Kıssadan hisse, tevazu!..

Orhan YÜCEL

 

Bir adam kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır.
Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey
yapmış olmak için bunu Hacı Bektaş Veli'nin dergâhına kurban olarak
bağışlamak ister. O zamanlar dergâhlar aynı zamanda aşevi görevi görüyordu.
Durumu Hacı Bektaş Veli'ye anlatır ve Hacı Bektaş Veli:
-Helâl değildir diye bu kurbanı geri çevirir.
Bunun üzerine adam Mevlevi dergâhına gider ve aynı durumu Mevlâna'ya
anlatır. Mevlâna ise, bu hediyeyi kabul eder.
Adam aynı şeyi Hacı Bektaş Veli'ye de anlattığını ama onun bunu kabul
etmemiş olduğunu söyler ve Mevlâna'ya bunun sebebini sorar.
Mevlâna şöyle der:
-Biz bir karga isek Hacı Bektaş Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz.
O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.
Adam üşenmez kalkar Hacı Bektaş dergâhı'na gider ve Hacı Bektaş Veli'ye,
Mevlâna'nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektaş
Veli'ye sorar.
Hacı Bektaş da şöyle der:
-Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlâna'nın gönlü okyanus gibidir.
Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü
kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir."
Böylesi tevazu ve incelikle, birbirlerini yermek yerine yüceltebilmeyi
becerebilen insanlar olmamız dileğiyle..
Evet şimdi gelelim günümüz insanlarının böylesine tevazu gösterebilecek
beceriye sahip olup olmadığını irdelemeye.
Günümüzde insanlar bu tip vakalar karşısında değil böyle bir tevazu
göstermeyi, karşısındakini alt etme fırsatı yakalamış olduğu mülahazasıyla,
olanca kin ve hıncıyla hemen ona karşı saldırıya geçer. Onun hakkında doğru
gerçek düşünmeden, iftiralarda bulunur, hakarete varacak sataşmalar yapar ve
karşısındakini böylece küçük düşürmüş olmanın haz ve sefasını sürmeye koyulur.
Hele bir de bu kişiler ve taraflar birde siyasetçi olularsa, seyreyleyin siz
onların birbirleri hakkında neler söyleyeceklerini, birbirlerine karşı nasıl çamur
attıklarını, birbirlerinin sanki rakipleri değilmiş de ezeli düşmanları imişçesine,
acımasızca saldırıya geçmelerini, tahayyül bile edemezsiniz.
Sanki rakip siyasi parti mensubu olmak, illâ ki aralarında bir kan davası
varmış, ve birbirleri ile acımasızca mücadele etmelerini gerektiriyormuş gibi
davranış içinde bulunulmaktadır. Durum böyle olunca da, ülke yönetiminde söz
sahibi olan siyasi parti ve muhalefet partileri arasında ülke menfaatine olacak
konularda bile anlayış ve tevazuya dayalı bir davranış sergilenmesi mümkün
olamamaktadır.
Halbuki siyasi partilerimiz, particiliği ülkeye hizmet yeri olarak
değerlendirmeyi bilebilselerdi, hiç de böylesine dar görüşle hareket edip,
mesailerini birbirlerini yok etmek için değil de, ülkenin menfaatine olacak
kararların alınmasına ayırırlardı. Bundan da, en fazla faydayı ülkemiz görürdü.