“ BENİM MÜZEMDE DIŞARDA “YAK, YAK” DİYE BAĞIRAN, YÜZLERİ MUTLULUKTAN ÇILDIRMIŞ ARABANIN ÜZERİNE ÇIKMIŞ ELİNDEKİ BENZİN BİDONUNU OTELE DÖKMEYE ÇALIŞAN GARİP YARATIKLAR VE İÇERDE MERDİVENE OTURMUŞ MELODİKA ÇALAN ASAF KOÇAK VAR”
MADIMAK 2. KATLİAM
Yılların hızlı geçmesi karşısında yaşanan acılarında etkisini azaltacağını düşünülse de da hiçte öyle olmadığını 2 gün önce gittiğim Sivas’ta gördüm.
Yılları hızla geçiren takvim sayfalarını hızla düşüren zaman anladım ki acıyı da katlamıştı. Zamanın etkisiyle veya hasretin dayanılmazlığının vücudu sarmasıyla insan yitirdiklerine kavuşamayacağını bir kez daha anlıyor ve umutlarını kesiyordu işte o zaman daha çok acı yakıyordu bedenini yüreğini. Bana da öyle oldu bu yıl Sivas’ta.
Bundan 5- 6 yıl önce gitmiştim Sivas’a 1992 yılından sonra ilk kez. Sevgili canım kardeşim İlyas, Banaz Köyünün eski muhtarı, yönetim kurulu üyesi arkadaşım İsmail ile birlikte yapılması gereken bürokratik prosedürü tamamlamak için. Gittiğimiz Valilik binasında karşılaşmıştım Temel Karamollaoğlu ile o anda bayılıp yere düşmek üzereyken İlyas kucaklayıp dışarıya atmıştı beni ve gözümü açtığımda yüzümü yıkıyordu.
Aradan geçen yıllarda Sivas’a ne yazık ki sık gitme zorunda kaldım ve ilk karşıma çıkan yer MADIMAK OTELİ ve ilk karşıma çıkan insanlar ise Madımak ötelinin önünde “ yak, yak” diye bağıran insanlardı.
Ve uzun zamandan beri ısrarla söylenen “MADIMAK MÜZE OLSUN” sözlerinin karşılığını bulacağını hiç düşünmediğim için ilk imza verenlerden olmama rağmen bu söylemi her yerde ifade etmeye çalışırken ayni kafamda binlerce soru işareti vardı. Bunların en önde geleni ülkenin müzeden ne anladığını, nasıl bir müze, kimlerle birlikte tarih notları, yazılan, kullanılan ifadeler ve en önemlisi binanın görüntüsü ne olacaktı. Bu soruların yanıtını aşağı yukarı bildiğim için bizim acılarımızı bir nebze rahatlatacak bir müze yapılmayacağını görüyordum.
Kampanyalar eylemler devam ediyordu ama bir başka şey de gelişerek devam ediyordu ülkemizde. O gün Madımak önünde bağıranların büyük bölümü ellerinden tutan siyasi iktidarla birlikte büyüdükçe büyüyordu. Ekonomik olarak güçlenen, bürokraside yeni yerler edinen, üniversitelerde eğitim mekanizmasını yönlendiren bu sessiz güç artık sesini yükseltmenin ötesinde yaşamımızı idare ediyordu. Yaşamın kendi sorunlarımızın akışına dair sorumlulukları bizleri nefes alma noktasında engellerken bu akışı düşünmüyorduk ama gelinen noktada bizi bir sürü şeyi kabullenir noktaya taşımıştı.
ALIŞMIŞTIK BU SESSİZ GİBİ GÖRÜNÜP BUGÜN İKTİDAR ERKİYLE SESİNİ YÜKSELTİP BİZLERİN YAŞAMININ HER NOKTASINI İDARE ETMESİNE.
Alışkanlıklar çok kötüydü bu nedenle insan yaşamın farklılıklarını asla göremiyordu, bir çerçeve çizilmişti onun dışında görmüyor, duymuyor, hissetmiyordu insan. Dilimiz değişti, yaşam biçimimiz değişti,türban hiç konuşulmaz oldu, zevklerimiz değişti, moda değişti açıkçası “ biz artık biz değildik”.
Her şeye alışıyor da insan yakan, kavuran bu katliama alışamıyor eğer insansa, eğer içinde biraz insan sevgisi varsa, eğer biraz adalet duygusu taşıyorsa.
Sivas’a her gittiğimde anlatamadığım bu duygu içimde kor gibi durur dumanın ardında kalan o kokuyu, çığlıkları Sivas’ın her yerinde duyarım ve hissederim bu çığlıklara, bu dumana hala ses vermeyen Sivas’ı da ne yazık ki izlerim yıllardır. Ayni Pir Sultan asılırken seyirci olanlar gibi izlerler 2 Temmuz günü acısını isyana dönüştüren bu güçlü çığlığı ve asla kılları kıpırdamaz büyük bölümünün ve yetkililer her seferinde “ huzur içinde yaşanan Sivas’ı “ anlatır bize.
İşte geçen hafta kendimi bir kez daha yakılmış, canları bir kez daha yalnızlığa terk edilmiş buldum Sivas Meydanında. Her zaman önünden geçerken yanan yüreğimizin ateşi bizi yakarken bu sefer Madımak Otelinin önünden geçerken hiçbir şey hissetmedim.
Yok etmişlerdi her şeyi, yok etmişlerdi maziyi.
20 yıl sonra çocuklar sorsa “ Madımak’ta ne oldu” diye nasıl, hangi sözlerle ifade edilecekti yüzyılın katliamı, nasıl insan yakılabileceğini, yakanların seyrederken sevinç çığlıkları attığını, ateşe verenlerin mutluluktan trans haline geçtiği dakikaları nasıl anlatacaktık. Ne bırakmışlardı bunca anıdan geriye evlatlarını yitiren anaların yanan yüreklerinden başka.
Tarih silinmişti, yok edilmişti adeta dış cephe boyasıyla bizimle alay ediyordu Madımak Oteli ve işte size binayı aldık, kamulaştırdık, istediğinizi yaptık diyordu yetkili ağızlar.
Şimdi kaç senedir gittiğim gibi 2 Temmuz’da bende gideceğim Sivas’a ama Sivas’ta ne yapacağımı bilmiyorum.
Beni hiçbir ortaklığımın kalmadığı, hala gözümün önünde 1991- 92 yıllarında semah dönen yerini kimselerin dolduramadığı Semah dönen, tiyatro oynayan, yazan, çizen, konuşan, insan seven insanlardan kalan izler sizi nerelerde arayacağız.
Ey Sivas ve bu ülkeyi yönetenler, o günün yetkilileri, Başbakan, başbakan yardımcısı, İçişleri Bakanı, Kültür Bakanı, Vali, Tugay Komutanı bu gün bir kez yer değiştirin kendi evlatlarınızı düşünün; o küçük yaşlarda koruma altına alınan, okullarına yaverlerin götürüp, getirdiği, yurt dışı eğitimiyle okullarını bitiren, 18 yaşında yatları olan, düğünlerinde en pahallı takıları takmak için sıralara girilen, takı takarken “ benim ne taktığımı görüyorlar mı?” diyerek sağa sola göz atan ey vicdan yoksunları bir gün koyun evlatlarınızı Madımak otelinin içine ve BİR GÜN YANIN HİÇ OLMAZSA .
Ama bunu neden söylüyorum ki aklımızda durmuyor mu Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ın yargılandığı ve idam kararının verildiği Ankara 1 no’lu Sıkıyönetim savcısı Baki Tuğ’u yıllardır izlemedik mi tv. kanalların da. Ne dedi bu zat “BU GÜNDE OLSA AYNİ KARARI VERİRDİM.”
İŞTE BUNUN TEK DEĞERLENDİRMESİ VAR VİCDAN HERKESTE OLMUYOR, VİCDAN SAHİBİ OLMAK İÇİN İNSANLIKTAN NASİP ALMAK LAZIM.30. Haziran 2011
Emel SUNGUR
Pir Sultan Abdal 2 Temmuz Kül. Ve Eğ. Vakfı Bşk.