Doç. Dr. Birol ERTAN
JAPONYA ve Nükleer Kabus
JAPONYA ve Nükleer Kabus
Asya’nın en gelişmiş ve en demokratik ülkelerinden birisi olan Japonya, tarihinde büyük felaketlerle boğuşmuş bir ülke olarak göze çarpıyor. 2. Dünya Savaşı sonunda ABD tarafından atılan iki nükleer silahın izlerini hala silemeyen Japonya, aradan geçen 66 yıl sonra yeniden nükleer bir kabusla karşı karşıya kaldı.
378 bin kilometrekareye yaklaşan topraklarında 130 milyon dolayında nüfusuyla Japonya, 15 yaş üzerindeki nüfusun okur yazarlık oranının %99’un üstünde olduğu Kuzey Pasifik ile Japon Denizi arasında kalan bir ada ülkesi.
İkinci Dünya Savaşı’nda 1945 yılına gelinceye kadar Japon kentleri ağır bombardıman altında yıkımı yaşarken, bazen günde 500 uçağın saldırdığı bomba fırtınasıyla büyük kentleri adeta bir moloz yığınına dönüştürülmüştü. İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarında teslim olmaya hazırlanan Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine ABD tarafından 1945 Ağustos’unda 3 gün arayla atom bombası atılmıştır. Bu bombalama sonucunda 300 binden fazla insan yaşamını yitirmiş ve kullanılan nükleer silahın etkileri yıllarca hissedilmiştir. Özellikle Hiroşima ve Nagazaki kentlerinde uzun yıllar kanser başta olmak üzere İkinci Dünya savaşında kullanılan nükleer silahtan kaynaklı birçok ölüm ve ağır yaralanmalar devam etmiştir.
Kirli bir savaşın acısını çeken yüzbinlerce masum insan, gelecek planlarının gereği (!) olarak kullanılan nükleer bombalar sonucunda katledilmiştir. Japonya, 2. Dünya Savaşı sonunda ülkesinde kullanılan nükleer silahın acılarını hala atamamışken, geçtiğimiz günlerde büyük bir felaketle daha sarsılmıştır.
11 Mart 2011 tarihinde dünyada görülmüş en büyük beşinci depremle sarsılan Japonya, depreme hazırlıklı yapılarıyla bu felaketi atlatmayı beklerken, okyanusta dev dalgalar yaratan Tsunami felaketiyle binlerce insanını birkaç saat içinde kaybetmiştir. Japonya için asıl felaket, ne büyük depremden ne de Tsunami dalgalarından kaynaklandı. Deprem ve tsunami sonrasında özellikle Fukuşhima Daiichi nükleer santralında kontrol edilemeyen bir durum ortaya çıktı ve denize, toprağa ve havaya yüksek oranda radyoaktif maddeler sızmaya başladı. Japon yetkililerin bütün çabalarına karşın nükleer santralde kontrol edilemeyen sızıntılar tehlike boyutları artarak devam ediyor.
Fukuşhima Daiichi nükleer santralındaki durum o kadar vahim ki, santral çevresinde tsunamiden kaynaklı olarak hayatını kaybeden bin dolayında insanın cesetlerinin radyoaktif tehlike nedeniyle toplanamadığı bildiriliyor. Küresel bir felakete dönüşme sinyali veren nükleer santral sızıntıları, kontrol edilemeyecek noktaya geldiği için nükleer santralın yüzbinlerce tonluk malzeme ile üstünün kapatılması planı yapılıyor. Bu yapılsa bile nükleer sızıntının yeraltı suları ve topraktaki kalıcı etkilerinin önlenmesi söz konusu olamayacak.
Japonya’nın yaşadığı nükleer santral felaketi, dünyanın karşı karşıya olduğu çevresel felaketlerden yalnızca birisidir. Dünyanın değişik bölgelerinde çok sayıda nükleer enerji reaktörü, herhangi bir doğal felakette patlamak üzere var olmaya devam ediyor ve her geçen gün yenilerinin kurulması söz konusu.
Uluslararası toplantılarda sürekli yenilenebilir enerji kaynaklarının geliştirilmesi üzerine söylevler veren uzmanlar, yarınlarda yaşanacak yeni bir doğal felaketle dünyanın herhangi bir yerinde nükleer bir kabusla uyanma olasılığının neredeyse kesin olduğunu haykırmaya devam ediyorlar. Bütün bunlara rağmen, dünyanın değişik bölgelerinde nükleer kabus yaratacağı kesin olan enerji tesisleri ve nükleer silahlar üretilmeye devam ediyor.
Ne diyebiliriz ki, insanlık, kendi geleceği için en büyük tehdit olduğunu kanıtlamaya devam ediyor.