Yaş 62 oldu.
Yolu yarıda bırakmamak için elimden geldiğince mücadeleye devam ediyorum. 1 Mayıs 1977 Taksim'i en ince ayrıntısına kadar anımsıyorum. Ama bu yazıyı yazmama neden olan şey daha ziyade 12 Eylül Mahkemesinde sanık avukatının bizim yaşadığımızı bize anlatmasıydı ( 2013 yılında).
En güzel yaşlar, en güzel yıllar ve çoğumuz için yaşanmamış, alacaklı olduğumuz yıllar…
Aradan uzun yıllar geçince ve çocuklarla aramızda bir sorun yaşandığında karşımıza çıkan bir soru vardır "çocukluğumda her zaman seni yanımda bulamadım, sen siyaset yaptın" serzenişine çok şahit olduk. Bizim çocuklarımız yetiştirdiğimiz çocuklar demedi ki, bütün bu yapılanlar sadece daha iyi bir dünya içindi, bizler içindi demediler. Elbette biraz daha onlar için de yaş kemale erince farklı düşündüklerine inanıyorum. Ayrıca böyle bir beklenti içine girmemen gerektiğinin ayrıdına da vardım. İdeolojik tercihler de dünyaya getirdiğimiz çocuklarımızla ayrıcalıklarımızda olmalıydı. Çocuklarla çelişkiler Irkçı ve dinci tercihler gibi geniş makaslar olmaması koşuluyla elbette farklılıklarımız olacaktı. Onlar gelişen teknolojinin yarattığı birer bireyken bizim yaşadığımız gençlik yıllarımızda el yordamı ile daha çok da evde yapılan tartışmalarla, okuyarak en önemlisi yaşamın içinde yollarımızı bulmuştuk. Zaman zaman yanlışta yaptık bu yanlışlarımız daha çok kendi dünyamızla sınırlı kaldı.
Çünkü hiçbir sola inanmış, Sosyalizme inanmış kişi bilerek toplumsal yanlışın içine girmez. Hatalar yolda yürürken ayağına takılan ardı arkası kesilmeyen çalı, çırpı ve belki iç dünyanda yaşadığın yalnızlıktan da kaynaklı olabilir.
Tecrübe hangi yaşta olursa hangi yaşta yaşanırsa yaşansın bir acının veya acıların izidir. Bu iz belki de kalan sınırlı yıllarda sana hep ışık tutacaktır. Acıtacaktır, zorlayacaktır belki de ayakta tutacaktır. Gelelim o özel o hiçbir sahnesi gözümden gitmeyen. Hiçbirini unutamadığım dakikalara.
O yılları Unutmam için değil ama biraz sızıyı azaltmak için bir gerekçe olabilirdi. Yine o muhteşem günleri tekrar yaşamak, o olmadığı gibi yıllarca yasaklanan 1 Mayıs, yasak olmadığı yıllarda da onda birine yaşatmadığı gibi 77, 1 Mayıs’ı tekrar bizde gerçekleştiremedik.yapamadık, sustuk, çekildik ve belki pek çok insan korktu, pek çok insan değişti, pek çok insan yeni yaşamlar kurdu.
Bundan sonrası o gün!
Yıl dedim ya 1977 ve çok genç bir anneyim o zamanlar dünya da her şeyden çok sevdiğim minicik bir kızım var. Kıvırcık saçları, renkli gülen gözleri, hafif göbeği anlatamam ne dayanılmaz bir sevgi.
İşte ben büyük bir heyecanla 1977 yılında TMMOB ile İstanbul'a gitmek üzere kızımdan ilk kez ayrılmıştım. Ne heyecan yaşanıyordu, sırayla dizilmiş yüzlerce otobüs, bizler gibi öğrenciler, büyüklerimiz.
Hoştu heyecanımız aslında heyecan değildi o günkü inançtı, inanç.
İnancını yitirmeyenler devam ediyor geçmişi ve değerleri anımsamaya ve katkı koyabildiğince meydanda mücadeleye ah o inanmak, kararlı olmak neler yaptırır insana. Bana da 8 aylık kızımı bıraktırıp Taksim'e götürmüştü o inanç, 1977 yılında.
Bizim otobüslerde ön sıralara büyüklerimiz oturmuştu, şimdi o büyüklerden bazıları ile hala meydanlarda birlikteyiz, bazıları da alacağını alamadan çoktan farklı bir dünyanın devrini açtı.
Öyle kalabalıktı ki otobüs sığamadık ve bizim 2 kişilik koltuğa 3 kişi oturduk. Liseden birlikte okuduğumuz Ayşe, Melih ve ben 2 kişilik koltuğun 3 kişisiydik.
İnsan doluydu otobüs ama sıkışmıyorduk, insan kadar da döviz, pankart vardı.
BOLU DAĞI HEP SİSLİ Mİ OLUR?
Bolu Dağında mola verecektik marşlar, türküler ve en önemlisi muhabbet inletiyordu otobüsü.Yemek için mola verdiğimiz yerdeki yiyecekler oradan ayrılırken tükenmişti, hatta bazı arkadaşlarımız hiçbir şey yememişti. Hani yanımızda ağabey, ablalar vardı ya onlar biraz daha hazırlıklı gelmişti onların azıkları aç kalanlara dağıtıldı tekrar yola koyulduk. Sisten göz gözü görmüyordu ön sıralarda oturanlar yavaş yavaş uyumaya başlamıştı ama ne gezer bizlerden onların uyuma şansı yoktu hiç uyumadık, hiç uyutmadık. Ağabeyim Kamil de vardı benimle bu yolculuğa birlikte çıkmıştık.
İstanbul dünya tarihi ve dünya güzelliğinin şehri uygarlıkların, farklılıkların beraber yaşadığı dünya şehri sana gelmiştik. Aramızda bu dünya şehrini ilk kez gören arkadaşlar vardı, köprüden geçerken kasıtlı olarak gürültüyü artırdık herkes uyansın ve bu güzelliği birlikte paylaşalım diye. Gün yeni ağarıyordu, hafif bir sis vardı boğazın üstünde ama bulutların altını hayal etmekte çok güzeldi gençtik ancak büyün bu güzellikleri de biliyorduk. İstanbul'a ilk gelenler için otobüsün yer değişmesi durumunda nerelere gidileceği, buluşma yerleri bilgi olarak verildi. Otobüsler Beşiktaş iskelesine yakın bir yere bırakıldı ve bizler inmeye başladık otobüsten. Ağabeyimin arkadaşları ve TMMOB'den benim tanıdığım ( eşim Feridun Sungur nedeniyle) yakın arkadaşlarım. Daha doğrusu bu otobüslerle gelen herkesi neredeyse tanıyordum çünkü öğrenci olanlar TMMOB gidip gelen öğrencilerdik. Büyüklerle ise eşimin oda yönetiminde olması nedeniyle çoğuyla yakın ilişkilerim vardı.
Otobüsten indikten sonra Teoman ağabey düştü önümüze
O anda karşımızda duran hafif yokuş olan bir yoldan Taksim meydanına girecektik.
Buram buram bir ekmek kokusu sardı etrafı, insanın başını döndürüyordu cebimizde ki paralara bakarak sıcak ekmek, zeytin ve biraz kaşar aldık, bölüştük.( o zaman bölüşme vardı.)
Anlatamam ne lezzetliydi bir an aklıma kızım geldi aslında meme emiyordu da o zaman bedenim her annede olduğu gibi onun meme saatlerinde sinyal verirdi öylede oldu bir an içim çekildi.
KIZIM UYANMIŞTIR
Canım kıvırcık saçlım uyanmıştır, babası çok ilgiliydi, araları çok iyiydi. Yılın çok uzun zamanı Ankara'da olmadığı için 1 Mayıs'a İstanbul'a gitme sırasını bana o önermişti. Güvenerek çıkmıştım yola ama irkildim, içim üşüdü herhalde yaşanacakları hissetmiştim. Feridun'un yanımda olmaması nedeniyle bir saniye yalnız bırakmıyordu can dostlarım biri gidiyor biri geliyordu yanıma ve Teoman ağabey ve eşi hiç ayrılmadık alana girene kadar. Teoman ağabeyin eşi ilk kez böylesi bir eyleme katılıyor biraz çabuk yoruluyor, üşüyor, acıkıyor ve bazen de şikâyet ediyordu Teoman ağabey büyük bir sabırla isteklerini yerine getiriyordu. Karınlar doymuştu meydan da bulunan (o yıllarda tek tük olan) Kafeler çay içmek için ve tuvalet ihtiyacı için sıra bekleyen insanlarla dolmuştu. Adeta her yer daha sonra ki yıllarda tanıştığım metro durağı gibiydi. Zaman yavaş yavaş ilerliyorduk ancak biz daha hareket edememiştik o yıllar telefon olmaması nedeniyle arkadaşlar tabanvayla ön tarafa gidip ilişki kuruyor bize bilgi getiriyorlardı.
Sadece müthiş bir kalabalığın olduğunu ve bizleri beklediğini biliyorduk.
Hareket edip alana vardığımızda saat 15,30 olmuştu. Taksim Meydanı hayallerimizdi, gençlik inancımızın yıllardır beklediği ve bugün şahit olduğu kavgamızın birliğiydi. Eğer o günden bugüne kalan acı hatıralarla dolu resimler ve o muhteşem kürsünün olduğu fotoğraf olmasaydı düşlemek ve anlatmak mümkün değildi.
BURASI TAKSİM MEYDANI MIYDI YOKSA KIZIL MEYDAN MI?
Daha sonraki yıllar böylesi bir güzellik görmedik.
Korktular bu fotoğraftan ve harekete geçtiler.
Kimler yoktu ki alanda sanatçılar, kadınlar, gençler, yaşlı kararlı komünistler, çocuklar vardı meydanda çocuklar. Dikkatimi bir sürü sanatçı çekmişti ama belki ilk kez ve bir kez oraya giden biri vardı o zamanların Cüneyt Arkın'ı beyaz bir takım elbise vardı üzerinde elinde de Cumhuriyet gazetesi kalabalık bir gruptular. Tarık Akan'ı anımsıyorum, sinemacılar pankartlarıyla gelmişti, Beyazperde. Daha sonra hiç duymadım böylesi bir eylemde demek o gün Taksim Meydanı gerçekten Kızıl Meydandı.
KIZIM NE YAPIYORDU ACABA?
Davullar, zurnalar, halaylar, renkler, allar vardı meydanda allar.
Konuşmalar başladığında saat herhalde 17,00 olmuştu hareket dalgalıydı her taraf konuşmada dinleniliyordu ama coşku artık taşıyordu.
Birden bir şey oldu çok anımsamıyorum yerde yatıyordum üzerimden 2-3 kişinin geçtiğini anımsıyorum. Yerdeyken her iki kolumdan da birer kişi tuttu biri ağabeyim diğeri Ersin'di hızla yerden kaldırıp savurdular. Bende akıp giden kalabalıkla akıyordum neresi olduğunu bilmediğim bir yolda. Kafamızın üzerinde adeta arı kovanına çomak sokulmuş ve arılar dağılmış gibi bir uğultudur gidiyordu. Bir an sonlarda kaldığımı gördüm ve fırsat bulup geriye baktım arkada büyüklüğü ve azameti müthiş olan otelden geliyordu bu kovanlar. Hatta çok yakınımızdan geçiyordu. Demek ki o tarafa daha yakındım. Hızlandık ağabeyimle bir duvar vardı önümüzde oradan atlayıp caddeye devam edeceğiz ve odayı biliyordu oraya gidecektik. Kafamı kaldırdım karşıya doğru baktığımda Medet ve Ersin'in duvarın üzerine çıkmış ateşin nereden geldiğine baktığını gördüm delirmişlerdi herhalde çünkü kovan dağılmıştı ya Arıkovanı etraf arıyla dolmuştu. Çekip onları indirdik duvardan "ne yapıyorsunuz" diye sorduğumuzda "ateşin nereden edildiğine" dediler bu şuursuz bir haldi.
Şimdi bir maraton başlamıştı o ara kızım aklıma gelmedi şimdi anımsayınca gözüm doluyor.Artık arkamıza bakamıyorduk çünkü tam bir can pazarına dönmüştü Taksim Meydanı. Ara sokaklara dağılan insanlar polis arabalarıyla geri püskürtülüyordu koca caddelerden insanlar akıyordu nereye olduğunu bilemeden. Diğer arkadaşlarımız biraz orada kalacaklarını söylediler bizde cebimizdeki biraz paraya güvenerek sonradan Divan Otel olduğunu öğrendiğim bir otelden içeri girip çay içeriz diye otelin kapısına yöneldik kapıdaki görevli kraldan çok kralcı tavrıyla bize saldırdı öyle bir kovalıyordu ki biz epey süre soluksuz İMO'ya (İnşaat Mühendisleri Odası) doğru koşturuyorduk. (Halaskargazi Caddesi). Odaya gittiğimizde karşılaştığımız manzara çok kötüydü kapı duvar olmuştu, açılmadı. Düşünmediğimiz bir durumdu böyle bir olay yaşanacağı. Tek bir adres almıştık yanımıza, odanın altındaki pastanede oturup zaman geçirdik bir süre. Siren sesleri azaldı, aşağı doğru akan kalabalık 1 Mayıs için gelenlerin yerine asıl sahiplerine kaldı. Artık geçen dakikalarla yüzleşme zamanı yaklaşıyordu otobüsleri bıraktığımız yere doğru gitmeye başladık. Ulaştığımızda tek tük insanlar vardı birbirimizden haber almaya çalışıyorduk. Söylenilen saate kadar bekledik bizim otobüsümüz dolmuştu, diğerleri de büyük ölçüde ama hala yüzleşmemiştik yaşadıklarımızla. Hareket saati gelmişti en doğru haberi alacağımız yer artık otobüsün radyosuydu ve açtık radyoyu heyecanla anlatıyordu spiker; 1 Mayıs Kutlamalarının yapıldığı Taksim Meydanında olay çıktı diyordu ve saymaya başlamıştı, 1 ölü, 2 ölü ve devam etti.Gelirken yaşadığımız mutluluk ve heyecanın yerini kuşku, korku, acı ve isyan sarmıştı ama ne çare döndük bıraktık bir sürü duygumuzu gömdük Taksim Meydanının asfaltının altına ve döndükGelirken o heyecanla içeri girip yiyip içtiğimiz yerde sadece tuvalet ihtiyacı olanlar için duruldu, yol uzadı, karardı, sis artı adeta dönüş patlayan bir yanardağın muhteşem görüntüsünün ardından yakıp yıktığı köylerin hali gibiydi, omuzlarımız düşmüştü.
Kızım geldi aklıma ama şehre girdiğimiz zaman gün ağarmıştı. Otobüslerden Kızılay'da TMMOB'nin olduğu yere yakın bir yerde indirdiler, dolmuşla eve doğru gitmek üzere tekrar yola çıktık. ( Yukarı Ayrancı Etibank Blokları)
Eve gittiğimde kızım tertemiz çamaşır giydirmiş babası yüzükoyun yatağında uyuyordu.( Yeşil fanila ve yeşil külotu ile)
Belki ilk defa uyandırdım uykudan sarıldım, kokladım, içim acıdı. Kavuşmakta varmış, dostları Taksim'de bırakmakta…
Çok merak etmişlerdi bizimle giden arkadaşların aileleri, bize gelenler olmuştu "bir haber alabilmek umuduyla…"
O günlerden sonra çok düşündüm bazı şeyleri… Unutamadığım anılarımdan biri de; otelin kapısından bizi kovalayan otelin güvenlik görevlisiydi, oysa biz onun için de gelmiştik Taksim Meydanına. Ona anlatamamış mıydık kendimizi, neydi adamın bize olan öfkesi?
Bir de kızımın kokusu.
İşte o gün bugündür Taksimde Kızıl Meydanı bir daha yaşamadık, sadece Kızıl Meydanı değil o birliği, o dayanışmayı ve o direnci…
Böylesi bir anıyı çeşitli tahlillerle, ilavelerle karıştırıp daha siyasi yapmayı düşünmüyorum yazılabilir bir sürü değerlendirme ama bunlar benim duygumdu, bugüne kadar getirdiğim ve hep taşıyacağım, acım, kavuşmam, yalnızlığım…..
Ve ayrılış dostlardan, yoldaşlardan. 28.04.2020
Emel Sungur Uzman