Abdullah AYDIN
OSMANLININ BULANIK MİRASI
OSMANLI’NIN BULANIK MİRASI
ABDULLAH AYDIN
Bir İmparatorluk düşününüz ki: kuruluşundaki kimlik rengi ile yıkılışındaki rengi arasında, Siyah ile Beyaz kadar fark olsun…
Uzak topraklardan göç edip, Anadolu’da, çeşitli engellemelere rağmen varlığını kabul ettiren, aynı köke dayalı parçalardan birinin, Aşiret yapısından Devlete ve daha sonra koskoca bir İmparatorluğa dönüşmesi müthiş bir olay… İnsanlık tarihinin bu tür olaylara pek fazla şahit olduğunu söyleyemiyoruz…
Aşiretten Beyliğe, Devlete ve İmparatorluğa evrilen Göktürklerin Kayı boyu, Devlet ve İmparatorluğa dönüşürken, taşıdığı kimliklerde de gözle görülür dönüşümlerin yaşandığına tanık oluyoruz. Zaman akışı içinde değişen siyasal, sosyal şartlarda kimlik göstergelerinde belirli değişimler makul karşılanabilir, ancak Orta Asya’dan Akdeniz’e uzanıp yayılmış bir kimliğin yok sayılmasının Dünya’da bir tek örneği var; Osmanlı İmparatorluğu. Yeryüzünde, Osmanlı kadar kimliğini hor gören, onun yok olması için özel çabalar harcayan başka bir örneğe rastlayamıyoruz. Osmanlı devletleştikten sonra, özellikle ‘Türk’ kelimesinden ve sözünden oldukça ürküntü duymuş, konuşma ve yazışma terminolojisinden bile dışlamıştır. Kürt kelimesinden de kaçınılmış, varsa yoksa Arap ve Fars denilmiştir…
Osmanlı’da yetki sahibi Saray erkânının evliliklerinde de, Türk kimliğinden kaçınma eğilimini görmek zor değil. Genelde çok eşli ve cariye sistemli bir yapıda, ana kadınların etnik ve inanç olarak yabancılardan seçildiğini görüyoruz. Altı Yüz Yıllık egemenlik dönemlerinde, anası Osmanlı soyundan olan dört veya beş Padişah varken, Veziriazamların bile çoğunun anası, hatta babası Osmanlı soyundan gelmiyor. Osmanlı sarayındaki kardeş boğazlanmalarının ve kavgalarının ana sebebi de, yabancı kökenli Padişah analarının ihtirasları olarak tarihe geçiyor…
Osmanlı, elinden geldiğince soyundan geldiği insanları Devlet yapısından ve görevlerinden uzak tutmaya çalışmış ve bunda da başarılı olmuştur. Ordusunun yönetim kadrolarını ve koruma ordusu Hassa’yı devşirmelerden, Yüksek Devlet bürokrasisini azınlıklardan oluştururken, ticaretini de yine azınlıklara ve yabancılara teslim etmiş, Anadolu’nun iki unsurunu (Türk ve Kürt) uzak tutmayı yeğlemiştir… Bu gün bile rahatsızlık kaynağı olan toprak dağılımındaki adaletsizliğin temelinde yatan, Osmanlı’nın toprak politikasıdır. Toprakları halka paylaştırmak yerine, muteber saydıklarına ve görevlilerine dağıtarak, kırsal kesimde yaşayanların yoksullaşmasının, marabalaşmasının, müritleşmesinin temel nedeni olmuştur…
Osmanlı’daki kimlik değişimi inançlar üzerinde de yaşanmıştır. Özellikle Halife’liğin gelişinden sonra, İslâmiyet’in bir mezhebi resmi din olarak kabul edilirken, öbür inançlar neredeyse yok sayılmışlardır. Osmanlı-İran savaşlarına mezhep ayrılıklarının neden olduğu tarihsel bir gerçekliktir…
Osmanlı, matbaayı halkına üç yüz yıl dinsel motifleri işleyerek uzak tutunca, kendi mezarını kazmaya başladığı gibi, egemenliği altında tuttuğu topraklarda yaşayan insanların geri kalmasında da başrol oynamıştır. Altı yüz yıllık Osmanlı Coğrafyasından bu gün de dâhil olmak üzere, Dünya insanlığının yaşamında iz bırakan insanların sayısı parmakla sayılacak kadar azdır. Günümüz Türkiye’sinde kişilerin okuma yıl süresi beş yılı geçmiyorsa, bu geri kalmada Osmanlı’nın siyasi korkusu, bilimden uzak duruşunun etkisi göz ardı edilmemelidir…
Osmanlı, Anadolu insanına esas darbeyi Dil, Alfabe, Kültür ve Sanat üzerinden de vurmuştur. Anadolu’da konuşulan diller yerine Arap ve Fars dilleri öne çıkarılmış, yazı ve Edebiyat dünyası ve Resmi yazışmalar, bu dillerden oluşturulan ‘Osmanlıca’ üzerinden yapılmıştır. Bazı sanat dalları yanlış dinsel algılamalarla hepten yasaklanmış, yazılması ve anlaşılması topluma yabancı gelen dil ve yazı yüzünden, Anadolu insanı kendini yeterince geliştirememiş ve Dünya entegrasyonunu sağlayamamıştır. Anadolu’yu gezenler görecektir ki; kısa dönemli Selçuklunun bıraktığı birçok esre rastlanırken, altı yüz yıllık Osmanlının ‘bunu da biz yaptık’ diyeceği herhangi bir eseri bulunmamaktadır Yaptırdıkları Camilerin nedeni de, mezarlarına koruma alanı sağlama isteğidir...
İtiraf etmek gerekir ki, cumhuriyet dönemi de, Osmanlının bıraktığı bulanık mirası tam olarak temizleyememiştir. Cumhuriyet’in şanssızlığı, bürokrasisinin ve siyaset anlayışının Osmanlıdan devraldığı tutuculuğu ve halktan kopuk yapısı ve halka uzaklığıdır… Cumhuriyet yirminci yüz yıl Fantezisine kapılarak, biraz da şartların dayatması ile Uluslaşma ve aydınlanma dönemini tamamlayamadan kendini çok Partili dönem ve asılsız bir özgürleşmenin içinde bulmuş, Demokrasinin ve birlikte yaşamanın taşları yerli yerine oturmamıştır…
Osmanlı’nın Anadolu’ da var olan kimi kimlikleri yok sayma, yok etme politikasının etkilerini günümüzde çeşitli konularda kavgalaşarak ödüyoruz. İnançların birbirlerine karşı bakışlarındaki sertlik, etnik dil ve kimliklerin yeterince özgürleşmemesi toplumsal birliği zedeler durum gelmiş ve ülkenin üniter yapısı tehlikeye girmiştir…
Ülkedeki karmaşa ve bulanıklığın giderilmesinde, Osmanlı’nın yıkılışında ve Cumhuriyetin kuruluşunda emeği ve katkısı olan CHP’ye büyük görev düşüyor. CHP Genel başkanının söylediği gibi, bir asra varmadan kimi değerlerimizi ve kimi markalarımızı yok ettik. Ayakta kalabilen nadir markalardan biri olan CHP, ülkedeki karmaşa ve bulanıklığın, ülke gerçekleri doğrultusunda çözümlenmesi için, her türlü görevi üstlenmeli ve alternatifler üretmelidir…
Ülkemiz gerçekten çeşitli tehlikeler altındadır. Bu ülkede birlikte ve mutlu yaşamak istiyorsak, hiç kimse ‘sadece ben’ dememeli, roman kahramanlarının dediği gibi ‘Birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için’ diyebilmeliyiz…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.