TÜRKİYE'Yİ KUŞATAN GÜÇLER- I : FRANSA

Doç. Dr. Birol ERTAN

Bu dizi yazıyı, uluslararası ilişkilerde devletlerin dostları ve düşmanları değil, çıkarları olduğu bilinciyle ve uluslararası ilişkilerde realist yaklaşımlar geliştirebilmek amacıyla ağaçlara değil, ormana bakabilmenin gerekli olduğu düşüncesiyle Uluslararası Strateji ve Güvenlik Araştırmaları Merkezi (USGAM) için kaleme aldım (Bakınız ;http://www.usgam.com/index.php?l=800&cid=774&bolge=0&konu= ).

Bu makalede, Türkiye’yi kuşatan küresel ve bölgesel güçlerin ülkemize yönelik politikalarını analiz ederek Türk dış politikasının dayanması gereken temel ilkeleri ve öncelikli politikaları belirlemeye çalışacağız.

Dizi yazının planı, önce Türkiye’yi kuşatan güçler olarak belirlediğimiz ülkeleri ayrı makalelerde ele alıp sonrasında genel bir değerlendirme yapmak biçiminde olacak.

Dünyanın ekonomik, siyasal ve sosyal ve kültürel yaşamında etkili olan güçler ve ülkeleri Küresel Güçler olarak isimlendirirsek, aşağı yukarı hangi ülkelerin ve uluslararası örgütlerin incelenmesi gerektiği bellidir. Küresel Güç konumundaki ülkeler olarak ABD, Çin ve Rusya’nın önemi açıktır. Bunun dışında bölgesel bir güç olan ve küresel bir güç olma hedefindeki Avrupa Birliği ve bu bölgesel gücün etkili ülkeleri Almanya, Fransa ve İngiltere’nin küresel politikaların şekillenmesinde etkileri yadsınamaz. Bu ülkelere, ABD içindeki güçlü lobi desteğiyle İsrail de elbette eklenmelidir.

Türkiye’yi Kuşatan Güçler analizimize, Türkiye politikaları pek de bilinmeyen ve anlaşılmamış olan Fransa ile başlayacak, daha sonra AB’nin motor gücü Almanya ile devam edeceğiz. White Anglo Sakson Protestan (WASP) bloğunun çekirdeği olan ve Amerikan politikasının özellikle Orta Doğu’da ortağı olan İngiltere ile devam edeceğimiz analizimiz, daha sonra sahip olduğu enerjiyi stratejik bir silah olarak kullanmasından korkulan Rusya ile devam edeceğiz. Dünyanın son yıllarda en çok büyüyen ülkesi ve ucuz işgücü ile üretim cennetine dönüşen Çin ile devam edecek analizimiz, Amerikan politikalarının gerisindeki Yahudi lobisinin desteği ve etkisiyle küresel bir aktör olarak görülmesi gereken İsrail ile devam edecek. Son olarak ise ABD’nin Türkiye politikasını değerlendireceğiz.

Fransa’nın, Almanya’nın, İngiltere’nin, Rusya’nın, Çin’in, İsrail’in ve ABD’nin Türkiye politikalarını inceledikten sonra, Küresel Güçlerin coğrafyamızdaki genel stratejileri ve özel taktiklerini anlamak çok daha kolay olacaktır. Bu aşamada ise Türk Dış Politikası üzerine gözlemlerimiz ve değerlendirmelerimizi yaparak dizi yazımıza son vereceğiz.

 

Fransa : Fransız Kaldığımız Bir Ülke

Fransa’nın Türkiye politikası üzerine bir araştırma yapmak isteseniz, çok fazla kaynak bulma olanağınız yoktur. Son dönemde benim kaleme aldığım birkaç yüzeysel Fransa analizlerini dışarıda bırakırsak, Fransa ve Türkiye arasındaki diplomatik ilişkileri inceleyen ciddi bir kaynak bulmak bile zor olacaktır.

Fransa, Almanya’dan sonra Avrupa Birliği’nin karar mekanizmalarında en önemli paya sahip olan bir ülke olarak 65 milyon dolayındaki nüfusuyla ekonomik olarak Avrupa’nın Almanya’dan sonra en güçlü ülkelerinden birisidir. Katolik nüfusun ağırlıkta olduğu Fransa’da % 5-10 arasında Müslüman nüfusun yaşadığı görülmektedir. Fransa, Akdeniz’e komşu olmak dışında Atlantik Okyanusu ve Manş Denizi ile bağlantılıdır.

Yarı-Başkanlık sistemiyle yönetilen Fransa’da yakın zamanda yapılan seçimleri ABD tarafından desteklenen eski Başkan Sarkozy kaybetmiş, Fransız ulusal sermayesinin ve Avrupacı güçlerin desteklediği sosyalist Hollande kazanmıştır. Sosyalist bir adayın seçimi kazanması ve Amerikan-İngiliz politikalarının Fransa’daki maşası görünümündeki Sarkozy’nin seçimi kaybetmesi, Fransa’nın dış politikasında ve daha da önemlisi Türkiye ile ilişkilerinde ciddi değişikliklere yol açacak mıdır? Bu konuda fazla iyimser olmamak gerekir.

 

Fransa – Türkiye İlişkileri

Fransa’nın Türkiye politikası, birkaç unsurdan dolayı olumlu bir çizgiye girememektedir. Bu unsurlar, Fransa’nın Türkiye politikalarında işbirliği, yakınlaşma ve ortak hareketi yaratamamaktadır. Libya’da aynı çizgide hareket etmelerine karşın, birbirlerini suçlayacak düzeyde ilişkiler gergin seyretmiştir. Suriye politikası ve diğer konularda da aynı sert çizginin devam etmesi kaçınılmazdır.

Peki, Fransa’nın Türkiye politikasını belirleyen, daha doğrusu olumsuz kılan unsurlar nelerdir? Bunları dört başlığa indirgemek olanaklıdır.

1. Avrupa Birliği içinde Fransa’da daha çok söz ve karar sahibi olabilecek bir ülke (Türkiye) istenmemektedir.

2. Fransa’da yaşayan birkaç milyon Ermeni’nin Fransız iç ve dış politikalarını şekillendirmesinde etkili olması, Türkiye ile ilişkilerin gelişmesini engellemektedir.

3. Fransız milliyetçiliğinin ülkedeki azınlıklara ve yabancılara karşı düşmanca tavrı, her geçen gün artmaktadır. Son yapılan seçimlerde ırkçı partilerin oylarının artmasına paralel olarak sağ partiler de yabancı düşmanlığı konusunda ırkçı partilere yaklaşan söylemler kullanmaya başlamıştır. Bu durum, Fransa’da nüfusu bulunan Türkiye gibi ülkeler ve özellikle Müslüman kimlikli nüfusu barındıran ülkeler açısından ilişkileri kötü etkileyen sonuçlar yaratmaktadır.

4. Gerek Kurtuluş Savaşı’nda Türkiye’yi işgal eden bir ülke olması, gerekse de Kuzey Afrika’daki sömürgeci kimliği, Türkiye gibi bağımsızlığını emperyalizme karşı savaşla kazanmış bir ülke için Fransa’nın kuşku duyulan bir ülke olmasına neden olmaktadır.

Fransız Türk diplomatik ilişkilerini olumsuz kılan yukarıda sıraladığımız dört unsuru başlıklar halinde inceleyelim.

 

Fransa’nın “Türkiyesiz AB” Planı

Fransız dış politikasının Türkiye ayağını oluşturan belirleyici unsur, Fransa’nın Avrupa Birliği içinde Türkiye gibi bir ülkenin söz ve karar sahibi olmasından duyulan endişedir. Alınacak kararlarda Almanya’dan sonra en fazla nüfusa sahip olduğu için Fransa’dan daha çok söz ve karar sahibi olacak olması, Fransa’nın Türkiyesiz bir AB isteğinin temel nedenidir. Diğer yandan, Türkiye’nin uluslararası politikalarında ABD ve İngiltere’ye yakınlığı, AB içinde Alman-Fransız egemenliğini sona erdirebilecek bir tehlike yarattığı için de Fransa, bu konuda Almanya ile aynı düşüncededir.

Türkiye nüfusunun Müslüman kimliği de Fransız politikacıları ciddi biçimde endişelendirmektedir. Son dönemde milliyetçi partilerin güç kazanması ve ırkçı partilerin oy patlaması yapması, farklı etnik kimliklere ve dinlere yönelik tepkinin artmasına neden olmuştur. AB içinde Müslüman kimlikli, Fransa’dan daha etkili olabilecek bir Türkiye, Fransız politikacıların kabul edebileceği bir durum değildir.

Kısacası, “Türkiyesiz AB” planı, Fransa’nın Türkiye politikasını biçimlendiren en önemli unsurdur.

 

Yükselen Fransız Milliyetçiliği

Fransa’da yükselen aşırı milliyetçi hareketler her geçen gün güç kazanırken, sağ partiler de bu seçmen kitlesinin oyunu almak için söylemlerinde daha milliyetçi bir noktaya kaymışlardır. Yaşanan ekonomik kriz nedeniyle yabancı düşmanlığının artması da Fransız milliyetçiliğine ve yabancı düşmanlığına hız vermektedir.

Geçtiğimiz haftalarda yapılan ve sosyalist aday Hollande’ın ikinci turda kazandığı Fransa Başkanlık (Cumhurbaşkanlığı) seçiminde ilk turda, ırkçı parti Front National’ın adayı Marine Le Pen, % 18 oy oranı ile ciddi bir başarı elde etti. Irkçı Front National, 2007 milletvekilliği seçimlerinde % 4.3 oy almıştı. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda, soldaki radikal parti Komünist Parti'nin desteklediği Jean-Luc Melanchon ise % 12 oy alabildi. Komünistler, 2007 milletvekilliği seçimlerinde ırkçı parti Front National gibi % 4.3 oy almıştı. Sağ ve soldaki iki radikal partinin 2007 seçimlerindeki % 8.6 olan oy oranı, Başkanlık seçimlerinde % 30 dolayına yükselmiştir. Bu durum, Fransız seçmeninin üçte birinin radikal hareketlere kaydığını göstermektedir.

Fransa’daki Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turu, mevcut Cumhurbaşkanı’nın ilk turda ikinci sırada oy alması açısından dikkat çekici olduğu gibi, sağda ve solda aşırı uçlardaki partilerin oy oranlarının % 30 dolayına yükselmesi açısından da dikkat çekicidir. Fransız Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ilk turda seçimin kazanılması elbette beklenmiyordu, ancak aşırı uçların bu derece oy artışı sağlayabilmeleri, AB sürecinde başta Almanya olmak üzere bazı ülkeler açısından kaygı verici bir sonuç olarak yorumlanacaktır.

Yükselen Fransız milliyetçiliği, yabanı düşmanlığı ve ırkçı partilerin ve hareketlerin güç kazanması, Fransa’nın Türkiye gibi ülkelere yönelik politikalarında geriye gidişleri kaçınılmaz olarak yaratmaktadır.

 

Fransa’nın Türkiye’ye Karşı Ermeni Kartı

Fransa-Türkiye ilişkilerini son dönemde gerginleştiren önemli bir konu da asılsız Ermeni iddiaları konusunda Fransız Parlamentosunda yapılan çalışmalarla ilgilidir.

Bir yandan her seçim döneminde Ermeni iddiaları konusunda yapılan çalışmalar ile Fransa-Türkiye ilişkileri geri dönülmez biçimde zedelenirken, diğer yandan Fransa’nın Türkiye ile sorunlu ilişkileri olan ülkelerle yakınlaşması, iki ülke ilişkilerini kötüleştirmeye devam etmektedir.

İşin özünde, Fransa’nın Türkiye ile iyi diplomatik ilişkiler geliştirmek istememesidir.-Gerek Ermeni iddiaların kullanılması, gerekse de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile yakınlaşma gibi konular, Fransız dış politikasının ardına saklandığı bahaneler olarak görülmelidir.

 

İkiyüzlü Fransız Dış Politikası

Fransa, özellikle seçim kaybeden Başkanları Sarkozy döneminde, yalnızca Türkiye ile değil, diğer ülkelerle de sorunlu ilişkiler yaşamayı sürdürmüştür. Libya ile yakın ilişkilerine rağmen, Libya’ya bir anda düşman kesilip Libya’yı ilk bombalayan ülke olması, buna karşın Sarkozy’nın seçim harcamalarının Libya’nın öldürülen lideri Kaddafi tarafından karşılandığının ortaya çıkması, Fransız dış politikasındaki ikiyüzlülüğün bir örneğidir.

Fransa, bir yandan ırkçı partinin hızlı yükselişi ile gündeme gelirken, diğer yandan son dönemde iç siyasi sorunları ve ekonomik kriz nedeniyle emperyalist dış politikada etkin bir konumda yer alma uğraşısı içine girmiştir. Fransız dış politikası, dar ulusal çıkarlara dayalı ikiyüzlü diplomasi örneklerinden birisidir. 21. yüzyılın başlarında Fransa, göçmenlerin banliyölere hapsedildiği, ırkçılığın hızla yükseldiği, AB’nin ekonomik krizin etkisiyle zayıfladığı bir ortamda ekonomik olarak girdiği krizden çıkmak için yayılmacı politikalara yönelmiş, ikiyüzlü dış politika örneklerinden birisi durumuna gelmiştir. Sosyalist ada Hollande’ın seçilmesi bile Fransız diplomasisindeki kökleşmiş olan bu çürümüşlüğükurtarmaya yetmeyecektir düşüncesindeyim.

Sömürgeci geçmişiyle dünyaya insan hakları ve demokrasi dersi vermeye kalkışan bir ülke olarak Fransa, Cezayir’de milyonlarca Müslüman katlederek adeta bir soykırım örneği sergilemişti. Cezayir’de gemilerle top ateşine tutarak on binlerce masum insanı birkaç saat içinde katleden Fransız sömürgeci anlayışı, bir yandan bugün batı tarzı demokrasi savunuculuğu yaparak diğer yanda ise yayılmacı emelleri yansıtan yeni sömürgecilik politikası peşine düşerek ikiyüzlülüğünü kanıtlamaktadır. İbrahim Selamet’e göre, Afrika kıtasındaki Fransız soykırımı, yalnızca Cezayir ile sınırlı kalmamıştır. Sömürgeci geçmişiyle insan hakları ve demokrasi havariliğine soyunan Fransa, “Fransız Milletler Topluluğu” içinde yer alan Benin, Burkina-Faso, Cibuti, Çad, Gabon, Gine, Kamerun, Moritanya, Nijer, Senegal ve Tunus’ta da soykırımlar yapmıştır (http://www.turkpartner.de/Yazarlar/ISelamet/IkyFrn.htm).

Kurtuluş Savaşında Türkiye’yi işgal etmiş, AB üyelik sürecinde ülekmize engeller çıkaran, asırlık asılsız Ermeni iddiaları ile Türkiye’yi sıkıştırmaya çalışan, iç politikasında Türkiye korkusu ile Türkiye karşıtlığı yapılan, Türkiye ile sorunlu Güney Kıbrıs Rum Yönetimi gibi ülkelere yakınlaşan Fransız dış politikasında kısa dönemde Türkiye ile iyi ilişkilerin beklenmesi hayal bile edilemez.