KENT KIRGINI BİR ŞAİR: Şinasi Tepe

Gökhan AKÇİÇEK
KENT KIRGINI BİR ŞAİR: Şinasi Tepe
                                                                           Gökhan Akçiçek

Söz gelir, onca kişi arasında sizi bulur. Şaşırır kalırsınız bu buluşmaya. Hâlbuki önceden planlanmış bir buluşma da değildir bu. Tanıdık bir alışkanlıkla sokulur yanınıza, eşlik eder size. Artık, yaşamınızı onsuz sürdüremez, ondan ayrı nefes alamazsınız. Şiir böyle mi gelir şairine? Bilinmez! Ama bilinen gerçek, sözün; dönüp dolaşıp şairini bulduğudur.

İçiniz tenhaysa kent sıkar sizi. Cendereye alınmış hissine kapılırsınız. Kaçıp kurtulmak, kasvetli bir zamanı yırtıp çıkmak istersiniz. Şiir, böyle anlarda sığınacak koruganlar sunar size. Şehre yüzünüzü kapattığınız oranda ferahlarsınız. İndirdiğiniz kepenk, yazgınıza müdahaleyi de önlemiş olur böylece.

Pürtelâş bir koşturmaca, sizi bir adrese bıraktığında, orayı yadırgayamazsınız artık. Orada oluşunuzun bir anlamı vardır mutlaka. Bazen, bir şeylere geç kaldığımız hissine kapılırız. “Daha önce niye okumadım bu romanı, bu şairi nasıl ıskaladım, bu filmi vaktinde neden izlemedim!” dersiniz. Oysa geç kaldıklarımızın kıymetini o zamanlar bilemeyecektik beklide.

Şinasi Tepe, şiire değil ama şairliğe geç kalmış bir isimdi. “Sivri Dilli Rüzgâr” ile bu ayrılık da son buldu diyebiliriz. Şair kumaşı, ilk provada her bedene uymayabilir. Zaman terzisinin, o kumaşı kesip/biçip, ait olduğu bedene giydirme süresi, bazen umulandan da uzun olabiliyor. Sonunda, söz dönüp dolaşıp şairine kavuşuyor.

*“Sivri Dilli Rüzgâr”, Şinasi Tepe"nin Edebiyat ve Eleştiri"den çıkan ikinci şiir kitabı. Kitabın ismini duyduğumda hoş bir süprizi de yaşadığımı söylemeliyim. Son şiir dosyamın ismini bir yıl önce koymuş, çıkması için birkaç şiirin daha birikmesini bekliyordum; -ki hala devam ediyor bekleyişim-. Benim dosyamın ismi ise: “Yakamıza İlişen Rüzgar”dı. Aynı yayınevinden daha öncede “Adın Çığlığın Kadar”ı çıkarmıştı Tepe. İstikrarlı bir çizgi izliyor Tepe"nin şiiri. Sözcükleri kullanırken oldukca titiz davranıyor. Uzun, nehir şiirler kuruyor. Coğrafyasının diliyle konuşuyor şair. Şiirimizde, Yaşar Miraç “Trabzonlu Delikanlı” ile başlatmıştı bu seslenişi. O dönemden A.Kadir Bulut"un şiirlerinde de yer edinmişti kendine özgü bu benzerlik. Aynı kuşağın şairi Azer Yaran, “Burada Gün Işığı Türk” ile doğanın türküsünü dillendirmişti. Tepe"de Modernite karşıtı bir şiiri savunuyor. Doğanın koynundan taşıdığı imgeleri ustaca şiirine ekliyor. Sıcak, içten dizelerle, yatağını yormadan ilerleyen bir su misali akıyor sözcükleri:

“salı:
deniz küskünü kuşlar başı ak dökülür
kayalıklara; suya teğet yamaçları,
kuytularda mersin kokusu, küsmeyegörsün
insan, toprağa sinmiş höyük kalıntısı!”

“Sivri Dilli Rüzgâr” Bir iç dökümü. Şairin yaşamı şiire dâhil düsturunca ilerliyor şiir. Orta yaşı aşmanın sancıları, düş kırıklıkları, geride kalanlara bir güzelleme niteliğinde dalga dalga yayılıyor…

Ya kent sizin ruhunuzu ele geçirir, ya da siz kentin. “Sivri Dilli Rüzgar” ruhunu kente teslim etmemiş bir şairin, kentle ödeşmesinin tanıklığına çağırıyor bizi. Şair, yaşadığı kentin topografyasını çıkarmış adeta. Bu eşsiz floranın renk çümbüşü, başımızı döndürüyor.

Mekâna sinen sözcükleri, yaşantımıza ekleyebilir, sözün dışında kalanlara ruhumuzu kapatarak sürdürebiliriz dinginliğimizi. Şiir, gelip bizi bulduğunda, hazırlıksız yakalanmamak adına edinebiliriz bu alışkanlığı.

“Sivri Dilli Rüzgâr” çoğu şiir kitaplarında görmediğimiz bir özelliğiyle de öne çıkıyor. Kent-Şiir sarmalını göz önüne seren, bunu gerçekleştirirken de sıradanlığa düşmeyen bir söyleyişi yükselten başka bir şiir kitabına, son yıllarda pek rastlamak mümkün değil şiirimizde.

Tiranların, şehir diye kurduğunuz o devasa yapıyı, sözcüklerin sükuneti ile darmadığın ediyor Tepe. O beton yığınının, dijital çöplüğün altında kalanların sesine, asla kulak vermememiz gerçeğini hatırlatıyor bize.

Bu kitabı, öncü kitaplar arasına koyabiliriz. Bir şehre, bir kitapla ancak bu kadar güzel girilebilir. İçinde yaşadığı kenti, şiirine eklemleyen; yerelden/ evrensele uzanan bir çizgiyi edebi bir omurgaya oturtarak belirginleştiren şair, her kente nasip olmaz!

“ahşap iskelede, ninesinden kalma düşleri büyütüyor
çocuk, bir de evlerinin önündeki kuyuyu, açıkta demirli
tarı vapuru"nun suya serdiği ışıkta. mavnalardan kilime
sarılı denkler iniyor, soluk yüzlü kadınlar sonra. gazlı
fenerle aydınlatılan bekleme salonu, liva-yı ordu
tebalası önünde. kasketinin tereğiyle, denizden
esen muhacir rüzgarı tutuyor, kırçıl bıyıklı adam.




*Şinasi Tepe/Sivri Dilli Rüzgar/Edebiyat ve Eleştiri Kitaplığı/Ankara,2009