Not: Yazıyı köşe yazısı formatına indirgeyebilmek için bir çok başlıktan feragat etmek zorunda kaldım. Aslında her vurgunun altını daha fazla doldurmam yerinde olurdu. Fakat yazının hem formatını hem de okunabiletesini gözetmek zorunda olduğumdan elimden geldiği kadar kısaltmaya çalıştım yine de uzun bir yazı oldu. Okuyanlar beni affetsin…
“Tarihte olaylar ilk kez gerçekleştiğinde bir tragedya ikinci kez yinelendiğinde ise bir komedyadır.”
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş döneminin ilk evreleri ve son dönemi açısından durum tam da budur.
Cumhuriyet’in ilk kuruluş evresine kısaca bir göz atmak gerekirse 30 yıllık II.Abdülhamit baskı ve şiddet döneminin ardından 23 Temmuz 1908’de İttihatçı kadroların yoğun mücadelesi sonucunda II.Meşrutiyet ilan edilmiş ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu yolunda burjuva demokratik devrim gerçekleştirilmişti.
(Bu nokta aynı zamanda Türkiye solu tartışmalarında uzun yıllardır devam eden Burjuva Demokratik Devrimin gerçekleşmediği yönünde oluşturulan ve aşamalı bir sosyalist devrim modelinin Türkiye açısından anakronik olduğunu gösterir.(milli demokratik devrim,ulusal burjuvazi,devrimci ordu ittifakı v.s.))
23 Temmuz 1908 yeni kurulacak Türkiye’nin aslında miladıdır.31 mart 1909’da ise İttihat Terakki’nin II.Abdülhamit’i iktidardan devirmesi fiilen ülkeyi Cumhuriyet yönüne evriltmiştir.
1923’te resmen kurulan Cumhuriyet ise aslında İttihat Terakki’nin örgütlü yapısına oturmuş ve onun ideolojik doğrultusuna sahip İttihat Terakki Orijinli ikinci bir dalgadır.
Zaten Mustafa Kemal ve arkadaşları için başka türlüsü de mümkün olamazdı. Mustafa Kemal İttihat Terakki’nin bıraktığı yerden devralmıştır.
Osmanlı’nın son dönemi ise aslında bir paylaşım savaşının nesnesi haline getirilmiş ülkenin çaresizce arayışlarını içerir.
Özellikle II.Abdülhamit’in oluşturduğu politik çizgi Osmanlı Devleti’nin dağılmasını engellemeye dönük girişimlerden ibarettir.Açık ki trajiktir…
II.Abdülhamit’in politikası :
- İngiltere ve Rusya’ya karşı aktif bir denge temsil etmek
- Osmanlı toplumunu din esasıyla birleştirmek
- Hilafeti İngiltere ve Rusya gibi Müslüman kolonisi olan ülkelere karşı tehdit unsuru olarak kullanmak olarak okuyabileceğimiz bir dizi parametreye dayanıyordu. Bu bağlamda Abdülhamit Osmanlı’nın çıkarlarını Almanya ittifak’ında görmüştür.
Almanya’nın ise 5b olarak kodlanan:
-Berlin,
-Belgrat(balkanlar),
-Bağdat,
-Boshoporos (boğazalar),
-Bombay’a olan yayılmacılık politikası,Osmanlının arayışıyla örtüşmüştür.
Zaten Abdülhamit açısından İngiltere ve Rusya’ya karşı denge sağlamak Almanya olmadan mümkün değildir.Lakin bu ittifakın bir sonucu olarak yapılan Berlin-Bağdat Demiryolu emperyalist rekabeti Osmanlı topraklarına taşıyan etkenlerden biri olmuştur.
İç politikada ise yoğun İslamcılık ile Müslüman halkın bir arada tutulmasına dayanan bir politika belirleyen ve muhaliflere karşı baskı ortamı yaratan Abdülhamit;Osmanlı Tarihinde ilk defa çok geniş çaplı polis ve istihbarat sistemi kurmuştur.
Bir çok kaynak tarafından Osmanlı’nın düzenli posta, yol ve haberleşme sistemini kuran padişah olarak anılan II.Abdülhamit; her ne kadar bu doğru ise de aslında istihbarat ağının güvenliğini ve verimliliği sağlamak açısından böyle bir uygulamaya gitmek zorunda kalmıştır.
İttihat Terakki’nin önemli liderlerinden biri olan Talat Paşa’nın ise posta telgraf memuru olarak Abdülhamit’e karşı posta-telgraf sistemini kullanması da hayli ironik ve bir o kadar da devrimci bir davranıştır.
II.Abdülhamit’in istibdat dönemi olan 1878-1908 arası dönem:Parlamentonun kapatıldığı,muhalif gazeteci ve aydınların tutuklandığı,dergi ve gazetelerin kapatıldığı,ülkenin her yanına yayılmış hafiyelerle insanların takip edilip,gözaltına alındığı yoğun baskı dönemidir.
Hilafetin etkisini arttırmak için hem içte hem dışta İslam’ın etkisini arttırmış ve hacca giden demiryollarını İstanbul ve Anadolu üzerinden geçirterek Osmanlının dini siyasal liderliğini göstermeye çalışmış ve İstanbul Müslüman dünyasında ön plana çıkarılmıştır.
Özellikle kendi toprakları ve çevre Müslüman dünyada hilafeti kullanarak İngiltere ve Rusya’ya karşı direnç oluşturmaya uğraşmıştır.Gerçi bütün bunlar hiçbir işe yaramamıştır.
II.Abdülhamit dönemi bugün AKP iktidarı ile çok benzeşen ve politik anlamda birebir aynı olan bir düzlem ve mantığa sahiptir.
Abdülhamit Osmanlının yıkılışına giden sürecin bir aktörüyken ; AKP Türkiye Cumhuriyet’inin tasfiyesinin aktörüdür.
Bir bakıma AKP öncesi sürecin kilitlenmiş Türkiye’sinin emperyalizm lehine kilidini açmak için oluşturulan politik çerçeve AKP açısından 1923’ü bitirme planıyken, II. Abdülhamit açısından durum Osmanlıyı kurtarma planıydı. Bu bakımdan Abdülhamit’in trajedisi AKP’nin komedisine dönüşüvermiştir.
Tarihsel süreç içerisinde ki kişi ve kurumlar ne niyetle olursa olsun yaptıklarıyla tarihe sonuçları ile geçerler.
Her ne kadar Abdülhamit Osmanlıyı kurtarmak adına elinden geldiği kadar eğitim alanında atılımlar yapmış ve Anadolu’yu ilkokullarla tanıştırmış olursa olsun aydınlanma ve cumhuriyet düşmanı olarak tarihe geçmiştir.
Çünkü o Osmanlıyı korumak ve bunun için halk düşmanı silahları kullanmak gibi gerici bir çizginin savunucusu olarak kalmıştır.Parlamentoyu kapatarak kendi otoritesini kurmuş ve ülkenin politik atmosferini terörize etmiştir.
Tarih ilericilik bayrağını ittihat terakki kadrolarına ve sonrasında Mustafa Kemal ve arkadaşlarına vermiştir. Bu bakımdan Türkiye cumhuriyetinin kuruluşu ileri bir adım olarak hem içerde işbirlikçi ve gerici güçlere karşı hem dışarıda emperyalizme karşı bir savaşımın sonucu olarak şekillenmiştir.
II. Abdülhamit tarihe böyle geçmiş olsa da bu durumun onun tarihsel olayların gelişimi sırasında Osmanlı geleneksel siyasına bağlılığının ve dağılmakta olan köhnemiş bir imparatorluğu ayakta tutma çabasının bir sonucu olarak gerçekleştiğini unutmamak gerekiyor.
Belki de gerçek anlamda son Osmanlı padişahı olan Abdülhamit’in başka bir çıkar yolu yoktu.O 600 yıllık bir paradigmanın çocuğu olarak tarihsel rolünü üstlenerek,ulus-devletlerin doğum çağında çok uluslu bir imparatorluğu yaşatmaya çalışmıştır.
AKP’nin farkı ise bu politikayı ABD açısından bölgede üstlenmiş olmasıdır ve AKP’yi Abdülhamit’ten daha kötü yapan budur.
AKP:
-toplumu her türlü din ve cemaat kıskacına alarak ülkeyi dincileştirmek
-yeni Osmanlıcılık olarak kodlanan,Osmanlının eski hakimiyet bölgelerinde ABD taşeronu olarak görev almak
- ülke kaynaklarını emperyalist ülkelere satıp açıkçası “2. bir duyunu-umumiye”vakasına imza atarak ülke ekonomisini emperyalist ülkelerin denetimine bırakmak
-ülkede kendi hafiye ve istihbarat ağını oluşturmak ve kendisine karşı tüm muhalif kişi ve yayınları çeşitli biçimlerde baskı altına almak gibi özetleyebileceğimiz bir politik tarza soyunmuştur.
Ergenekon operasyonlarıyla yaklaşık dört yıldır ülkede başlatılan “cadı avı” AKP karşıtı tüm muhalif güçleri sündürmede oldukça etkili olmuştur.Açıkçası ses kayıtlarına bazı evraklara dayanan ve henüz hiçbir konuda tam ispatlanmamış delil niteliği taşımayan isnatlarla ülkede AKP karşıtı tüm odaklar baskı altına alınarak faşist yöntemlerle kamuoyu sindirilmeye çalışılmıştır.
AKP dava kapsamında derin devletle gerçekten bağlantısı olan kişileri bile katliamları ve cinayetleri ile değil AKP’ye darbe hazırlamakla yargılamıştır.
Bu bakımdan davanın bir temizlik operasyonu değil aksine AKP’ye bir manevra alanı hazırlama ve derin devlet içerisinde kadrolaşma operasyonu olduğunu söylemek hiçte zor değil.
AKP bu operasyonlar kapsamında kendisini bir demokrasi şampiyonu olarak göstermekte aynı zamanda cumhuriyet tarihinin “pislikleri ortaya dökmekle” kendisini malul etmekte ve özel hayatın gizliliğini taltif ederek istihbarat teşkilatını aile içerisine kadar sokmaktadır.
Balyoz ve şuan yürütülmekte olan futbolda ki şike operasyonu gibi davalar kendi propagandasına yönelik olarak şekillendirilmektedir. Bu süreci aynı zamanda “AKP döneminin temizliği” ile tanımlamaktadır.
Fakat gerçekleşmekte olan kirli işleriyle fazla göz önünde bulunan kişilerin kulağını çekmek, siyasi ve ekonomik alanda olduğu gibi toplum içinde AKP’den bağımsız çalışan tüm mekanizmaları kontrol altına almaktır.
Doğru bir ifadeyle söylemek gerekirse; AKP her alanda kendi hegemonyasını pekiştirmeye çalışmaktadır.
Hegemonya oluşturma biçimi, demokrasi, temizlik, adalet gibi kavramlarla yürütülmekte olduğundan ve ülkenin serbest piyasayla olan ilişkileri nedeniyle geçmişten beri her alana bulaşmış olan çürüme AKP’ye bu bakımdan geniş bir alan açmaktır.
AKP ülkede yükseltilen İslamcılıkla hem tasfiye edilen sosyal devletin yerini cemaatlerle doldurmak hem de Türkiye’nin İslamcı kimliğiyle Müslüman ülkelerde ABD adına faaliyet yürütmektedir.
Tayyip Erdoğan’ın Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanı olarak diplomatik temaslarda bulunması ve Suriye,Irak ve İran konusunda bu ülke kamuoyunu ABD yörüngesine çekici açıklamalarda bulunması bununla bağlantılıdır.
Daha yeni yaşanmış bir gelişme olarak AKP Türkiye’sinin başını çektiği Libya Temas Komisyonu adı altında yürütülen Libya’yı parçalama girişimine ön ayak olarak,Libya’da ki isyancıları tanıma ve Kaddafi’yi gayri-meşru ilan ederek istifa etmeye çağırmışlardır.Ne ilginçtir ki asileri ilk tanıyan ve bu çağrıya ilk kulak veren ABD olmuştur.Kısacası AKP Abdülhamit’ten devralınan tarihsel politikayla komşularının felaketini hazırlamaya çalışmaktadır.
Bu durum açıkçası II.Abdülhamit’in Hilafeti kullanarak Müslüman ülkeleri kendi ve Almanya çekim alanına alma siyasetinin Amerikancılaşmış versiyonudur.
Abdülhamit’in Almanya ile olan yakınlığı ise AKP’de yerini pazarlıksız bir Amerikancılığa bırakmıştır. Tayyip Erdoğan ve şürekâsı ülkenin geleceğini koşulsuz bir Amerikan yandaşlığı ve teslimiyetinde görmektedir. Ve bölgede Rusya, Çin gibi bölgesel lider konumunda ki ülkelere karşı ABD lehine karşı faaliyet yürütmektedir.
İslamcılık politikası aynı zamanda ülkede ki Kürt ve alevi sorunu konusunda AKP’nin buluşmaya çalıştığı ortak payda durumundadır.
Bu bağlamda kürt illerinde ve alevi bölgelerinde her türlü cemaat ve tarikat yapılanmalarının gazına basılmış, liberal-gerici her türden ideolojik yaklaşımlarla bu kesimler AKP’nin dümen suyuna çekilmeye çalışılmıştır.
Bu bağlamda Kürt bölgesinde said-i Nursi’in kürt ve dinci kimliği kullanılmaktadır.
Aleviler açısındansa konu alevi örgütleri üzerinden yürütülmekte ve iki kesim arasında da hem kurumsal hem de ideolojik düzlemde bir ikilik yaratılmış durumdadır.
Buna göre AKP karşıtı olan Kürtler ve aleviler ile dernekleri; AKP ile belli düzeyde tarikat ve cemaat ile ilişki kurmuş ve Kürtler,aleviler ve örgütleri olarak iki kesim kendi içinde belirli noktalarda bölünmüştür fakat AKP’nin tam olarak bu kesimler içinde başarılı olduğu söylenemez.Kaldı ki bu başlık AKP’nin temel açmazlarından birini oluşturmaktadır.
Bahsettiğimiz noktalarla birlikte bir gerçek var ki AKP’li vekillerin ve özellikle Tayyip Erdoğan’ın II. Abdülhamit’in şahsıyla ilgili olarak çok samimi bir duygudaşlığı bulunmaktadır.
Türkiye’nin bütün tarihi içerisinde bulunan her irticai hareket ve kişilerle ideolojik ve duygusal bağı bulunan AKP’nin özellikle II.Abdülhamit konusunda oldukça hassas ve politik bir sempatisi bulunmaktadır.
Abdülhamit dönemi, saltanatçı ve hilafetçi düşüncenin cumhuriyetçilere karşı kaybettiği sürecin başlangıcı açısından çok önemlidir.
Türkiye cumhuriyeti tarihinde “laikler ve türbancılar” olarak kodlayabileceğimiz kavganın ilk muhatapları II. Abdülhamit ve İttihat terakki örgütüdür.
O günden bu yana II. Abdülhamit’te cisimleşen ideolojik ve politik tarz,1912’den başlayarak:
Hürriyet ve itilaf fırkası,
Serbest Fırka,
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası,
Demokrat parti,
Adalet Partisi,
Milli Selamet partisi,
Doğru Yol Partisi,
Refah Partisi,
Saadet Partisi
gibi partilerde devam eden ve Cumhuriyeti kemirerek Türkiye Cumhuriyeti tarihine damga vuran başat siyasal iktidar tarzı olmuştur.
Açıkçası Abdülhamit düşün kaynağı 30’lu yıllarda Türkiye’de egemen hale gelirken aslında Cumhuriyetin Osmanlıdan düşünsel anlamda radikal bir kopuş yaşamadığını göstermektedir.
Elbette bir çok fark bulunmaktadır lakin temel olarak belirtmek gerekir ki Osmanlıdan devralınan ve cumhuriyette de yaşamaya devam eden bu siyasal düşünce yeni dönemde gerici özünü koruyarak liberalleşmiş, AKP ile tam anlamıyla Amerikancılaşarak tek iktidar alternatifi haline gelmiştir.
AKP sürecine kadar cumhuriyetin gericilikle olan ilişkisi genellikle toplumsal alanda özgür bırakıp siyasal ayaklarına gemlemekle kuruluyken bu dönemde irtica ABD eliyle zincirlerinden boşanmıştır.
Burada açık konuşmak gerekirse cumhuriyetin kuruluşundan itibaren cumhuriyetçi kadroların komünizm korkusu ülkeyi ve yeni rejimi irtica bataklığına sürükleyen temel etmenlerden biridir.
Daha başından itibaren sınıftan ve halk kitlelerinden kaçış Cumhuriyetin değerlerinin toplumsal anlamda köklenmesine engel olmuştur.Kitle hareketi temel olarak Kemalist siyaset pratiğinde bulunmamakta ve tercih edilebilir olmaktan uzaktır.
Cumhuriyetin kuruluşu ve yeni ülkenin yapılanması halkın seferberliğine mal edilerek değil bir saray geleneği olarak devlet içinde hesaplaşmalar ve tasfiye savaşlarıyla gerçekleşmiştir.Bu açıdan Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunu tepeden inmekle tanımlayanları haklı sayabiliriz.
Bahsettiğim halktan kaçış Cumhuriyetin ilerici ve devrimci yönüne bir halel getirmez lakin bu durum 2011 Türkiye’sinde siyasi haritanın neden AKP sarısıyla dolu olduğunu açıklayabilecektir.
Sonuç olarak halk ve kitle desteğine yaslanmayan bir ülkede toplumsal dönüşümler Asker eliyle hayata geçirilmiştir.
Geldiğimiz noktada ise ülkenin siyasi motor gücü olan askeriyenin AKP tarafından siyasal alanın dışına çıkarıldığını ve Türkiye Cumhuriyetinin bütün kurulum mekanizmalarının bir güç olarak işlevsizleştirildiğini görüyoruz.
AKP Abdülhamit’in intikamını almaktadır. Abdülhamit AKP’de vücut bulmaktadır.
Benzerlik politik açıdan olduğu kadar Osmanlının ve Türkiye Cumhuriyeti’nin çözülüşü bağlamında da bulunmaktadır. Abdülhamit Osmanlıyı doğrudan çözülüşe götürürken AKP cumhuriyeti çözülüşe taşımaktadır.
Açıktır ki AKP’nin şansı Abdülhamit’te yoktu. Abdülhamit’in karşısında Rumeli’den başlayarak ülkenin her tarafında örgütlenmiş bir İttihat terakki hareketi vardı. Buradan Cumhuriyet çıktı.
Fakat artık Cumhuriyet için yolun sonuna gelinmiştir. Cumhuriyetçi kadroların bir türlü son vuruşu yapmaya ellerinin gitmediği “irtica” bugün Türkiye açısından emperyalizmin istediği biricik iktidar biçimi olmuştur.
Emperyalizm 1923’te bu topraklarda ortaya çıkmış bir hesap hatasıyla böyle hesaplaşmaktadır.
Sonuç olarak ülkenin birbirine benzer iki kesiti de karanlık dönemlerin yaşandığı süreçlerdir fakat tarihin doğrultusu asla bir geriye dönüşe çevrilemez. Tarih ilerici olanı yaratmaya mecburdur. Bu ülkede aydınlığı doğuracak güç vardır.
AKP’ye karşı örgütlenmiş bir sınıf hareketi de Sosyalist Cumhuriyeti ortaya çıkaracaktır. Bu Türkiye’nin yazgısıdır. Buradan ya AKP çıkacaktır ya sosyalizm. Başka bir olasılık yoktur. Osmanlının’da yoktu.