Bazen Kanar, Bazen Kaynar mı Aşk?

Emel SUNGUR

 

Sevgiyi bilmeyene istediğin kadar tarif et anlatamazsın.

Ne kadar kullanılan bir sözcüktür  “ sevgi” ama ne kadar az değerini bulmuştur. Gönüllerde kaç kişi barındırabilmiştir sevgiyi, kaç kişinin limanı olmuştur sevgiler ve sevgililer.

Bir şeyi tasvir ederken önce rengini, sonra biçimini, sonra çıkardığı ses varsa onu, sonra ışıltısını  sıralarsın özelliklerini ardı ardınca ama tek onun verdiği sıcaklığı ifade edemezsin çünkü yürek denilen en özel şeye sahip değilsen bütün tarifler boşa çıkar.

Sevgi belki sözcüklerin söyleniş  biçimi, sesin çıkışı, dökülen kelimelerle tam olmasa da kendini açığa verir ya aşk.

Aşk;

Ne kadar az harfi var ancak omuzlara ne kadar fazla yük yüklüyor, her omuzun kaldıramadığı, bazen yola çıkıp çok yarı yoldan dönülen mi istersin, zaman zaman bedel karşılığı satılan mı istersin, zaman zaman yüreklerden sökülüp atılan mı istersin hepsine aşk diyorlar.

Acaba aşkı gerçekten kana kana yaşamayan var mıdır? Dağları deldiren aşk bazısı için sıradanmış gibi ifade edilen insana duyulan aşk bazen de ilahileştirilen aşk nedir? Her ikisinde de insan vardır, ya aşık olan insandır yada aşık olunan insandır, soluk vardır, kan vardır, gözyaşı, nefes vardır.

Aşkın gönülleri zapt etmesi bir an gibi görünse de o bir an daha sonra ki saniyelerle çivi gibi acı  ile çakılır yüreklere. Ayni duvara çakılan çivinin çıkardığı  sestir beyinde. Ama yürekte nasıldır kim ifade edebilir yüreklerde yaşanan aşkı. Ayni mi yaşanır herkeste aşk, gözyaşını  bazen dondurur bazen coşturur mu bu aşk, bazen kanar, bazen kaynar mı aşk.

Acısını hissettiğinde, yaktığın da pişman ettirir sonra tekrar ayni coşku ile kaldığı yerden yaşanır mı bu aşk.

Her şeyi göze alıp kimine göre dağları deldiren, kimine göre boğaza yağlı urgan geçirten, kimine göre elmanın yarısı, kimine göre insanın gölgesi kimine göre hiçten her şeye dönmek midir aşk.

Neden yasaktır aşkı konuşmak, neden yasaktır aşkı anlatmak, neden yasaktır aşkı yaşamak?

Yaşanırda dile mi vurulmaz yoksa hiç yaşamadan mı göçüp gider insan bu dünyadan alacaklı  olarak.

Bağırmak gelir içimden aşığım diye. Bazen gördüğüm karların arasından mısır patlağı gibi fışkıran sapsarı bir çiçeğe, bazen önünden hayal gibi geçip uçarcasına dağın ardına seğirten dervişe, bazen kanatlarında dünyanın rengini taşıyan minicik kelebeğe aşığım.

Aslında bunlar dile vurumu kolay olanıdır aşkın ya insana aşk, ya o ilahi denilen aşk. İnsanın ölümden beter dediği, yaşam nedir feda olsun dediği, o yoksa yaşayamam dediği ve bütün bunlar söylenirken samanın altından suyun gittiğini görmeyerek çırılçıplak açıkta kaldığında yalnızlığı derin yaşadığı  aşk. Çıplak, soğuk, sıcak, yanan, yakan, kavuran, acıtan, ağlatan aşk konuşulması yasaklı aşk. Yaşanan ama istediğince özgür yaşanmayan o ilahi aşk.

Nerede bulursun böylesi acıları  olduğunu bile bile neden bulaşırsın, neden aşkı yaşarsın, neden ağlatırken vazgeçmeyip hala peşinden koşarsın, neden bazen seni istemese de bırakamazsın, ışık gibi ısıtan bir anda donduran hangi kuvvet, hangi çekimdir, hangi inançtır, hangi renktir bu aşk.

İnanç mıdır,  aşk inanmak mıdır, korkularla yaşamak mıdır,  yoksa hiçbir şeyden korkmamak mıdır?

Yalnızlık çektiğin an çok uzakta da olsa hissedip içini ısıtan mıdır, ayrılık geldiğinde dönüşünü bekleyerek saat saymak mıdır?

Sonsuzluk mudur aşk, uçsuz bucaksız bu dünyanın etrafında dolanıp aramak mıdır yarini yarenini, tam bulduğunu zannedip terk edilmek midir yoksa terk etmek midir aşk? Bir dona girmek midir, bir nar tanesini 40 kişi paylaşmak mıdır, Kızılbaşlığı takıp ölümün üzerine gitmek midir?

Velhasıl insan olmadan kaynaklı  bu aşk insanlığını yitiren bu dünya da hala var mıdır? Emel SUNGUR/ ANKARA