ALANIMIZI BİZE BIRAKIN
1 Mayıs yaklaşırken aradan çok uzun yıllar geçse de gözümün önünde duran tablo hiç değişmeden duruyor. Saçlarımızda da çıkan akları ( kapatmaya çalışsak ta ) çokluğundan çok çıktığı tarihler adeta birer takvim. Keşke gidenler 1977 yılı 1 Mayısına saçlarına aklar dolarak girseydi de soluk alıyor olabilselerdi. Yerde yatanların yüzlerini, cinslerini, nereli olduklarını bilmiyordum yine de bilmiyorum say ki ben yatıyorum say ki birlikte İstanbul"a gittiğimiz Ayşe yatıyor, Ersin yatıyor, Ertuğrul yatıyor, Kamil yatıyor ve say ki en fazla ben yatıyorum o yerde ne fark edecekti. Aradan geçen yıllar orada o meydanda Taksim Meydanı"nda yatanların yüreğimizi yakan acılarını biraz olsun dindiremedi.
Çünkü bu gün yine hem 1 Mayıs tartışılıyor hem de o tarih kadar önemli Taksim Meydanı.
Taksim Meydanı Türkiye"nin dünyaya açılan penceresinin merkezi.
En özel otellerin, en güzel kitap evlerinin, en güzel kafelerin, en güzel müzikhollerin, en güzel tarihi eserlerin, en güzel meyhanelerin ve en güzel çiçek satan Roman kadınların olduğu meydan.
Taksim Meydanı; medeniyete açılan pencere, Asya"yı Avrupa"ya bağlayan inci gerdanlığın tutunma noktası. Onca özelliği ve güzelliği taşıyan meydanda ne yazık ki bu ülkenin vatandaşları 1 Mayıs 1977"de vuruldu veya üzerinden panzerlerin ezildi.Ne yazık ki o insanlar bıraktığımız gibi ayni noktada duruyorlar benim gözümün önünde.
Çünkü hala 1 Mayıs tarihi, ne olduğu, niçin Taksim Meydanı"nda yapılmak istendiği bile bilinmiyor. O günün tarihi yazanları yıllardır anıların, geçmişin, yaşamın, insan yaşamına kastetmenin, kaybedilenin ne olduğunu anlayamadılar. Bilmeyenlere bir kez daha anımsatayım gidenler birer candı ve o canların geriye bıraktığı çocukları boynu bükük büyümeye çalıştı, ana, babalarının gözlerinden hiç yaş eksik olmadı, kardeşler, yoldaşları o meydandan geçerken yanan yüreklerini yıllardır terbiye etmeye çalıştılar.
Ya gidenler, ya hiç dönmeyecek olanlar.
Onların yerine yaşamı yeniden başlatmak mümkün değildi ama özür dilemek, suçluları ortaya çıkarmak, mağdurlara sahip çıkmak ne yazık ki hiç yapılmadı.
Ne Taksim Meydanı"nda, ne Çorum"da, ne Maraş"ta, ne Beyazıt Meydanı"nda, nede Sivas"ta yapılmadı.
Dünyaya açılan tarihimiz ve pencerelerimizin altı kazınınca ne yazık ki yitirilen yiğitler, yakılan canlarla dolu. Çifte Minare"li,Susamışlar konağı, Abdiağa konağı, Şifahiye Medresesi, Gök Medrese, Kalesi, konağı, çeşmeleri, 1884 yılında yapılan ve Türkiye"nin tarihini yazan Hükümet Konağı ile dünyaya tanıtılan Sivas 2 Temmuz 1993"ü unutturabilir mi? Muhteşem Kalesi, Ulu camisi, Taş Medrese"si, hanlarıyla dünyaya tanıtılan Maraş katliamını unutturabilir mi? Hitit Uygarlığı"nın kente girerken hissedildiği, kentin göbeğine oturmuş Saat Kulesi, Ulu Cami, Paşa Hamamının bulunduğu kültür kenti Çorum katliamını bu biçimiyle yaşanmamış sanıp tarihe gömebilir mi? Bizans döneminin en büyük meydanı daha sonra ki dönemin Saray Meydanı bunca güzelliğine rağmen 16 Mart 1978 tarihinde
Beyazıt Komünistlere Mezar olacak diyerek yiğit üniversite gençliğinin orada katledildiğini unutabilir mi?
Ne yazık ki o tarihlerdeki katliamları yazanlar yaşananları silip, çizip geçmiş de olsalar ve yeni yeni böyle kanlı tarihleri yazsalar da ne geçmişin katliamları unutulur nede yeni yazılanlar unutturulabilir. Zaman içinde bu toprakların üzerlerinde çiçekler büyümüş olsa da bu mekanların topraklarında ne yazık ki binlerce insanın kanı duruyor.
Tarih toprak kavgası için binlerce kanlı olaya şahitlik yapar. Ancak bu katliam o ülkenin yurttaşlarının düşüncelerinin sevilmediği için yapılan bir katliamdır.Ancak bu katliam o ülkede yaşayan farklı inançlarını bu ülkeyi yönetenler tarafından kabullenilmemesinden kaynaklı bir katliamdır, bu katliamlar farklı cinslere yönelir zaman zaman, farklı dillere yönelir zaman zaman kendi dışında herkesi yok etmeye kurgulanmış bir zihniyet yazar tarihi.
Bu örnekler neredeyse dünya güzeli Anadolu"nun her yerinde yaşanan bir manzaradır. O nedenle gittiğim her yerin güzelliklerini yaşarken o bastığım topraklardan çıkan kardelenlerin, menekşelerin, nergislerin güzel olduğunu görürüm ancak daha güzelleşmesinin mümkün olduğunu da anımsar çiçekleri sulayanın kan değil temiz suyun olmasını hep dilerim. Ömrüm boyunca da bunun gereğini yapmaya çalıştım. Gücüm karşımda duran heyula sistemle baş etmeye elbette yetmedi ancak biz bizim gibi yananlar, bizim gibi tüketilmeye çalışanlar, bizim gibi egemen cinse baş kaldıranlar, haksızlığa dur diyenler, özgürlük isteyenlerle de hep birlikte olmayı henüz beceremedik.
Hep bir ağızdan türkü söyleyip,
Hep beraber sulardan çekmek ağı
Demiri oya gibi işleyip
Hep beraber sürebilmek toprağı.
Ballı incirleri hep beraber yiyebilmek
Yarin yanağından gayri her şeyde
her yerde
hep beraber! demeyi beceremedik Nazım gibi.
Tarih yeniden yazılacak bu yaşanmışlıklara KADER diyenlerden değiliz. Türkiye"nin yaşanmış acıları ancak geçmişin bir bilinmezlik içinde kapatılmasıyla değil yanlışların anlaşılmasıyla , yeni yanlışların yapılmamasıyla değişir. İşte yeni bir tarih önümüzde duruyor 1 Mayıs 2009, 1977 yılından 32 yıl sonrası o alanlar işçi sınıfının temsilcilerine bırakılırsa ve en önemlisi yeni bir kurgu yapılmazsa bir acıyı hafifletme olarak algılanır. Bu ara sık sık rastladığım Çıtak"ın karısının bembeyaz olan saçları belki de biraz daha yavaş değişime uğrar böylesi yaşanılan 1 Mayıstan sonra..
Bizler bu süreci sadece bu işin asıl muhatapları olan işçi sınıfı örgütlerine bırakıp onların organizasyonuna uymalıyız diye düşünüyorum. Ayni 2 Temmuz Sivas Katliamını Pir Sultan Örgütlülüğünün organizasyonuna bırakmamız gerektiği gibi ayni 6 Mayıs organizasyonunu 68"lilere bırakmamız gerektiği gibi ayni 12 Eylül programını 78"lilere bırakmamız gerektiği gibi ayni 8 Martı kadın örgütlerine bırakmamız gerektiği gibi. Bizlerse bütün bu etkinliklerin, anma toplantılarının orada olması gereken zorunlu konuklarıyız. Belki konuk söylemi biraz aramızda rahatsızlık yaratır ancak görünen o ki bu denli fazla ev sahipliği de çok iyi sonuçlar vermiyor. Bizler Anadolu"nun ev sahipliğini de konukluğunu da biliriz onun gereklerini yerine getirmeyi de bilmeliyiz.
O gün 1 Mayıs 1977 "de 5- 6 aylık olan çocuklarımız bugün 32 yaşında oldular ayrılıp tekrar bulmanın mutluluğunu arkadaşlarımızı kaybetmenin acısıyla karıştırmıştık o yıllarda.
O gün 30 yaşındaydım bu gün 52 yaşına geldim umutsuzluğun umudu o gün için evlatlarımıza sarılma oldu bizler için ancak umudun umutsuzluğu da ana, babalarını bekleyen çocukların onlara sarılamadığıdır o gün için.
Unutulmaması gerekende budur. Daha sonra ki yıllarda da çok yaşadık bu umut ve umutsuzluk ikilemini ama her şeye rağmen biz yaşıyorduk, soluk alıyorduk ya onlar?
Sadece ideallerimiz, dünyalarımız, örgütlerimiz orada olduğu için gelip başlarımıza taktığımız kırmızı eşarplarımızla halay çekip, türkü söylerken hiç farkına varmadan hazırlanmış olan böylesi tuzağı göremedik.Bir anda kendimizi böylesi bir ateş çemberinin içinde bulduk. Ve ne yazık ki düşe kalka da olsa bırakıp gittik o meydanı insan düşmanlarına, örgüt düşmanlarına, düşünce düşmanlarına.
uzaklaştık o meydandan.
Ama farkında olmadan tekrar kendimizi o meydanda bulduk çok arkadaşımızın yaptığı gibi geri dönüp acısını içimizden silemeyeceğimiz fotoğrafı görmek için ayaklarımız bizi bir kez daha götürdü o meydana.
Şimdi anlaşılması gereken tek şey var o meydanda, o alanda bizim ziyaret etmemiz gereken ölülerimiz var bırakın mezar ziyaretine engel olmayı.
20.04.2009 ANKARA
EMEL SUNGUR