HEMŞEHRİLİK DAYANIŞMASI

Şair Ali Öztürk

Toplumda insanlar bir çok işlerini ve sorunlarını aralarında dayanışma yaparak çözümlemektedirler. Bu yerine göre, sülalelerde “akrabalık dayanışması”, köy ve mahallerde “komşuluk dayanışması” tarımda “imece dayanışması”, metropollerde  ise “hemşerilik dayanışması” şeklinde olmaktadır.

            Ancak bu tür dayanışmalar, başkalarının haklarını gasp edici olursa adil ve ahlaki olmaz. Yoksa, “Bu benim amcamın oğlu, yok bu benim köylüm ve yahut bu benim hemşerim” anlayışıyla,  başkalarının hak ettiği bir makamı veyahut herhangi bir şeyi onlara verir veya tahsis edersek” adam kayırma” yapmış oluruz.  

            Maalesef   çoğu zaman, bu husus pek dikkate alınmamaktadır.

Bir devlet kurumuna atama yapılırken veya  devlet ihale açtığında,esasa alınması gereken  gerçek kriterler yerine;  başta siyasi görüş de dahil olmak üzere, bir takım yakınlıklar kriter olarak alınmaktadır.

            Peygamber Efendimiz(SA) Mekke"yi fethedip Kabe"ye girdiğinde  , Kabe"nin anahtarı bir  müşrikteydi. O müşrik kişi, Peygamber Efendimizin anahtarını kendinden alarak Müslüman olmuş birine vereceğini düşünerek anahtarı Peygamberimize uzatır.  İşte tam bu sırada “Emaneti ehline veriniz”  diye bir ayet gelir. Bunun üzerine Peygamberimiz anahtarı o kişiden almaz ve ona “ Kabe"deki görevine devam etmesini söyler”

            Bu ,  bir dini ayettir. Ancak, laik bir çok Avrupa ülkesinde, devlet işlerinde ahlaki ilke ve esas olarak dikkate alınmaktadır. Bizde ise maalesef  her gelen hükümet, “Yeter ki bizim siyasi görüşümüzden olsun da  deneyimi, kariyeri olsun olmasın önemli değil” zihniyetiyle” işe adam değil, adama iş  bulma” gibi uygulamalara itibar etmektedir.

            Bugün birçok metropolde her ilin,ilçenin hatta birçok köyün dahi bir derneği veya vakfı bulunmaktadır. Bunlar aynı il, ilçe ve köyden olan insanlar arasındaki dayanışma ve yardımlaşmayı sağlamaktadırlar. Bu gibi oluşumlar, haksız  kayırmalar olmadığı takdirde toplumumuz için faydalı etkinliklerdir.

            Ben Ankara"da yaşadığım için, diğer büyük şehirlerdeki  Ordululular arasındaki hemşerilik dayanışması hakkında pek bilgim yok.

            Ankara"daki Ordulular arasındaki hemşerilik dayanışması ise bildiğim kadarıyla, Ordulu potansiyeline  göre hiç de iç açıcı değil.

            Kendim ve eşim emekliyiz. Çocuklarımsa, geçerli birer mesleğe sahip olup özel sektörde çalıştıklarından, hemşerimiz vekil ve bakanlardan, ilimize ve ülkemize güzel hizmetler yapmaları, başarılı ve sağlıklı olmaları dışında herhangi bir beklentim olmadığı gibi Ordulular ile olan münasebetleri hakkında da pek bilgim yok.

            Bunun yanında , Emekli Sandığı Genel Müdür Yardımcısı Yavuz Uzun, yine aynı kurumda çalışan  Basri Dalak, Ahmet Baysal ve Sosyal Sigortalar Kurumunda Varol Canik Sayıştay"da Burhan Tokcan gibi bürokratlarla  başta Dr. Haluk Yürür, Dr.Ahmet Bacınoğlu, Numune Hastanesinde Fatsalı Dr. Namık Bey ve Ankara Hastanesinde Dr.Sezgin Aksoy gibi tabiplerle şimdi ismini hatırlayamadığım birkaç  değerli hemşerimizin Ordululara gereken ilgiyi gösterdiklerini duymaktayım. Ayrıca, Em. Gazi Binbaşı Yusuf Ziya Çol da buradaki Ordu ile ilgili kültürel  etkinliklerde, oldukça aktif hizmetlerde bulunmaktadır.

            İş adamlarımızdan ise Çetin İşletmeleri sahiplerinden Onur ve İhsan Çetinceviz  kardeşler bütün sosyal etkinlerin, sponsorluğunu üstlenip,bilhassa vefat eden hemşerilerimizin cenaze defin işlem ve törenlerinde ,şirketlerine ait özel ambulansları ile minibüslerini tahsis ederek , gösterdikleri yakın ilgiyle herkes tarafından takdir edilmektedirler.

             Libya Caddesindeki Ordulular Kültür ve Kalkınma Vakfının Lokali ve Restaurantı ise

Ankara"daki Orduluların buluşma yeri olarak bilinmektedir.

            Ancak, mülkiyeti Ordu Özel İdaresine ait olan Restaurantı, Ordu İl Genel Meclisi aldığı kararla satışa çıkarıyormuş. Biz Orduluların sosyal ve kültürel  dayanışmadan anlayışı da böyle oluyor herhalde (!)

,

             Müteahhit  yapmış yapıyı

             Özel İdare almış tapuyu

             Kim ne diyebilir ki vakfa,

            “Çık” deyip gösterdi mi kapıyı (!)