Uluslararası Strateji ve Güvenlik Araştırmaları Merkezi’ne hazırladığım bu dizi yazının önceki makalesinde, Kaos teorisi ve Bağımlılık teorilerini açıklamış, bu teorilerin uluslararası ilişkiler literatüründe nasıl kullanıldıklarını açıklamayı ise bir sonraki makaleye bırakmıştım. Bu makalede, Kaos ve Bağımlılık teorilerinin uluslararası ilişkiler alanında kullanımını, ayrıntılara girmeden incelemeye çalışacağım.
Kaos teorisi, fizik disiplinindeki çalışmalarla ortaya çıkıp aynı zamanda meteorolog olan Edward Norton Lorenz gibi matematikçilerin de üzerinde ciddi biçimde kafa yordukları bir konudur. Ne var ki, “Kaos (chaos) teorisi kavramını bilime kazandıran ismin fizikçi Mitchell Feigenbaum olduğunu unutmamak gerekir.
Türk okurların birçoğu, “kaos” kavramını, Tübitak Yayınları tarafından 1996 yılında yayımlanan James Gleick’in “Kaos: Yeni Bir Bilim Teorisi’ isimli eseriyle tanımıştır. Ancak, teorinin fikir babası, tartışmazsız olarak Mitchell Feigenbaum’dur.
Uzmanlar, yerkürenin öbür ucunda çıkan bir iç savaşın, dünya haritasını, ticaret şekillerini ve toplumsal ilişkileri değiştirebilme gücünü, meşhur “Kelebek Etkisi” teorisi ile açıklıyorlar. Malum, Amazon Ormanları’nda bir kelebeğin kanat çırpması, Avrupa’da fırtına kopmasına neden olabilir. Gerçi siz bunun Çin-Amerika versiyonunu da okumuş olabilirsiniz. Belki de bunun sebebi teorinin olumsuzluğu çağrıştıran adından çok, kuramın önermelerinin daha dikkat çekici olmasıyla açıklanabilir: “Düzen düzensizlikten doğar. Çünkü düzensizliğin de içinde bir düzen vardır. Yeni bir düzende uzlaşma ve bağlılık, değişimden kısa bir süre sonra kendini gösterir. Ulaşılan yeni düzen, kendiliğinden oluşan bir süreç ile kestirilemez bir yöne doğru gelişir.” Böyle dinleyince kulağa biraz karışık geliyor olabilir. Ancak üstün matematikçi ve fizikçilerin bile içinden tam olarak çıkamadıkları Kaos Teorisi’nin anlattığı şey aslında oldukça basit: Yeni bir düzen kurmak için, düzensiz bir durumun olması şart. Çünkü düzen ile anarşi aslında birbirine sıkı sıkıya bağlı iki kavram (Onur Yanık, Kaos Teorisi, http://thebrandage.com/kaos-teorisi/).
Bir zamanlar post-modernizm kavramı nasıl moda olduysa ve ilgi çekici karşılandıysa, son dönemlerde Kaos ve Kaos Teorisi kavramlarının da bilim insanlarınca oldukça ilgiyle karşılandığı söylenebilir. Peki, bu kavramların uluslararası ilişkiler alanına yansıması nasıl gerçekleşiyor?
Kaos Teorisi ve Uluslararası İlişkiler
Gerek “kaos teorisi” ve gerekse diğer birçok teori, uluslararası ilişkiler disiplininde ve birçok kitapta sıkça kullanılmaya başlamıştır. Uluslararası ilişkilerde Kaos Teorisi (Chaos Theory), önemsiz görülen herhangi bir olayın uzun ya da orta vadede çok önemli olayların ve değişimlerin nedeni olabileceği inancına dayanır. Teoriyi daha karmaşık hale getiren yaklaşımlar da bulunmaktadır.
Uluslararası ilişkiler alt disiplininde Kaos Teorisi ne anlama gelir? “Kaos Teorisi”, uluslararası ilişkilerin giderek karmaşıklaşan yapısının anlaşılmasında matematik ve fizik yöntemlerinin kullanılmasını savunan bir yaklaşım olarak uluslararası alanda meydana gelen herhangi bir olaya neden olabilecek pek çok farklı değişkenin varlığını vurgular ve küçük etkilerin olayların sonuçlarında büyük değişimlere neden olabileceği inancına dayanır. (http://www.uiportal.net/sozlukler/ui-sozluk/ui-k-l). Bu teoriyi anlayabilmek ya da doğrulayabilmek için olaylara günlük değil, tarihsel perspektif içinde bakmak gerekecektir.
Muzaffer Akdoğan, ilginç bir soru sorarak Kaos teorisi ile uluslararası ilişkiler arasındaki bağlantıyı anlamaya çalışıyor : Uluslararası ilişkilerle kaos teorisinin ne gibi bir alakası var? Yanıtı ise ilgi çekicidir : Uluslararası ilişkiler literatüründe “kaos teorisi” olarak bilinen yaklaşımın özünde, bir olaya neden olabilecek pek çok farklı değişkenin var olduğu ve küçük etkilerin olayların sonuçlarında büyük değişimlere neden olabileceği yer alır. Rastgele, sıradan gelişen bir olayın başka bir olaya, onunda başka bir olaya etkisi üzerinden determinist bir anlayış söz konusudur (http://www.uiportal.net/kaos-teorisi-ve-dusundurdukleri.html).
Uluslararası ilişkiler disiplininde devletler ya da ülkeler arası ilişkilerde birbirinden bağımsız ve önemsiz gibi görünen birçok olayın aslında son derece etkili olabileceği ve birbiriyle çok yakından ilişkili bulunabileceğini savunan Kaos Teorisi savunucuları, hangi olayın nasıl bir sonuca yol açabileceği kestirilebilirse, devletler arasındaki ilişkilerde ileride ortaya çıkacak muhtemel gelişmelerin çok önceden belirlenebileceğine ve ülkeler arasındaki ilişkilerin geleceğinin tahmin edilebileceğine inanmaktadırlar. Örneğin, ABD-Türkiye ilişkilerinde Türkiye’nin terörle mücadelesinde sürekli oyalayıcı bir tavır ve gönülsüz destek veren ABD’nin Kürt Devleti kurma peşinde olduğunu görmek için bu süreçte yaşanan önemsiz gibi görünen bazı olayları iyi incelemekte yarar vardır.
ABD’nin ve bölgedeki müttefiklerinin Türkiye’nin terör örgütüne yönelik Kuzey Irak’a (Kandil ve diğer terör kamplarına) askeri harekâtını engellemesi, terör örgütünün arkasında ABD’nin de olduğu konusunda yeterli ipucu vermektedir.
Yukarıdaki örnekler gibi birçok örnek verilebilir. Önemsiz gibi görünen olaylar, çok önemli sonuçlar yaratabileceği gibi, önemli gelişmelerin de tetikleyicisi olabilir. Bu nedenle, uluslar arası ilişkilerde kaotik bir yapı vardır, ancak bu kaotik yapının kendi içinde bir bütünlüğü bulunmaktadır. Bu bütünlüğü anlayabilirseniz, küçücük olaylardan büyük ve önemli sonuçlar çıkarabilirsiniz.
Bağımlılık Teorisi ve Uluslararası İlişkiler
Bağımlılık teorisi ya da bazılarının kullandığı anlamıyla Karşılıklı Bağımlılık Teorisi (teorinin orijinal ismi, “interdependency” kavramının Türkçeye çevirisi olduğu için “karşılıklı bağımlılık” olarak da çevrilebilir), Kaos teorisine göre daha eski olup anlaşılması da daha kolaydır.
Bağımlılık teorisi, ülkeler arasındaki ilişkilerde ve özellikle gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ya da geri kalmış ülkeler arasındaki ilişkilere bir bağımlılık ilişkisi bulunduğu inancına dayanır. Bu bağımlılık ilişkisinde vurgulanan, bağımlılığın gerekli olup olmaması değil, bu bağımlılık ilişkisi nedeniyle gelişmekte olan ya da geri kalmış ülkenin gelişmiş ülke olmasının mümkün olmadığı iddiasıdır.
Karşılaştırmalı siyaset bilimci Danziger’e göre bağımlılık teorisi, hem ideolojik hem de tanımlayıcı bir unsur olup ekonomik büyüme açısından geç gelişenler ülkelerin bugün gelişmiş olan ülkelerden farklı bir süreç yaşadıklarını ve bu nedenle de bugünün dünya ekonomisinin oldukça farklı bir noktada olduğunu ileri sürmektedir (James Danziger, Understanding the Political World, Pearson, New York, 2007, sy. 273). Danziger, ideolojik boyuttan değerlendirildiğinde ise gelişmekte olan ülkelerin uzun yıllar gelişmiş ülkelerin kapitalist ve emperyalist sömürüsü altında kaldığının da altını çizmektedir.
Yeri gelmişken, G. Sorensen’ın karşılıklı bağımlılık yaklaşımını da hatırlatmak isterim. Gelişmekte olan ülkelerin ekonomik bağımlılık ilişkileri içinde demokratik yolla gelişemeyeceklerini ileri süren Sorensen, en son gelişmiş ülkelere bakıldığında (Almanya, Sovyetler Birliği-Rusya-, Çin, Güney Kore, Singapur vd.) bunların demokratik olmayan otoriter yönetimler sayesinde gelişebildiklerinin altını çizmektedir (G. Sorensen, Democracy and Democratization, Westview, Boulder, Colo. and Oxford, 1997). Sorensen, otoriter yönetimlerin ekonomik gelişmeyi hızlandırma araçlarına demokratik yönetimlere göre daha avantajlı olduğunu, bunun nedeninin de bağımlı gelişme olduğunun altını çizmektedir.
Gerçekten de bugünkü dünya ekonomik sisteminde IMF gibi küresel uluslararası kuruluşların ve ABD ve AB ülkeleri gibi gelişmiş ekonomilerin karşısında gelişmekte olan ülkelerin pazarlarını dışa açarak serbest rekabet koşullarında gelişmiş ülkeler sınıfına katılabilmeleri olanağı bulunmamaktadır. Son gelişmiş ülkelere bakıldığında, bunların da 2. Dünya Savaşı sonrası Japonya ve Almanya gibi özel önlemler ve stratejiler sonucu askersizleştirilmiş ekonomiler ile gelişebildiği görülmektedir. Bu nedenle, gelişmekte olan bir ülke olarak bugünkü küresel ekonomik koşullarda dünya ekonomisine pazarlarınızı sonuna kadar açıp serbest rekabet koşullarında gelişmiş bir ülke olabilmek, bağımlı ekonomi yaklaşımı doğrultusunda imkânsız olarak kabul edilebilir.
Bağımlılık teorisi, uluslararası ilişkiler alanında da kullanılmış ve gelişmiş ülkelere ekonomik ve diğer yönlerden bağımlı olan gelişmekte olan ve azgelişmiş ülkelerin dış politikalarının bağımsız olamayacağının altını çizmektedir. Bu gerçek nedeniyle Soğuk Savaş dönemi öncesinde dünyanın iki kampa bölündüğünü görmüştük. Bugün de aynı bağımlılık ilişkileri devam etmektedir.
Bağımlılık teorisine karşı çıkan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu gibi bazı uluslararası ilişkiler kitabı yazarlarının, “artık bağımlılık ilişkileri geçerli değildir, karşılıklı bağımlılık ilişkileri geçerlidir” türü emperyalizmi ve sömürü ilişkilerini görmezden gelen yaklaşımların ise uluslararası ilişkiler disiplininde ayakları yere basmayan bir düşünce olarak “teori olabilecek ağırlığa sahip olmadığı” söylenebilir.
Gelecek makalemde, bağımlılık ilişkileri ve kaos teorisinden yararlanarak dış politikayı anlamaya dönük bir sentez yapmaya ve bu doğrultuda Kaotik Bağımlılık ismini verdiğim yeni bir teori iddiasıyla karşınıza çıkacağım.