amerikan İlişkilerinde Kırılmalar
Türk-Amerikan ilişkilerinde geçmişte haşhaş krizi, Kıbrıs Barış Harekâtı, bunlara bağlı silah ambargosu ve 1 Mart Tezkeresi gibi ilişkileri gerginleştiren durumlar yaşansa da bunlar, iki ülke ilişkilerinde bir kopma yaşanmasına neden olmadı. Ancak birkaç önemli konu, iki ülke ilişkilerinde sorun oluşturmaya devam ediyor. Bunlar, şöylece sıralanabilir: AsılsızErmeni İddiaları, PKK Terörüne yönelik destekte isteksizlik, Süleymaniye Baskını, ABD’nin Türkiye dış ve iç politikasına müdahaleleri ve ABD’nin bölge politikalarıdır. Bunları sırasıyla inceleyelim.
1. ABD’nin Ermeni Israrı
ABD’de her yıl nakarat gibi yinelenen asılsız Ermeni iddiaları konusunda iç politikaya dönük Kongre çalışmaları, iki ülke ilişkilerini her an gerginleştiren bir unsur olmaya devam ediyor. 10 Ekim 2007’de ABD Temsilciler Meclisi Dışişleri Komisyonu, 1915 olaylarını sözde soykırım olarak nitelendiren tasarıyı kabul etmiş, ancak bu süreçten somut bir karar çıkarılamamıştır. Temsilciler Meclisi tarafından kabul edilse bile Senato’da takılan ya da bazen Başkan tarafından veto edilen asılsız Ermeni iddiaları konusunda “soykırım” nitelemesine dayanan tasarılar, Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinde kırılmaya yol açabilecek kadar önem taşımaktadır. Bu konu o kadar sıradan hale gelmiştir ki, her yıl tekrarlanan oyun nedeniyle bu hamlelerin ABD’nin Türkiye’yi köşeye sıkıştırma taktiklerinden birisi olarak kabul edilmeye başlamasına neden olmakta ve Türk-Amerikan ilişkilerini gerginleştirmektedir.
2. PKK Terörü
Türkiye, 1980 öncesinde Asala aracılığıyla yürütülen Ermeni terörünü sona erdirmesine rağmen, 1980’lerde bir başka bölücü terör hareketiyle karşı karşıya kalmıştır. Terör örgütü PKK, dış güçlerden aldığı çeşitli destekler ile Türkiye Cumhuriyeti’nin özellikle Güneydoğu bölgesinde terör hareketlerine başlamış ve bunu günümüze kadar taşımıştır. Türkiye, ayrılıkçı terör konusunda ödün vermeden mücadele etmiş, bazen doğru, bazen yanlış, bazen de eksik politikalarına rağmen ülkenin bölünmesine izin vermemiştir.
Bugün geldiğimiz noktada terör örgütü, ABD işgaline uğramış olan Irak’ın ABD kontrolündeki Kuzey Irak bölgesinde serbestçe faaliyet göstermekte, büyük kısmı Kuzey Irak bölgesinde yer alan Kandil gibi terör kamplarında faaliyetlerini kolayca sürdürüp Türkiye’ye geçerek terör eylemleri gerçekleştirmektedir. ABD’nin Irak işgali sürecinde terör örgütünün güçlenmesi ve Irak’ta yer alan terör kamplarına Türkiye’nin kara harekâtına soğuk bakması nedeniyle ABD’ye yönelik kuşkular artmıştır. Bu durum, iki ülke ilişkilerini kaderini belirleyecek ölçüde önemlidir. İleride Türk-Amerikan ilişkilerinde bir kopuş yaşanırsa, bunun nedeninin terör örgütüne yönelik ABD’nin el altından verdiği destek ya da göz yumma olacağı söylenebilir.
3. Süleymaniye Baskını
Temmuz 2003’de Amerikan işgali altındaki Irak’ın Kuzey bölgesinde yer alan Süleymaniye’de bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarına Amerikan askerleri ve Kuzey Irak Kürtsilahlı milislerinden (peşmergeler) oluşan bir grubun baskın yaparak Türk askerlerinin başlarına çuval geçirmesi, iki ülke ilişkilerinde bir soğukluğa yol açmıştır. Kriz, diplomatik yollardan aşılmıştır, ancak bu olayın Türk halkı tarafından kolay unutulmayacağı söylenebilir.
4. ABD’nin Türk dış ve iç politikasına müdahaleleri
Türkiye’de birçok askeri darbenin arkasındaki güç olduğu anlaşılan Amerikan gizli servisleri, Türkiye’nin dış politikasının bütün çizgilerini belirlemeye çalıştıkları gibi, iç politikaya yönelik müdahalelerde de bulunmaktan çekinmemişlerdir. Siyasi partilerden sivil toplum örgütlerine kadar her konuda Türkiye’nin iç işlerine karışmakta sakınca görmeyen ABD’nin Ankara Büyükelçileri arasında Hükümete akıl verme noktasına gelenler bile olmuştur. Bu durum, Türkiye’de gerek iktidar partileri, gerekse de muhalefet odakları tarafından tepkiyle karşılanmaktadır. ABD’nin gizli ve açık müdahaleler ile Türkiye’nin iç ve dış politikasına müdahale etmesine, ileride iktidarların olduğu kadar muhalefet partilerinin ve halkın serttepkisiyle karşılanacağı açıktır. Bu durumun iki ülke ilişkilerinde soğukluk yaratacak bir alan olduğu unutulmamalıdır.
5. ABD’nin bölge politikaları
Türkiye’nin Avrupa’yı ve Asya’yı birbirine bağlayan jeo-stratejik konumu ve bulunduğu bölgenin enerji geçiş hatlarından birisi olması, ABD’nin Türkiye üzerine planlarınınyoğunlaşmasına neden olmuştur. Bu süreçte ABD’nin Türkiye’nin dış ve iç politikasına egemen olmaya ve müdahale etmeye dönük çalışmalar bir yana, bölgede Türkiye’yi ABD’nin bir aktörü gibi kullanma çabası, iki ülke ilişkilerinde daha çok yakınlaşma yaratabileceği gibi, ani kopuşlara da neden olabilir. Özellikle İran gibi komşu ülkeler konusunda Türkiye’nin politikalarına açık müdahaleler içine girilmesi, Türkiye’yi bölgede bağımsız bir unsur olmaktan uzaklaştırmaktadır. Bu durum da Türkiye’nin komşularıyla ilişkilerini olumsuz biçimde etkilemektedir.
ABD’nin Türkiye’yi bölge politikalarında bir üsse dönüştürme çabası, füze kalkanı gibi komşu ülkelere yönelik tehditlere açık bırakması, buna karşın Türkiye’nin bu ülkelerle ilişkilerinde yalnız bırakılması, iki ülke ilişkilerinde ileride soğuklaşma ve belki de kopma yaratabilecek gelişmelerdir.
Türk-Amerikan İlişkilerinin Geleceği
Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceği okunurken, ABD’nin dünya ve özellikle bölgemize yönelik politikalarına daha kapsamlı bakılması gerekir. ABD’nin küresel politikalarının mimarlarından birisi olan Zbigniew Brzezinski’nin önemli kitabı “Büyük Satranç Tahtası”nda, Türkiye üzerine değerlendirmeleri dikkat çekicidir. Brzezinski’ye göre, bugün Avrasya Balkanlarında süren mücadele, üç komşu ülke arasındadır: Rusya, Türkiye ve İran (Zbigniew Brzezinski, Büyük Satranç Tahtası, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2005, sy.190). Brzezinski, “Türkiye Avrupa yolunda ilerlemeye devam ederse, Kafkas devletleri de Avrupa yörüngesine yönelecektir” iddiasında bulunmaktadır. Ayrıca Brzezinski, istikrarlı ve bağımsız Güney Kafkasya ve Orta Asya’yı desteklemek için Türkiye’nin desteklenmesi gerektiğini ve bu durumun da Türk-Amerikan ilişkilerinde stratejik ortaklığı desteklediğini ileri sürmektedir (Brzezinski, sy. 278).
ABD politikalarının Orta Doğu’ya ilişkin mimarı ve CIA Türkiye Masası eski şefi olan Graham Fuller’in Türkiye’ye ilgisi bilinmektedir. Fuller, Türkiye üzerine bir dizi kitap kaleme almıştır. Bunlardan birisinin adı, “Yükselen Bölgesel Aktör : Yeni Türkiye Cumhuriyeti”dir. Fuller’e göre, son yirmi yıldır Türkiye’de son derece önemli değişiklikler olmakta ve Yeni Türkiye Cumhuriyeti, uluslararası politikadaki rolünü tanımlamaya devam ederken ufukta daha fazla değişiklikler belirdiğinden kimsenin kuşkusu yoktur (Graham Fuller, Yükselen Bölgesel Aktör : Yeni Türkiye Cumhuriyeti, Timaş Yayınları, İstanbul 2008, sy. 9). Bu değerlendirmesiyle Fuller, Türkiye’ye önümüzdeki dönemde daha fazla rol biçildiğinin öngörüsünü yapmaktadır.
Fuller’in kitabındaki bir başka değerlendirme ise ilginçtir : “Gelecek ne getirirse getirsin, bir şey kesindir: O eski, öngörülebilir ve sadık Amerikan müttefiki olan Türkiye, artık tarihe karışmıştır.” Graham Fuller’in bu öngörüsü, Türkiye’nin ulusal çıkarları ile ABD’nin küresel ve bölgesel çıkarlarının çatışması ihtimalinin kabul edilmesi ve Türkiye’nin bu durumda bağımsız bir politika izlemesinin kaçınılmaz olacağı öngörüsüdür.
Brzezinski ve Fuller gibi diğer stratejistlerin Türkiye’nin bölgede artan önemi ve jeo-stratejik konumu nedeniyle bölgesel bir güç olma yoluna gideceği konusundaki öngörüleri, Türkiye’nin akıllı ve planlı bir strateji ve doğru taktikler ile yönetilmesiyle başarılabilir. Küresel güçlerin çıkarlarına teslim olan bir Türkiye, kendi ulusal çıkarlarına hizmet edemeyeceği gibi, bölgede önemsiz bir aktöre dönüşerek işbirliği yapacağı güçler için de hüsranla sonuçlanacak sonuçlara hazırlıklı olmalıdır.
Sonuç ve Değerlendirme
Türkiye, bulunduğu bölgenin giderek artan jeo-stratejik önemi nedeniyle her geçen gün güçlenen önemli bir role sahip olmaktadır. Bu durum, bir yandan önemli bir avantaj iken, yanlış politikalar ile çok vahim sonuçları da beraberinde getirebilir. Bunun bilinciyle, Türkiye’nin politikalarının dikkatli, planlı ve uzun dönemli olarak belirlenmesi gerekmektedir.Türk-Amerikan ilişkilerinde uydulaşmayan, kendi ulusal çıkarlarını düşünen, gerektiğinde Hayır demesini bilen, dünyadaki gelişmeleri doğru okuyan bir dış politikanın yaşama geçirilmesi durumunda Türkiye’nin bundan kazançlı çıkacağı kesindir