Siyasette Abdestin Sağlamlığı

Siyasette Abdestin Sağlamlığı

Solcu olmayıp solun marjinalliğini dert edenler arasında “canım şu siyaset tablosuna onlar da kendi renklerini şöyle bir çalsalar fena mı olur?” diye düşünenler var mıdır, bilemiyorum. Bazılarını anlarsınız; adam düpedüz sağcıdır ve solcuları “siz marjina

 

Siyasette Abdestin Sağlamlığı

 

Solun “marjinalliğinin” solcu olmayanlarca dert edilmesi ilginç bir durum sayılmalıdır. 

Solcu olmayıp solun marjinalliğini dert edenler arasında “canım şu siyaset tablosuna onlar da kendi renklerini şöyle bir çalsalar fena mı olur?” diye düşünenler var mıdır, bilemiyorum. Bazılarını anlarsınız; adam düpedüz sağcıdır ve solcuları “siz marjinalsiniz” diye küçümsemekten zevk alıyordur veya bunu siyaseten isabetli bir yaklaşım sayıyordur. Böyleleri ayrı. Ama bir de solculukla pek ilgileri olmadığı halde “ah, ah şu bizim sol da pek marjinal…” diye neredeyse dövünecek duruma gelenler çıkıyor.

Nasıl açıklanabilir?

Ya da kimdir bunlar?

Aralarında, çok ama çok “demokrat” kimliklerini bu yolla göstermek isteyenler olabilir. Belki işin içinde, solun da ağırlık taşıdığı bir ülke siyaseti tasavvur edip “amma keyifli olur ha” diye düşünen hedonist bir damar da vardır. Bu arada, Demirel gibi düşünenler de olabilir: Demirel, 1990’lı yılların ortalarında merhum Sadun Aren’e “1960’larda TİP’in varlığı, Meclise bir seviye kazandırmıştı” dememiş miydi?

Hepsi olabilir. Ancak, bugün içinde bulunduğumuz siyasal ortamda hepsine baskın çıkan başka bir niyeti mutlaka görmek gerekiyor: Solu “marjinallik”, “halktan kopukluk” vb psikolojisiyle bunaltıp bir yerlere çekmek…

Ne gibi yerlere?

“Bunca yıl sınıf da sınıf diye tutturdunuz. Bakın, sınıftan bir şey çıkacağı yok, oysa bu ülkenin zinde güçleri…”

“Nedir bu Kemalizm’e koyduğunuz mesafe? Oysa örneğin 60’lı yıllarda sizin geleneğiniz…”

“Aydınlanmacılık, laiklik vb adına bu ülkenin insanlarının yerleşik değerlerinden kopmaya değer mi? Örneğin siz de kalkıp türban konusunda pekâlâ…”

“İşçi, emekçi diyorsunuz; oysa sizin aradığınız emekçiler bambaşka tercihlerle bugün…”

***

Yukarıda, Türkiye’deki burjuva devrimin ve kuruluş sürecinin şekillendirdiği iki ana tarihsel oluşumun bugünlere uzanan tipik söylemleri örneklenmiştir.

Türkiye’de burjuva devrim ve kuruluş süreci başka türlü de şekillenebilirdi. Örneğin, sol ve sosyalizm, iki ana oluşum karşısında kendine yer açabilirdi. 1920, 1925, 1927 ve 1930’lar, böyle bir olasılığın önünü kesen kritik yıllardır. Sonuçta, olmamıştır ve Türkiye’de siyaset bugünlere iki ana oluşumun damgasını taşıyarak gelmiştir.

Günümüz için hangi sonuçlara işaret ediyor?

Birinci sonuç: İnşa edilirken süreçte yer almadığın, alamadığın iki binadan herhangi birine on yıllar sonra “kiracı” olarak girmeye kalkarsan “kira” olarak anasının nikâhını isterler. Yani bu binalarda ancak kendin olmaktan vazgeçerek oturabilirsin…

İkinci sonuç: İki ana oluşumun ikisi birden, özellikle 1945’ten sonra kendi özgün şekillenişleri ötesinde iki temel olgu tarafından geri dönülmez biçimde yeniden belirlenmiştir: Sermaye ve emperyalizm. Kamuculuk, halkçılık, aydınlanmacılık, gelenekçilik, batıcılık, yerlicilik, dincilik, muhafazakârlık, yenilikçilik, merkeziyetçilik, yerelcilik, seçkinlik, avamlık vb adına tarafların dağarcıklarında ne varsa, istisnasız hepsi sermaye egemenliğinin ve emperyalizmin sağlam kazıklarına bağlanmıştır.

Dolayısıyla, tarafları bir yerlere iteklemek, 1920’lerde bile çok güçtü, bugün büsbütün olanaksızdır.

“Marjinalliği aşacağım” diye buralara elini verenin, kolunu da değil, tüm gövdesini kaptırması kaçınılmazdır.

***

Denecektir ki, “Kardeşim, siz abdestinizden emin değil misiniz? Biz gidin bu taraflardan biriyle hemhal olun demiyoruz ki, siyasal incelikler ve manevralarla onların oynadıkları alanlara oynayın. Sonra siz Marksist temelinizle zaten bu işin sınırlarını da çizebilirsiniz…”

Kazın ayağı pek de böyle değildir.

Sosyalist hareketin, “marjinalliği aşma” adına kendine yabancı siyasal, ideolojik, hatta felsefi uzanımları olan sulara açılması öyle “benim abdestim sağlam” rahatlığıyla göze alınabilecek bir macera değildir. Dahası, abdestin “sağlamlık” kriterleri de hayli tartışmalı, hele Türkiye solu söz konusu olduğunda biraz da kaygı vericidir.

1917 devrimi ve hemen sonrasıyla ilgili bir örnek: Geriye dönüp bakarsak, örneğin Buharin’in abdesti sağlam mıydı, değil miydi?

Şöyle de sorulabilir: Buharin, 1917 sonrasının zorunlu politika tercihlerinde ve manevralarında ayaklarını sağlamca bir noktaya basıp kollarını sağa sola mı uzatmıştır, yoksa duruma göre tüm gövdesiyle oraya veya buraya angaje mi olmuştur? Buharin, bir dönem “sol komünizm”, daha sonra resmen ve alenen “köylücülük” yaparken hep aynı ve sağlam abdestiyle mi hareket etmiştir?

İyi de, bu “abdest” denen şey nedir?

Sanırım bu sorunun en iyi yanıtını kendi vasiyetnamesinde (1922) Lenin vermiş bulunuyor. Lenin, vasiyetnamesinde Buharin’in teorik görüşlerinin “Marksistliğine” çekinceyle yaklaşılması gerektiğini söyledikten sonra asıl meseleye geliyor: “[Buharin’de] skolastik bir yan var (diyalektik üzerinde hiç çalışmadı ve sanırım diyalektiği hiçbir zaman tam olarak kavrayamadı.”)

Demek ki, “abdest”, siyasette esnekliği, kurnazlığı, manevraları, açılımları vb önceleyen ve hepsinin sigortası durumunda olan bir formasyonu gerektiriyor. “Diyalektik kavrayış” da bu formasyonun temel öğelerinden biri oluyor…

Olmayınca, abdest de sağlam olmuyor.

***

Söylenenlere şöyle bir itiraz gelebilir: “Dediğin iki ana tarihsel oluşumdan her birinin katı iskeleti ve ideolojik kapalılığı ayrı, bunların şöyle veya böyle peşine takılan halk kesimleri ayrıdır. Biz, ikincisine nüfuz edilmesinden söz ediyoruz…”

Ayrım, hiç kuşkusuz bir gerçekliğe karşılık düşmektedir. Ancak böyle de olsa, ikincisine nüfuz edebilmek için birincisinin kalıplarına, kurgularına ve söylemlerine yanaşmanın veya bunları “başkalaştırarak” yinelemenin şart olduğu, abdest bozucu bir görüştür ve “marjinalliği aşma” adına soldan asıl istenen de budur.

Bunu isteyenlerin iğvasına kapılmamak gerekir.

Sonra ne olacağı belli olmaz; bu arada, Buharin’i de o kadar küçümsemeyelim.

Devrim yapan bir partinin “parlak” ve “sevgili” çocuğu bile…

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.