Mevlâna'nın "Mesnevi'de anlattığı hikâyelerden biri, aslan ile tavşanın hikâyesidir.
Mevlânâ hikâyeye dersler de yerleştirmiştir...
Ormandaki hayvanlar her gün içlerinden birini yakalayıp yutan aslanın korkusundan inlerinden çıkamaz olmuş. Yine de aslan ne yapıp edip her gün birini yakalıyor, karnını doyuruyormuş.
Sonunda hayvanların canlarına yetmiş, bir heyet kurup aslanın huzuruna çıkmış ve tekliflerini söylemişler: "Sana gündelik yiyecek verip doyuralım. Sen de bundan sonra av peşine düşüp ormanı hepimize zehir etme..."
Uzun uzun tartışmışlar. Aslan teklifin altında hile olup olmadığını anlamaya çalışmış. Heyettekiler her dediğine bir cevap vermiş ve sonunda ikna olmuş: Hiçbir zahmete katlanmayacak, hiçbir av teşebbüsünde bulunmayacak ve o günün kısmeti kendi ayağıyla önüne gelecek...
Bu düzen çalışmaya başlamış, hayvanlar her gün aralarında kura çekiyor, kurada çıkan ayağıyla aslana gidip yem oluyormuş. Bir gün kura tavşana isabet etmiş. Ve ilk kez kaderine haykıran tavşan olmuş, "dostlar bana biraz zaman tanıyın, bir hile bulacağım ve bu zulümden kurtulacağız" demiş... Hayvanlar "hilen nedir, söyle de ikna olalım" diye karşı çıkmış ama tavşan ser verip sır vermemiş ve kafasına koyduğunu uygulamaya başlamış.
Aslan, tavşan gecikti diye hiddet içinde pençesini yere vurup vurup kükrüyor, "O alçaklara güven olmayacağını biliyordum, işte saflık ettim ve aç kaldım" deyip duruyormuş...
Tavşan aslana gitmekte epeyce gecikmiş, hilesini tam kurmuş, ve yola çıkmış. İyice kızmış olan aslan tavşanın ağır ağır geldiğini görmüş ama, bakmış ki korkusuz ve çalımlı bir halde geliyor... (Müteessir ve zebun bir halde gelişten suçluluk anlaşılır. Ama cesurluk her türlü şüpheyi giderir.)
Tavşan önüne gelince aslan kükremiş: "Bre adam evlâdı olmayan! Ben ki filleri parça parça etmişim; erkek aslanların kulağını burmuşum! Bir tavşan parçası kim oluyor ki emrimi ayaklar altına alırsın!"
Tavşan aynı korkusuz ifadeyle cevap vermiş: "Efendimiz affederlerse aman dileyeceğim, mazeretim var". Ve anlatmış: "Bana bir başka tavşanı da yoldaş etmişlerdi, birlikte yola düşmüştük. Yolumuzu bir erkek aslan kesti, biz söyledik, padişahımız bizi bekliyor, diye. Ama, o kim oluyor ki sizin padişahınız diye kükredi. Arkadaşım şişmanlık ve güzellikte benim üç mislim olduğu için onu aldı ve gitti. Hem dedi ki, o yolu kendisi kapatmıştır ve oraların padişahı artık odur..."
Aslan çok kızmış: "Nerede o? Haydi düş önüme! Cezasını vereyim. Fakat sözün yalansa seni cezalandırırım!"
Tavşan aslanın önüne düşmüş, önceden tespit ettiği kuyunun başına getirmiş. Kuyuya yaklaşırken aslan tavşanın geride kalmaya çalıştığını sezmiş, "Niçin ayağını geri çektin, gel buraya" demiş... Tavşan, "Elim ayağım kesildi, korkudan ne haldeyim görmüyor musun?" diyerek yanına gelmiş, "O aslan bunun içinde, beni kucağına al koru" diye üstelemiş.
Aslan tavşanı kucağına almış ve eğilip kuyuya bakınca sudaki aksini görmüş... Kucağında kendisinden çaldığı tavşanla düşmanını gördüğüne emin olmuş ve tavşanı bırakıp düşmanına saldırmış... (Zalimlerin zulmü karanlık bir kuyudur, bütün alimler böyle der.)
Aslanı kuyunun dibine gönderen tavşan hemen diğer hayvanların beklediği çayıra dönmüş, onlar da çok sevinmişler.
Tavşan hepsini susturmuş ve nasihat etmiş: "Dışarıdaki düşmanı öldürdük, içimizde ondan beter bir hasım var. Aslan da aslında kendi içindeki hasmına mağlup oldu. Bu öyle bir hasımdır ki bütün bir âlemi lokma edip yutar da, daha fazla yok mu diye bağırır..."
Hayvanlar bu öğütleri dinlemiş, yine de aslandan kurtuldukları için çok memnun dağılmışlar...