Demokrasi Meftunluğunun Sakıncaları

Demokrasi Meftunluğunun Sakıncaları

“Demokratizm”. Başka bir deyişle, piyasa ekonomisi-kapitalizm yolcuları, gerçek niyetlerini sakladıkları dönemde hep demokrasi ve demokratikleşme vurgusunu öne çıkarıyorlar. İdeolojik zaaf içindeki parti yönetimi ve kadroları da demokrasi vaazlarının ard

Demokrasi Meftunluğunun Sakıncaları

                                                              Metin Çulhaoğlu


Sovyetlerin neden çöktüğünü merak edenler, geçenlerde yayınlanan bir kitabı mutlaka okumalılar: İhanete Uğrayan Sosyalizm, Sovyetler Birliği"nin Çöküşünün Arka Planı (Roger Keeran ve Thomas Kenny, çeviren: Murat Akad, Yazılama Yayınları).

Kitapta, çöküşün maddi temellerinin yanı sıra, bunlara eşlik eden saptırıcı bir ideolojik yönelime de işaret ediliyor: “Demokratizm”. Başka bir deyişle, piyasa ekonomisi-kapitalizm yolcuları, gerçek niyetlerini sakladıkları dönemde hep demokrasi ve demokratikleşme vurgusunu öne çıkarıyorlar. İdeolojik zaaf içindeki parti yönetimi ve kadroları da demokrasi vaazlarının ardındaki asıl amacı göremiyorlar.

“İşlem” böyle tamamlanıyor.

* * *

Tarihsel olarak bakıldığında, kapitalist girişim özgürlüğü, serbest rekabet ve piyasa ile demokrasi arasında hayli meşkûk bir bağ kurulduğu görülür. “Meşkûk” (kuşkulu) sözcüğünün kullanılmasının nedeni, serbest piyasacılığın ilk ve sistemli savunucularının çoğunda öyle özel bir demokrasi tutkusunun bulunmamasıdır. Ama zamanla böyle yerleşmiş, kabullenilmiştir. Günümüze doğru ortaya çıkan bir nüansla birlikte: Geleneksel burjuva ideolojisi (liberalizm) “serbest piyasa demokrasiyi getirir” derken, aynı ideolojinin bugünkü sol-liberal destekli versiyonunda söylenen, başat olarak şudur: “Demokrasi bu kadar gerekli ve kutsalsa, teşebbüs özgürlüğünü ve piyasayı da sineye çekmek zorundayız...”

Peki, bu durumda “işte burjuva ideolojisi, liberalizm, sol-liberallik böyledir, böyle der” deyip işi orada bırakmak mı gerekiyor?

Kulağa pek cazip gelen demokrasi söyleminin, liberallerin ve sol liberallerin ötesinde, sosyalistler ve emek örgütleri açısından gündeme getirdiği kâzib (yanıltıcı-yanlış) yönelimler hiç mi söz konusu değildir?

* * *

Ülkede emekçilerin verdikleri mücadele bağlamında şöyle bir düşünelim.

Emekçilerin örgütlenme, sendikalaşma, toplu pazarlık-toplu sözleşme hak ve özgürlükleri için verdikleri mücadelenin demokrasiyle ilişkilendirilmesi normaldir. Aslında bunlar da düpedüz sınıf mücadelesi kategorisine girer; ama bu alandaki mücadelelerin, temel hak ve özgürlükler dolayımıyla “demokrasi” başlığına taşınmasında sakınca görülmeyebilir.

Ne var ki, daha dikkatli bakıldığında bunun ötesine geçildiğini görüyoruz.

Yukarıdaki temel hak ve özgürlüklerden yararlananlar bile, ücretlerin düşüklüğü, işsizlik, işten çıkarmalar, emeklilik, sosyal haklar, çalışma koşulları, emek süreci ve giderek IMF ile ilişkiler gibi sorun alanlarını da nedense “demokrasi” bağlamında ele alır oldular. Bu ve benzeri başlıklarda mücadele verenler, verdikleri mücadelenin “demokrasi mücadelesi” olduğunu söylemeye başladılar.

Söylenecek şudur: Bütün bunların asıl olarak, temelde demokrasi ve demokrasi mücadelesi ile ilişkilendirilmesi, ilk bakışta “masum” da görünse vahim bir hatadır ve son tahlilde mücadele edenlerin elini zayıflatacak içerik taşımaktadır.

Biri teorik, diğeri pratik iki nedeni vardır.

Teorik neden: Sorunun, gelişen, güçlenen veya gelişip güçlenmesi gereken demokrasiye sermaye egemenliğinin kilit vurması ve onu bir noktada kendine göre sabitlemesi şeklinde ele alınması, sakat bir yaklaşımdır; çünkü tarihsel bir kategori olarak demokrasinin kendisinin sınıfsal anlamda doğal sınırları ve belirlenmişlikleri vardır. Başka bir deyişle, bazı şeyleri aşmak için demokrasinin kendisini de aşmak, onun ötesine geçmek gerekir. Öbür türlüsü, insanlık tarihini “demokrasi mücadeleleri tarihi” şeklinde okumayı, sosyalizmi de “demokrasinin en ileri (gerçek!) biçimi” olarak görmeyi gerektirir.

Marksizm"le hiçbir ilgisi yoktur.

Pratik neden: Gündemde ne varsa hepsinin, her şeyin “demokrasi” bağlamında düşünülmesi halinde, özel teşebbüs özgürlüğünün “demokrasinin bir gereği” sayılmaması için inandırıcı herhangi bir neden bulunamaz. Gene de “demokrasi” diye tutturulursa, bu kez karşınıza “ekonomik ve sosyal konsey”, “sosyal diyalog” ve “üçlü istişare yapısı” (hükümet-işçi-işveren) gibi şeyler çıkarırlar, sizin de söyleyecek lafınız kalmaz.

Karşınıza geçip derler ki “ücret, işsizlik, sosyal hakları ve benzeri alanlardaki taleplerinizi demokratik yapılanmalar olarak buralara getirin, hakkınızı buralarda arayın.” Buna karşı cevaben “ama gerçek demokrasilerde...” diye başlayan şeyler söylerseniz iyice batağa gömülürsünüz.

Çünkü “en gerçek demokrasilerde” bile ancak bunlar vardır, ötesi yoktur. “Ötesinin” olabileceği ortamı ise “demokrasi” diye tanımlamanın anlamı yoktur. Emeğin özgürleştiği ortamda demokratik mekanizmalar elbette olacaktır; ama bu mekanizmalar herhangi bir demokrasi anlayışının sonucu olarak değil demokrasinin kendisinin aşılmasıyla, emek sömürüsüne son verilmesiyle devreye girecektir.

Dünya henüz burjuva devrimler dönemini yaşarken; işçi sınıfının yanı sıra eski düzenin temsilcilerinin, monarşi yanlılarının, liberal burjuvazinin, küçük burjuvazinin, devrimci demokratların ve başkalarının at oynattıkları ortamlarda, işçi sınıfının siyasal iktidarını “demokrasi savaşının kazanılması” şeklinde tanımlamak (Manifesto) mümkün olabilirdi.

Bugün değildir.

* * *

Gidiş, gerçekten tehlikelidir.

Tehlikeyi artıran etmenler arasında, bir kez daha “demokrasi” bağlamında olmak üzere, “kimlik politikalarının” var olan ve tasavvur edilebilecek her tür toplumsal mücadelenin üzerine yıkılması, onu kendine benzetmeye çalışması da yer almaktadır.

Belirli bir toplumsal sınıfa mensup olmak, bir “kimlik” değil toplumsal bir konumdur; sınıf mücadelesi de, sınıfın diğer kimliklerin yanına kendi kimliğini eklediği bir mücadele değildir.

Ancak ne yazık ki pek çok çevrede böyle görülmeye başlamıştır:

Kürt kimliğinin, Alevi kimliğinin, cinsel tercih kimliğinin ve başka kimliklerin yanına bir de “sınıf kimliğinin” eklendiği garip bir durum...

Bırakın işçi sınıfının iktidarını ve sosyalizmi, ciddi bir sınıf mücadelesi bile bu anlayışın aşılmasını mutlaka zorunlu kılmaktadır.

Korkmayalım, kimi konularda biraz daha “sınıf indirgemecisi” olalım!

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/metin-culhaoglu/demokrasi-meftunlugunun-sakincalari-20916

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.