“AYNAYI TUTTUM YÜZÜME”

“AYNAYI TUTTUM YÜZÜME”

“Zarar vermemek için geçmişe ve emeklerinize gemi içindesessizce bir limana yanaşır siz de bu gemiden sessizce inersiniz veya bağırır isyanınızı dile getirirsiniz.” Emel Sungur “AYNAYI TUTTUM YÜZÜME” Aslında bakıldığında gevreğimizi içe dürmed

 

“Zarar vermemek için geçmişe ve emeklerinize gemi içinde sessizce bir limana yanaşır siz de bu gemiden sessizce inersiniz veya bağırır isyanınızı dile getirirsiniz.”
                                                                                                                     Emel Sungur
“AYNAYI TUTTUM YÜZÜME”
 
 
Aslında bakıldığında gevreğimizi içe dürmeden her birlikte elimize
 
birer ayna alıp Aynaya bakmalıyız
 
Neler görürüz acaba yüzlerimizde. Acının derinliklerinin bıraktığı
 
derin çizgilerinin arkasına saklanmış, sevgiler, sevgisizlikler,
 
ihanetler, sırttan vurmalar, dostların darbesi, üretmeyenlerin
 
tüketmesi neler neler. Ama bunları yok saysak ta yerleşmiştir
 
bedenimizin her hücresine çizgilerse dışa vurumudur tüm bu
 
yılların.
 
Bu sadece benim yolculuğum sizlere yolculuğumu anlatmaya
 
çalışacağım. Bu yolculuk ülkede yaşanan sıkıntılar sorunlar içinde
 
belki de diğerlerinin yaşadığına göre en hafif acıların yaşandığı
 
yolculuk.
 
Ama yollarda neler gördük, nelerle karşılaştık, hangi istasyonlara
 
uğradık, kimleri yitirdik, kimler son vagondan tutunmuşken
 
ellerimin üzerine basarak bizi vagondan attı hepsini gözler önüne
 
bir kez de olsa koymak kararındayım. Bunu yaparken dökmeden
 
tüketmeden yazıp zarar verme yerine ders almayı düşündüğüm için
 
en fazla da kendimi sorgulayacağım.
 
Belki birden bire mevzunun ortasına düşer gibi başlayacak yazım
 
ancak bu konuda çok iddialı olmadığım için sadece duygunun dile
 
dökülmesi diyerek yazımı okuma yerine hissetmenizi rica ediyorum
 
sizlerden.
 
Yaşamda dışarıdan gelen saldırılara maruz kalmak, yakın
 
tanımadıklarının ihanetine uğramak, emeklerin ilgisiz insanlar
 
tarafından yok sayılması bunlar insana hiç mi hiç dokunmaz belki
 
de rüzgarın uğultusunun bıraktığı hafif bir esinti gibi gelir geçer.
 
Ona sadece geçmişin çok özel bir filmine isim olan “ RÜZGAR GİBİ
 
GEÇTİ” diyebiliriz. Bu uzaktakilerin attığı darbeler belki de geriye
 
bir ferahlama, bir rahatlama bırakıp gidiyor bile olabilir. Belki
 
de insanın omuzlarındaki yükü hafifletir. Ve dersin ki bu rüzgar
 
bana “VIZ GELİR TIRIS GİDER”.
 
Ama bazı rüzgarlar vardır ki keşke dersin “ Kara toprağa
 
sarılsaydım”. İşte şimdi anlatacaklarım böyle karar verme sürecine
 
girdiğimin zamanını gösteriyor. Çünkü sistem hazırdır bölüp
 
parçalamaya o parçalanmaya izin vermemek için, ona neden
 
olmamak için sessiz bir gemi içinde bir limana yanaşır ve gemiden
 
inersiniz. Yolculuk bitmiş midir? Elbette hayır eğer yaşıyor ve soluk
 
alıyorsanız bu kavga hiç bitmez. İnanmamışsan eğer parmaklarının
 
ucuyla tutmuşsan halatı, yola laf olsun diye çıkmışsan burada
 
inmiş bir sonra ki durakta inmiş hiçbir şey fark etmez. Ayrıca hiç
 
düşmemiş olsanız bu yol kervanına, hiç çıkmamış olsanız bu yola
 
herkesin gücünü daha iyi görmüş olmasına da yardımcı olursunuz.
 
YOL VE YOLCU;
 
Ömür acaba tek bir yolculuk için mi vardır yoksa her gün bir
 
yolculuk mudur? Yaşam da en değerli olan hesaplar mıdır? Yoksa
 
dostluk mudur? O kadar karmaşık ki duygularım “neden? ” diye
 
sorulsa tek cevap herhalde gelecek kaygısı olur bir sürü insan
 
için ama benim içinse geçmişin de yok olacağı kaygısındandır
 
huzursuzluğumun nedeni. Herkesin söylediği sözdür “kazançlarımızı
 
vermeyeceğiz” bu kazanılanlar nasıl geçmiştir ellere, yaşamın
 
içinde nasıl şekillenmiştir? Neler yaşanmış neler verilmiştir
 
bunların bedeli olarak. Tüm bunların da ötesinde gidenler ve yerine
 
konulanlar nelerdir? Yerine konulanlar hacim olarak onun yerini
 
doldururda içini de doldurur mu? Huzur bulur mu insan gece yalnız
 
kaldığın da “ ben rahatım” diyebilir mi?
 
Şimdi geçmişin bende bıraktıkları izleri fotoğrafları sıralayayım
 
elbette bunların hepsini ben yaşamadım ama yaşayanlar da benim
 
gibi insandı dolayısıyla bende onlarla yaşadım;
 
Açlık, yoksunluk, yolsuzluk, yalnızlık, taciz, tecavüz, şiddet, inkar,
 
yok sayma, işsizlik, evlat acısı, kazalar, patlamalar, yok olan doğa,
 
çevrenin yok oluşu, toprakların satılışı, katliamlar. Bunlar herkesin
 
dünyasının yaşanmışlıklarının sıralanması.
 
Biz neresindeyiz tüm bunlar yaşanırken bu kirli dünyanın.
 
“Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın mı” o’ mu yaşamımızı
 
şekillendiren, “ dostun gülünü atanlar mı, yüzüne o gül çarpanların
 
yanımı bizim yerimiz, “ aşımıza ekmeğimize göz koyanlar” ın
 
yanında mı yoksa bizim koltuğumuz. Bütün bunları zaman zaman
 
düşünür müyüz? Sık sık herkese aynayı yüzünüze tutun diyerek biz
 
aynayı yüzümüze tuttuğumuzda çoğumuzun yaptığı gibi “saçım yine
 
ayni, yüzüm hiç değişmemiş, çizgilerim yok kısacası bende hiçbir
 
değişiklik yok o zaman ben hep doğruyum” yalanına kendimizi
 
kaptırıp bütün yaptığımızın doğru olduğuna önce ayna karşısın da
 
kendimizi ikna eder bundan sonra da yola çıkıp hep ben doğruyum
 
diyerek bir şartlı refleks içine girip gözümüzü kapayıp, kulağımızı
 
tıkayıp mı devam ederiz yaşama.
 
Aslın da itiraza gerek yok bu yolculukta hepimizden bir parça vardır
 
ortak olan.
 
Hepimiz bir parça da olsa kirlendik o halde.
 
Hiç içimiz sızlamadan geçmişi eleştiririz 17 yaşında bizler
 
için yaşamına son verilenlere dahi dil uzatırız, bir şeye kızmış
 
isek her şeyi herkesi katarız bu katarın içine vicdansızca. Yiğit
 
delikanlıların, gelinlik kadınların yaşamlarının bu yola feda edip
 
dönüşü olmayan yola gittiklerini bile bile “ siz yok musunuz, siz
 
değil misiniz bu günün nedeni, şöyle yapsaydınız böyle olmazdı”
 
demez miyiz. Ne acımasızdır bu eleştiriler unuturuz gidenlerin
 
soluk almadığını bizlerin soluk alıp verdiğini, olanakları olanların
 
yazları tatile gittiğini, yediğini, içtiğini, sıcak evlerde oturduğumuzu
 
unuturuz. Ve bu yolculadıklarımıza “toprağı bol olsun çok ağır
 
bedeller ödediler” bile demekten çekiniriz. Kalabalık olan, basının
 
olduğu, izlenilen yerlerde de övgüler de dizeriz böylesi bir riyakarlık
 
için de tüm gidenlere. Çok kirlendik bu anlamda çok.
 
Bize ne oldu bizler hazır mıydık sistemin dayattığı bu kirlilikte
 
yerimizi almaya onun için mi böyle olduk neden?
 
Şimdi seçim geliyor göreceğiz örgütlerde ki savrulmaları, yıllardır
 
yaşadığımız örgüt boşalmalarını, adaylıkları. Yola çıkarken ne
 
için bu yola baş koyduklarını unutup parti kapılarını aşındıranları,
 
ağızlardan çıkarken dahi çok özenle söylememiz gereken dernek
 
vakıf isimlerinin başında kullanılan o ilahi isimlerin siyasi arenada
 
nasıl kullanılacağını göreceğiz. Başladı adaylıklar, adaylıklar
 
açıklanırken de kendileri için söyledikleri ilk söz “ hak ettim,
 
emeğim çok”. Kimin emeği çok olabilir bizi bugüne taşıyan
 
önderlerimizden, kimin hakkı olabilir o isimleri kullanarak siyaset
 
yapmaya, kim izin verir böylesi önderlerin adının labirent gibi bir
 
odadan bir diğer odaya açılan parti binalarında dolandırmaya.
 
Bütün bu yazdıklarım okununca belki de “ ben derviş miyim? Böyle
 
davranayım bana bir şey yok mu? ” diyen olacak. Ama gelen günler
 
zor günler ya itaat edeceksin ya da gidenler gibi başını dik tutup
 
yağlı urgana geçireceksin. Bu inanılan yollar için dervişte olunur,
 
Abdal’da olunur, Zühre’de olunur, Tahir’de eğer yüreğin bu yola baş
 
koymuşsa yürek beyini, beyin yüreği yönetiyorsa her şey olunur.
 
“Ben Pir’imi Hak bilirim
 
Yoluna kurban olurum
 
Dün doğdum, bugün ölürüm
 
Ölen gelsin işte meydan..” (Hatayi)
 
En yakın birliktelik olarak İzmir Mitinginin birlikteliğine katılıp
 
yürekten beraberliği yaşamak ve yeni bir birlikteliğe kadar
 
sessizce gemiden limanda inip sağa sola savrulanlara sadece el
 
sallamak lazım. 19.02.2011
 
Emel SUNGUR

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum