Hareketler sözlerden önde gelir!
"Neden böyle yan yan yürüyorsun yavrum" diye sorar anne yengeç çocuğuna. "Düzgün yürüsene! " der.
"Pekâla, anne" der çocuk. "Sen önümden düzgün yürü, ben seni takip ederim. "
Gerçek hayatta da böyle değil midir? İnsanların söylediklerine bakıyorsunuz, bir de yaşantısına bakıyorsunuz, söyledikleri ile yaşantısı arasında hiçbir benzerlik göremiyorsunuz. Onun için atalarımız özü sözü bir olmalı demişler. Mühim olan söylemek değil, söylediği gibi yaşamaktır.
Çocuklarımıza da iyi örnek olmamız söylenmektedir. İyi örnek olabilmek için önce kendimizin düzgün bir yaşantımızın ve söylediğimiz gibi yaşayan birisi olmamız gerekmektedir ki, söylediklerimizin bir değeri olsun.
Söylediği ile yaşantısı bir olmayanların, toplum nezdinde bir değeri ve itibarı da olmaz. Toplum insanların söylediği kadar, yaşantısına da bakar. Söylediklerini kendi hayatında tatbik etmeyen birisinin, toplum içinde iyi bir örnek olarak kabul görmesi o kadar da kolay olmayacaktır.
Yine büyüklerimiz, imamın söylediğini yap, ama gittiği yoldan gitme demişler. Bir insanın sırf dini bilgisi ile toplum nezdinde yer edinmesi ve itibar kazanması mümkün değildir. Din adına bir şeyler söyleyenlerin, sözlerinin dinlenebilmesi ve toplum nezdinde bir değer ifade edebilmesi için, o kimselerin kendi özel yaşantılarının da söyledikleri ile paralellik arz etmesi gerekmektedir. Din adına insanlara tavsiyelerde bulunanlar, önce bu hususta dikkatli olmalı. Nasihatlerinin toplum tarafından kabul görmesi, kendi özel yaşantısının da sözleri ile uyum içinde olmasına bağlıdır.
Gerçek hayatta çokça duyduğumuz bazı sözler vardır ki, bunlar toplumda yaygınlaşmış ve oldukça taraftar toplamıştır. Şu adama bak derler. Güya hacca gitmiş, hacı olmuş. Ama, her türlü hilebazlık, her türlü sahtekarlık, her türlü dedikoduculuk, her türlü kötü düşünce ve kötülük onda. Bu tip düşüncelerin toplum içinde sıkça konuşulması ve dillendirilmesi boşuna değildir.
Hakikaten de, bazı kimseler hacca gitmişlerdir. Fakat hacca gitmekle her şeyi hâllettiklerini zannederler. Hacdan döndükten sonra, gerçek hayatta özel yaşantılarına hiç de dikkat etmezler. Bu insanların, her türlü olumsuz yaşantı ve tavırları diğer insanlara göre daha çok dikkat çeker ve toplum içinde daha fazla konuşulur.
Siyasette de durum böyle değil midir? Siyasi parti lider ve sözcülerinin konuşmalarına bakarsınız, her birisi de birbirinden güzel konuşmalar yaparlar ve bol bol vaadde bulunurlar. Ama, sıra icraata gelince, hepsi de vaadlerini ve söylediklerini unuturlar ve apayrı uygulamalara imza atarlar. Durum böyle olunca da, vatandaş hangi siyasi partiye inanıp güveneceğine karar vermekte bayağı zorlanır.
Arada sırada sözü ve yaptıklarının bir olduğunu gördüğü birileri ortaya çıkarsa da, o siyasi parti ve kadrosuna sonuna kadar destek vermekten kaçınmaz. Şöyle bir geçmişimize bakalım, halkın teveccühüne ve güvenine mazhar olmuş siyasi kadrolar ortaya çıktıkça, halkın ekser çoğunluğunun oylarını almış ve halkın gerçek dertlerine merhem olduklarını görmekteyiz.
İşte halkın içinden gelen, halkın dertleri ile dertlenen, halk gibi düşünen ve halk gibi yaşayan, halkın neye ihtiyacı olduğunu bilen kadrolar işbaşına geldikçe ülkenin yüzü gülmüş, tersi durumlarda da ülke insanlarının yüzü gülmediği gibi, başları da dertden kurtulamamıştır.