YAZABİLMEK.

Mustafa KÖKSAL

 

Yazan her kalem, düşünen her insanoğlu için azda olsa vardır yazmaya karşı bir sevda koşusu. Birde uzun zaman yazıyorsa,  ahkam kesiyorsa, bildik muharrem havasında ise o kötü. İzlendiğini, okunduğunu, takipte olduğunu bilmek onu istemese de şımartır.

Her yazan okunmayı  ister. Ama yazılarını beğenilmek adına köşesinde çok fazla yazıyor ise, kirli çamaşır sözcüklerini de dolduruyor ise, onu gerçek yazan kalemler bir müddet sonra dışlayacaklardır. İster bir ister elli isterse de bin okuyanı  olsun. Eğer onların gözünde yetkinliğin yoksa hiç olursun. Seni anında silerler.

Sonra bakarsın sayfana,  sen  orda , eskimişliğinle kalırsın.  Mutsuzluğunun büyüklüğünü tamda bu anda mutluluğunun ölümü ile orantılı şekilde anlar, seni dışlayanlara çaresizce bakarsın. Emeklerin birkaç kirli sözcük yüzünden uçup gider.

Değer mi?

Bakarsın kalem büyük, ellerin ise ufacık olmuş. Yazmaya çalışırsın önünde bilenlerden bir duvar. Korkaklığın öne çıkar, acaba diye… Yazılarınla yalnız kalırsın, en zoru da o. Hele birde kirli kol altını seven iken bunlar oluyorsa ;”vay ki vay!”

Bir insanın yaşamındaki duruşu da kiminle neyi paylaştığına bağlı. Birine bir sır, yada beraber iş yaparsın sonrada yedi kapıda duyarsın ya işte o senin sonun olur. Aklının bittiği yerde hiç uğraşma, kalemin ilerleyemez.

Aslında etrafımıza bakınca ne kadar ufacık insanlar büyük işleri yapma adına camia içlerinde oluyorlar. Şimdi rüzgara bakmak ve eğer şiddetli esiyorsa ve ustalarda sana yan bakıyorsa, usulca kalemini yere bırakıp adam gibi çekip gitmek lazım.

Çünkü birkaç satır içinde sen , bütünü ile yok olabilirsin.O yüzden yazabilmeli insan, kalemine sahip çıkabiliyorsa.