Abdullah AYDIN
SIYIRTMAK-TOZUTMAK-FITTIRMAK
SIYIRTMAK-TOZUTMAK-FITTIRMAK
ABDULLAH AYDIN
[email protected]
Sokak lisanında kişiler için kullandığımız bu tanımlamalar, guruplar, yığınlar ve bütün toplum için de kullanılabilir. Genelde sinir sistemi, mental yapısı bozulanlar için yapılan benzetmelerdir. Argo söylemlerle, "kafayı sıyırttı", "iyice tozuttu", "fıttırık kafalı" gibi, olumsuz tanımlamaları, işleri iyi gitmeyen, düzen tutturamayan, ruhsal dengesizlik yaşayan kişilere yakıştırılır.
Kişiler mental olumsuzluklara düşer de, toplumlar düşmez mi? Elbette düşer. Ülke olarak şu yıllarda biraz sıyırttık, biraz tozuttuk, biraz fıttırdık gibi görünüyor. Biraz değil, sosyal, siyasal ve ekonomik mantalitemiz (zihniyetimiz) epeyce yoldan çıktı. Nerde ise arabayı uçurumdan aşağı atacak duruma geldik
Bu arızalı görüntümüzün kanıtı ne diye sorarsanız, hemen söyleyelim:
Memur, güya toplu sözleşme yapmak için işverenle (Hükümetle) görüşmeye oturuyor. Öyle bir işveren ki; Lokavt hakkı yok. Karşısına oturan Memur temsilcilerinin sendikalarının ise, aslı astarı yok. Hükümet Toplum ve Demokrasiyi, Memur temsilcileri ise üyelerini ve gerçek sendikaları kandırmaya çalışıyorlar. Grev hakkı olmayan sendikalaşma, tam bize göre bir komedi
Safahat ve sefaletin içselleştiği ülkemizde, on beş milyon işsiz, iş ve ekmek parası beklerken, memur sendikaları ücretlerine zam istiyor. İşveren de al sana % 2 zam diyor.
Trajedinin ötesinde bir durum doğrusu
Kimilerine göre "Demokratik Devrim", kimilerine göre ise "bölünmenin ilk adımları" olarak nitelenen "açılım" konusunda Başbakanın ayakları nihayet suya değdi. "Bu işin üstesinden yalnız gelemeyeceklerini, ülkenin sahibinin yalnız kendilerinin olmadığını" söylemek zorunda kaldı ve muhalefet partilerinden yardım istedi. Durup dururken, bir anda Başbakanın böyle bir öneriyle Türkiye"nin karşısına çıkması, açık söylemek gerekirse, öyle sağlıklı bir düşüncenin ürünü değildi. Bu ülkede yaşayan herkesin, hayati değişimler konusunda mutlaka söz söylemesi ve karara katılması doğal hakkı olmalıdır
Apo"nun keyfi gıcırında olmalı ki; akıl vermeyi sürdürüyor. Şayet Apo, binlerce insanın hayatını kaybetmesinin, Türkiye"nin yoksullaşmasının nedenlerin ise, nasıl oluyor da bu boyutlarda dışarı ile rahat irtibat kurabiliyor, akıl verebiliyor. Bu ülkede hiç suç işlememiş binlerce insan, Apo gibi, bir mesire adasında mahkûm olmayı, oradan akıl dağıtmayı ve emirler vermeyi kabul edebilirler. Türkiye bu konuda bir zaaf yaşıyor herhalde
Parlamentoda bulunup da, dışardan emir ve fikir alan bir parti örneği, Dünya"da var mı acaba? Ama bizde var; DTP. Bu parti parlamentoda halkın temsilcisi olarak değil de, bir tehdit unsuru olarak duruyor sanki. İdeolojisi terör olup, emirleri emperyalist odaklardan, dağdan ve hapishaneden alıyor. DTP yasallığını yitirmiştir. DTP"nin öne süreceği herhangi bir önerinin TBMM" de kabul edilmesi, meclisin de yasallığını tartışmaya götürür. Meclis, bünyesinde sahte Demokrasicilik oyunu oynanmasına müsaade etmemelidir
Ekonomistlerin belirttiğine göre, Türkiye son otuz yılda, sadece dış borç faizi olarak beş yüz milyar dolar ödemiş. Demek ki son otuz yılda kişi başına yedi bin dolar dış borç faizi çıkmış bu yoksul halkın cebinden. O zaman sormayalım mı, "bu paralar nereye gitti?" diye. Sormayalım mı, "bu paraları kim iç etti, kimler zengin oldu?" diye. Sormayalım mı, "bu paralarla hangi hayati yatırımlar yapıldı?" diye. Sormayalım mı, "işsizlik çığ gibi neden büyüdü?" diye. Sormayalım mı, "bu yoksulluk, bu sefalet, bu ezilmişlik ne?" diye?". "Bazılarının bu tantanası, bu lüksü, bu safahatı ne?" diye sormayalım mı?
Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan herkesin birinci sınıf yaşama hakkı vardır. Huzur, refah, hukuk, sosyal adalet herkesin yararlanması gerekli Demokratik doğal haklardır. Bu hakları kimse kimseden esirgeyemez. Birinin hakkı birinden ne daha fazla, ne daha az olmamalıdır. Buna ulaşmak için herkesin katkı yapması gerekirken, yönetenlerin daha dikkatli, daha çalışkan ve daha adil olmaları şarttır. Küçük bir sivilce vücudu nasıl rahatsız ediyorsa, bu ülkede bir ailenin mutsuzluğu da, bütün ülkeyi rahatsız edebilecek potansiyeli içinde taşıyor demektir
Sorunlarımızı akıl yolunda tartışıp, çözü plânlarımızı da insanlarımızın mutluluğu ve gelişmiş bir Türkiye üzerine şekillendirirsek, bu ülkenin çözemeyeceği sorunu yoktur. Her türlü zorluğun, iyi niyet, doğru anlayış ve doğru çözümlerle aşılabileceği unutulmamalıdır
Toplumun çıldırmamasının, aklını kaçırmamasının, sıyırtmamasının, tozutmamasının, fıttırmamasının yolu ortak akıl, ortak eylem ve ortak hedeften geçiyor. Bu ülkede yaşayan herkes bu konuda kendini görevli saymalıdır. İnsan gibi yaşama ulaşmanın başka bir yolunu bilen varsa hemen söylesin. Çünkü yarın çok geç olabilir!...
ABDULLAH AYDIN
[email protected]
Sokak lisanında kişiler için kullandığımız bu tanımlamalar, guruplar, yığınlar ve bütün toplum için de kullanılabilir. Genelde sinir sistemi, mental yapısı bozulanlar için yapılan benzetmelerdir. Argo söylemlerle, "kafayı sıyırttı", "iyice tozuttu", "fıttırık kafalı" gibi, olumsuz tanımlamaları, işleri iyi gitmeyen, düzen tutturamayan, ruhsal dengesizlik yaşayan kişilere yakıştırılır.
Kişiler mental olumsuzluklara düşer de, toplumlar düşmez mi? Elbette düşer. Ülke olarak şu yıllarda biraz sıyırttık, biraz tozuttuk, biraz fıttırdık gibi görünüyor. Biraz değil, sosyal, siyasal ve ekonomik mantalitemiz (zihniyetimiz) epeyce yoldan çıktı. Nerde ise arabayı uçurumdan aşağı atacak duruma geldik
Bu arızalı görüntümüzün kanıtı ne diye sorarsanız, hemen söyleyelim:
Memur, güya toplu sözleşme yapmak için işverenle (Hükümetle) görüşmeye oturuyor. Öyle bir işveren ki; Lokavt hakkı yok. Karşısına oturan Memur temsilcilerinin sendikalarının ise, aslı astarı yok. Hükümet Toplum ve Demokrasiyi, Memur temsilcileri ise üyelerini ve gerçek sendikaları kandırmaya çalışıyorlar. Grev hakkı olmayan sendikalaşma, tam bize göre bir komedi
Safahat ve sefaletin içselleştiği ülkemizde, on beş milyon işsiz, iş ve ekmek parası beklerken, memur sendikaları ücretlerine zam istiyor. İşveren de al sana % 2 zam diyor.
Trajedinin ötesinde bir durum doğrusu
Kimilerine göre "Demokratik Devrim", kimilerine göre ise "bölünmenin ilk adımları" olarak nitelenen "açılım" konusunda Başbakanın ayakları nihayet suya değdi. "Bu işin üstesinden yalnız gelemeyeceklerini, ülkenin sahibinin yalnız kendilerinin olmadığını" söylemek zorunda kaldı ve muhalefet partilerinden yardım istedi. Durup dururken, bir anda Başbakanın böyle bir öneriyle Türkiye"nin karşısına çıkması, açık söylemek gerekirse, öyle sağlıklı bir düşüncenin ürünü değildi. Bu ülkede yaşayan herkesin, hayati değişimler konusunda mutlaka söz söylemesi ve karara katılması doğal hakkı olmalıdır
Apo"nun keyfi gıcırında olmalı ki; akıl vermeyi sürdürüyor. Şayet Apo, binlerce insanın hayatını kaybetmesinin, Türkiye"nin yoksullaşmasının nedenlerin ise, nasıl oluyor da bu boyutlarda dışarı ile rahat irtibat kurabiliyor, akıl verebiliyor. Bu ülkede hiç suç işlememiş binlerce insan, Apo gibi, bir mesire adasında mahkûm olmayı, oradan akıl dağıtmayı ve emirler vermeyi kabul edebilirler. Türkiye bu konuda bir zaaf yaşıyor herhalde
Parlamentoda bulunup da, dışardan emir ve fikir alan bir parti örneği, Dünya"da var mı acaba? Ama bizde var; DTP. Bu parti parlamentoda halkın temsilcisi olarak değil de, bir tehdit unsuru olarak duruyor sanki. İdeolojisi terör olup, emirleri emperyalist odaklardan, dağdan ve hapishaneden alıyor. DTP yasallığını yitirmiştir. DTP"nin öne süreceği herhangi bir önerinin TBMM" de kabul edilmesi, meclisin de yasallığını tartışmaya götürür. Meclis, bünyesinde sahte Demokrasicilik oyunu oynanmasına müsaade etmemelidir
Ekonomistlerin belirttiğine göre, Türkiye son otuz yılda, sadece dış borç faizi olarak beş yüz milyar dolar ödemiş. Demek ki son otuz yılda kişi başına yedi bin dolar dış borç faizi çıkmış bu yoksul halkın cebinden. O zaman sormayalım mı, "bu paralar nereye gitti?" diye. Sormayalım mı, "bu paraları kim iç etti, kimler zengin oldu?" diye. Sormayalım mı, "bu paralarla hangi hayati yatırımlar yapıldı?" diye. Sormayalım mı, "işsizlik çığ gibi neden büyüdü?" diye. Sormayalım mı, "bu yoksulluk, bu sefalet, bu ezilmişlik ne?" diye?". "Bazılarının bu tantanası, bu lüksü, bu safahatı ne?" diye sormayalım mı?
Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan herkesin birinci sınıf yaşama hakkı vardır. Huzur, refah, hukuk, sosyal adalet herkesin yararlanması gerekli Demokratik doğal haklardır. Bu hakları kimse kimseden esirgeyemez. Birinin hakkı birinden ne daha fazla, ne daha az olmamalıdır. Buna ulaşmak için herkesin katkı yapması gerekirken, yönetenlerin daha dikkatli, daha çalışkan ve daha adil olmaları şarttır. Küçük bir sivilce vücudu nasıl rahatsız ediyorsa, bu ülkede bir ailenin mutsuzluğu da, bütün ülkeyi rahatsız edebilecek potansiyeli içinde taşıyor demektir
Sorunlarımızı akıl yolunda tartışıp, çözü plânlarımızı da insanlarımızın mutluluğu ve gelişmiş bir Türkiye üzerine şekillendirirsek, bu ülkenin çözemeyeceği sorunu yoktur. Her türlü zorluğun, iyi niyet, doğru anlayış ve doğru çözümlerle aşılabileceği unutulmamalıdır
Toplumun çıldırmamasının, aklını kaçırmamasının, sıyırtmamasının, tozutmamasının, fıttırmamasının yolu ortak akıl, ortak eylem ve ortak hedeften geçiyor. Bu ülkede yaşayan herkes bu konuda kendini görevli saymalıdır. İnsan gibi yaşama ulaşmanın başka bir yolunu bilen varsa hemen söylesin. Çünkü yarın çok geç olabilir!...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.