Hayat akıp giden nehir gibidir. Hızlıca akar gider. Zaman nasıl geçmiş anlayamazsınız.
Doğarız, büyürüz; takvimlerimiz olur hayat denilen zaman sürecinde;
Genç, olgun sonra durgun, yorgun… Sonra tamamen suskun…
Hayallerimiz olur Bu zaman zaafında… Rüya gibi hayaller… Uyandığımızda içinde olmadığımızı anlarız. Uyandığımızda rüya biter çünkü.
Sonra yalnızlığımız gelir yanımıza. En vefalı dost, en sadık arkadaş… Bizi hiç terk etmeyen…
Resimler çizeriz yalnızlığın üzerine, masallar anlatırız, şiirler yazarız, şarkılar söyleriz… Böylece yalnızlık gelir bulur bizi…
Resimde, şiirde, şarkıda tek başrol oyuncusudur… Hayat kocaman bir yalnızlıktır…
“Benim bir yazdıklarım, bir de yazamadıklarım var… İşte yazamadıklarımdır beni yazar eden”
Çünkü yazılamayanlara sus payı verilmiştir. Çünkü yazılamayanlar söylenemeyenlerdir, söylenemeyenlerde başlar duygu yüklü fırtına ve o fırtınada ne gemiler batırırız… İşte hayatın gerçek sesi buradan başlar…
Bir şeyler yaşarken bir yandan da susmak, susların, içinizde yaratığı depremler, sonraları artçı şokları
Sonrasında da enkaz…
Çoğumuza bunları sunmuştur hayat… Çoğumuza çocukluğunda öğretmiştir hayatı, çoğumuza gençliğinde, bazılarımıza yaşlılığında… Ve işte hayat ve insan… Ve işte âdemler, Havvalar ve elma ağaçları…
Düşe kalka büyüdük hepimiz. Ve böyle öğrendik hayatı… Yanlışlarımızla, doğrularımızla
Çoğunluklu yalnızlıklarımızla, yazamayıp sustuklarımızla, yaşayamadığımız aşklarımızla, Rüyalardan uyanmalarımızla, Hayatın çelme takmalarıyla düşe kalka öğrendik işte hayatı…