Abdullah AYDIN
ZAMANE MONARKLARI
Çağın yönetimi olarak kabul edilen ve dokunulmaz kılınmaya çalışılan ‘Demokrasi’, halkın oy kullanarak yönetime katıldığı ve kendi kendini yönettiği iddia edilse de, günümüzdeki uygulamada yönetim gücünü küçük bir grubun kullandığı ‘Oligarşik’ yapının perdelenmiş biçimidir.
Zaman içinde oligarşik (küçük sosyal tabakalar) katmanlar kendi aralarında uzlaşarak stabil (sabit) bir yapı oluştururken, çoğu kez, grup çıkarları nedeniyle meydana gelen güç paylaşımı ve ona bağlı olarak kamu artı değerlerinden alınacak payın azalması yüzünden kavgalaşırlar. Her ne kadar, halkın oylarına dayanarak güç ve yetki elde etseler de, paylaşım kavgasına halkın katılmasını istemezler. Kimi zaman da, siyasi rakipler arasındaki açının daralması, farklılıkların azalması ve menfaat yakınlaşması zamanında barış etrafında bir araya gelerek, demokrasinin erdemi etrafında birlik ve barış görüntüsü verirler. Oligarkların halk sevgisi de her nedense hep bu dönemlere rastlar.
Kendi içinde güç odaklarının ortaklığından meydana gelen yapıda, erki paylaşma konusunda ayrışıp, küçük bir grubun egemen olduğu durumlarda oluşur. Türkiye’de de bu konuda iki kez yakıştırma yapıldı. Birincisi, 1971 yılında kurulan Nihat Erim hükümeti ‘Teknokratların iktidarı’ olarak nitelenmiş, ikincisi ise, AKP döneminde bizzat hükümet tarafından yakıştırılan ‘bu ülkede Jüristokrasi egemenliği var’(Yargıçların) ithamıdır. Aslında, hiçbir zaman oligarşinin küçük grupları Türkiye’de tek başına iktidar olmamış, bilâkis oligarşik kolektivizm (ortaklık) hep iktidar olmuştur.
Partilerce açıklanan Milletvekili aday listelerini dikkatle gözlemlediğimizde, halk iradesinin temsil egemenliğine dayalı bir yapının olmayacağı, meclise gönderilecek temsilcilerimizin bürokrasi ve birkaç meslek grubu mensubundan oluştuğuna tanık olabiliriz. Halkın %80 ölçüsünde siyaset dışında kaldığı yadsınamaz bir gerçekliğimizdir. Halkın büyük bölümünü oyunun dışında bırakan bir sistemin, Demokrasi olup olmadığı hep tartışılacak, yönetimde söz hakkı hiçbir zaman asıl sahibi olması gereken halkta olmayacaktır.
Siyasi Partiler, demokrasinin temel taşları olmalarına rağmen, onlarda, işletilmeyen, işletilemeyen demokrasilerde zaman içinde yapı değiştiriyorlar, demokratik yapılardan uzaklaşıp, Monarşik bir yapıya bürünebiliyorlar. 1980 darbesi demokrasiyi hazmedememiş siyasilerimiz için bulunmaz bir nimet oldu. Önceleri, yapılan her türlü parti içi görevlendirmeler, yerel ve genel seçimlerde göreve talip olanların sıralamaları delegelerin, ya da parti üyelerinin iştiraki ile yapılırdı. Milletvekili görevlendirme sıralamalarında parti üyelerinin tercihleri terk edilmiş, tek adam seçiciliği hâkim olmuş, ünvanlarına ister İmparator, ister Padişah, ister Kral, ister Şah, ister Çar, isterseniz Prens, Emir, Sultan deyin, sıralamalar Parti başkanları ve etrafındaki küçük bir klik tarafından yapılır olmuştur.
Bu uygulama neyi ifade eder diye sorgularsak, en azından parti içi demokrasinin yok olduğunun veya işletilmediğinin açık göstergesidir diyebiliriz. Milletvekili adaylarının merkez gücün talepleri doğrultusunda sıralanması, parti üyelik gerekçelerinden en önemlisi olan seçme-seçilme hakkının gasp edilmesi anlamı taşır. Böylece, seçme-seçilme hakkı elinden alınmış bir yurttaşın ‘Parti üyesi’ olma gerekçeleri ortadan kalkmış oluyor ve ‘parti örgütlenmesi’ anlamsızlaşıyor.
Bazı gerekçeleri ve olumsuzlukları bahane olarak gösterip, Milletvekili adaylarının parti genel merkezlerince sıralanmaları hem Partilerin taşra örgütlerine, hem onların yöneticilerine, hem de üyelere güvensizliğin göstergesidir. Hatta taşra yöneticileri ve parti üyelerinin zihinsel yapılarıyla dalga geçmektir. Merkez düşüncenin uygulamalarından çıkaracağımız sonuca göre, taşra insanlarının akıl, fikir ve zekâ seviyeleri tartışılır durumdadır; dolayısıyla düşünce ve uygulamalarından doğru sonuçlar çıkaramayız önermesine gidilebilir!
Bu siyasi anlayışla, Demokrasiyi oluşturma ve geliştirme şansımız giderek azalıyor. Bu gidişle Sinop’lu Diogenes’in Atina sokaklarında elinde fenerle ‘dürüst adam arıyorum’ diye gezinmesi gibi, bizde, bu ülkenin sokaklarında, köylerinde, şehirlerinde ‘Demokrasi arıyoruz’ diye dolaşmak zorunda kalabiliriz. Veya kimi siyasilerimizi, Führer, El Caudillo, Duçe gibi sıfatlarla tanımlayıp, tanrılaştırabiliriz!
Özgür yaşamak istiyorsa, Türkiye halkı yeni Monarklara ve çömezlerine izin vermemeli, bu ülkeyi birkaç kişinin egemenliğine terk etmemelidir!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.