16 MARTLAR
14 yaşım gençliğimin, güzelliğimin en özel günleri. Etrafında çok farklı duyguların yaşandığı aşkların yeni yeni yaşamımıza girdiği, çocukluktan gençliğe geçtiğin yıllar. Yürürken hani denilir ya ...
16 MARTLAR
40 yıl öncenin acılarını anımsatmak birilerini rahatsız edecek eminim ama hatırlamamakta kendime geçmişime ihanet. Çünkü bu günlerin beyinlerimize kazılan isimleri benim beynimde hala en özel en önemli en değerli kişi olarak hiç yıpranmadan duruyor.14 yaşım gençliğimin, güzelliğimin en özel günleri. Etrafında çok farklı duyguların yaşandığı aşkların yeni yeni yaşamımıza girdiği, çocukluktan gençliğe geçtiğin yıllar. Yürürken hani denilir ya “ bastığı yeri sallıyor” işte öyle yıllar da tanıştım 12 Mart askeri cuntasıyla. Kimileri için dört gözle beklenilendi bu gün. Kimimizin de geleceğini yaratacaktı 12 Mart ardından gelen günler..Her zaman olduğu gibi bu tarih ne yazık ki yine SOL’u, Sosyalistleri tüketmek üzere kurgulanmıştı.
Türkiye’de üniversitelisinden, kamu çalışanına öğretmenine, doktoruna, mühendisine, köylüsüne, kentlisine puslu havayı sevenler onları ava çıkmıştı.. Bu av kendilerince bir avdı yöntem “yok etme “ üzerine kurgulanmıştı. Vur, öldür, yok et. Solcuysa, sosyalistse katlet. Nurhak, Kızıldere, Munzur, İstanbul Maltepe gibi operasyonlarda, kentlerde, sokaklarda, evlerde, köylerde, dağlarda yok etme operasyonuydu 12 Mart Cunta’sının yaptıklarının bir diğer adı. Bizlerin gönül bahçelerinde taht kuran, yol önderlerimiz Ulaş Bardakçı, Hüseyin Cevahir, Sinan Cemgil, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya’nın da aralarında bulunduğu çok sayıda devrimci genci katletmişti bu canavarlar katliamlarıyla kalmıyor uğradıkları yerleri, ayrıldıkları köyleri de talan ediyorlardı.
Genç, yaşlı binlerce kişi işkenceye tabi tutuluyordu, Hukuksuzluk sarmıştı etrafı sanık avukatı ne demekti unutulmuştu bile.
Çok kez anlattığım uzun acı yaşam öyküleriyle sizleri bir kez daha üzmeyeceğim ama 12 Mart konuşurken 6 Mayıs’a değinmezsen kendimden utanırım diyerek ‘68 gençliğinin Üç Lideri, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan 6 Mayıs 1972 günü sabaha karşı Ankara Merkez Kapalı Cezaevinin bahçesinde idam edildiklerini bir kez daha gözlerinizin önüne getirin derim ve devam ederim; O bahçe ki bu gün halkın ziyaretine açıldı ama kaç kişi acaba gidip kendileri için yağlı urgana çekilen aslanları anımsamıştır, anmıştır. Duygularım hep bu ikilem arasın da gidip geliyor. İdealler, yola inanma, bir yola baş koyma, birlikte yola çıkma, yoldan ayrılanlar, yolda yaşamları bitenler, soluksuz kalanlar, geçmişi tamamen unutanlar, kendilerinden kaçanlar, anılardan kaçanlar uzaklaşanlar.
Aslında yorgun düşürüyor bütün bu saydıklarımı erken yaşta düşünmeye başlamış olmak yükümü ağırlaştırıyor ama ne yazık ki bütün bu dönemler benim geçmişim yıllarım, mazim ve belki de geleceğim.
Yıllar geçiyordu belki de ömürün sonu yaklaşıyordu kaygılar vardı, korkular vardı ( bunu söylerken bu da nereden çıktı denile bilir ama ben öyle olduğunu düşünüyorum), ihanetler yaşandı, yeni dostluklar kuruldu. 1974 yılında bize hep bir ağızdan şarkı söylemeyi öğretti Yılmaz Güney’in Arkadaş filmi.
Onlar şarkı söylemez, onlar şiir okumaz, onlar halay çekmez, onlar sevmez deniyordu ama sevmeyi de, türküyü de, şiiri de hep birlikte söylüyorduk. Birlikte gitmiştik filmi izlemeye birlikte çıktığımız da gözlerimiz yaşlıydı bize “ağlamamamız lazım” deniyordu ama işte biz ağlıyorduk ta. Bizde insandık.
“Bir kıvılcım düşer önce, büyür yavaş yavaş
Bir bakarsın volkan olmuş, yanmışsın arkadaş
Dolduramaz boşluğunu ne ana ne gardaş
Bu en güzel, bu en sıcak duygudur arkadaş
Ortak olmak her sevince, her derde, kedere
Ve yürümek ömür boyu, beraberce, el ele
Olmasın hiç o ta içten gülen gözlerde yaş
Bir gün gelip, ayrılsak bile seninle arkadaş
(Yollarımız ayrılsa bile seninle arkadaş)
Evet arkadaş; kim olduğumu, ne olduğumu
Nerden gelip, nereye gittiğimi sen öğrettin bana
Elimden tutup, karanlıktan aydınlığa sen çıkardın
Bana yürümeyi öğrettin yeniden
El ele ve daima ileriye
Bir gün.
Bir gün birbirimizden ayrı düşsek bile
Biliyorum, hiçbir zaman ayrı değil yollarımız
Ve aynı yolda yürüdükçe
Gün gelir ellerimiz yine dostça birleşir
Ayrılsak bile kopamayız arkadaş.” demeyi öğrendik hep birlikte.
Bu söylediğimiz şarkılar, türküler, şiirler adeta bir çağırıydı “ beraberlik çağrısı” korkuttu sinsice sotaya yatıp bizi seyredenleri bu bütünlük, birliktelik bu yürüyüş marşı ürküttü. Ve devam ettiler;
16 Mart günü birleşti erktekiler, faşistler elele vererek kana buladılar İstanbul Üniversitesinin önünü. O üniversitenin önünden oysaki Erdoğan İnce’nin dediği gibi Pir Sultan’lar gelip geçmişti, Nazım’ın yazdığı gibi bu meydana şiirler yazılmıştı katiller bir katliam tarihi daha yazdılar, 16 Mart 1978 günü İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önünde 7 öğrenciyi katlederek.
Her daim olduğu gibi birleşmişti istihbaratçı ve ülkücüler kanlı tarihlerin yazmak için gururla elele yürümeye devam ediyorlardı.
16 Mart Katliam'ında faşistlerin katlettiklerini söyledikleri Abdullah Şimşek, Baki Ekiz, Cemil Sönmez, Hamit Akıl, Hatice Özen, Murat Kurt, Turan Ören halbuki onların yazdıkları kanlı tarihlerinin sayfasına değil bizlerin gönüllerine kazınacaktı işte öylesi bir gün yarın 16 Mart.
12 Mart acımasız geldi yıllar geçip gitti. Bu yürekler ve bu bedenler bin kat daha zalim 12 Eylül’ü yaşadı. Sevdalar, sevgililer, umutlar, hayaller, dostlar, arkadaşlar yanımızda, kollarımızda, zindanlarda, yollarda, sokaklarda katledildi.
1980’li yılların yaşanmışlıkları sözlerle ifadede zorlanan, yazılarla kelimeler yetmeyen sayfalar uçuşan birbirini kovalayan kitaplar dolduracak anılar, acılar, hasretler, hüzünler, gözyaşları.80’li yıllardan 1988 yılına gelindiğin de 16 Mart takvim sayfalarının notlarına bakıldığında yine bir katliam çıkar karşımıza zalimle, mazlumun yaşam öyküsüdür bu tarihin notları savunmasız halkla iktidarın halkı yok etme operasyonudur 16 Mart 1988 Halep’çe Katliamı.
Dillerde artık çok söylenmeyen yazılara dökülüp bu günlerde paylaşılmayan o günleri anımsamak istedim. Birde uzun yıllardır üzerimde yük olan teşekkür borcumu sunmak istedim bu yazımla ulaştırmak istedim sahibine.
Halep’çe Katliamı, halkı katletmek üzerine kurgulanmış bir katliamdır. Anaların sarılmış bebeleriyle katledilişi, yok edilişidir, Utançtır, ibrettir devam eden katliam zincirlerinin 1980’li yılların sonlarındaki halkasıdır.Ve zalime karşı mazlumun yanında olma zamanıdır. Bir sosyal demokrat partinin Kadın Kolları olarak insan olan herkesin duyma zamanıdır bu acıyı bizde öyle yaptık iç isyanımızı dışa vurarak haydi görev zamanı diyerek kolları sıvadık düştük yollara. Belediyeler, eş, dost, gönüllü aradık destek aradık ilanlar verdik katliamı protesto eden gazetelere ve planımız 2 TIR giyecek, gıda, sağlık ve temizlik malzemesi yardımını yollamaktı bu bizlere sığınmış çaresizlere. Komisyon başkanı olarak sabah akşam demeden yolda sokakta koşturuyordum arkadaşlarımı harekete geçiriyordum Adeta 1974 yılında Arkadaş şarkısını söyler gibi beraberce örüyorduk ağı. O kapıdan nazikçe kovuluyor diğer kapıyı çalarken kovulduğumuzu unutup yeni bir heyecanla çalıyorduk kapıyı. Kararlıydık ya başardık. 1 hafta içinde yiyecek, içecek, sağlık malzemesi her şey hazırdı. “TIRLARA YOLUNUZ AÇIK OLSUN “dedik. O süreçte bir kapı daha çalmıştım Kadın Komisyon üyemiz Türkan Tuncer’le birlikte. Hemşerisiydi “birlikte gidelim” demiştim. Türkan abla da olumlu karşılamıştı. Gittik kapıyı çaldık ilk kez karşılaşmıştım takım elbiseli bu beyle ben. Daha sonra ki yıllar pek çok kez görecektim takım elbiseli bu beyi. Ali Haydar Veziroğlu idi bu kişi. Bir Belediye Başkanımızın referansıyla çalmıştık kapıyı. Açılan kapının ardında toplanmış halılar ve eşyalar gördük. Bir hareket vardı bu iş yerinde. Bizi kapıda karşılayan Veziroğlu işlerinin kötü olması nedeniyle iş yerini taşıyordu. Biraz da utanarak, sıkılarak istemiştim katkıyı. Aslında çok zordu benim için bu işleri yapmak sanki kendim için istiyorcasına üzülür ve sıkılırdım ancak yıllardır yaptığım yöneticilik nedeniyle çok böyle kapı çalmıştım çok kapıdan geri çevrilmiştim. Bu kapı Veziroğlu’nun o günkü koşullarına rağmen açıldı ellerimin arasına bir deste para bırakıldı. Tutanak tutup iki arkadaşımın imzasıyla teslim aldım parayı ve zıplayarak koyuldum il binasının yoluna. Mutluluğum yardım kampanyasının başarıyla sonuçlanması, çok kısa sürede hazırlanmasının yanı sıra kapıdan geri çevrilmediğin içindi yıllardır boynumda borç olan bu teşekkürü Sayın Veziroğluna bu yazımın içinde yolladığım için mutluyum ama acı anılarla dolu 16 Martı sizlere anımsattığım için üzgünüm. Bize bu günleri yaşatanlar hala böylesi günleri yaşatmaya devam ediyor ne yazık ki.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.