Doç. Dr. Birol ERTAN
TÜRKİYE'Yİ KUŞATAN GÜÇLER- 2 : ALMANYA
Uluslararası Strateji ve Güvenlik Araştırmaları Merkezi (USGAM) için kaleme almış olduğum bu dizi yazının ilk makalesinde, Fransa’nın Türkiye politikasını belirleyen başlıca dinamikleri belirlemeye çalıştım. Bu çerçevede, “Türkiyesiz AB” planı temelinde Fransa’nın Ermeni ve Rum kartı ile diğer konularda Türkiye’ye karşı nasıl bir dış politika geliştirdiğini açıkladık. Sonuçta, Fransa’da siyasi iktidar değişikliğinin Türkiye ile olan ilişkilerde farklı yaklaşımlar ya da iyileşme sağlamasının beklenmemesi gerektiğinin de altını çizmiştim. Bu makalede ise Avrupa Birliği’nin motor gücü olan Almanya’nın Türkiye politikasını açıklamaya çalışacağız.
Almanya ve Almanya’daki Türkler
Almanya, Avrupa’nın ekonomik olarak en güçlü ülkesi olmakla birlikte, Avrupa Birliği’nin küresel bir güç olması için Birliğe yön verebilecek en önemli ülke olarak da değerlendirilmelidir. Dünya küresel ekonomik krizinin AB ülkelerinde de etkisini hissettirmesine karşın Almanya, ekonomik olarak dünyada istikrarlı konumunu sürdüren nadir ülkelerden birisi olmaya devam etmektedir.
Almanya, 80 milyonu aşan nüfusuyla (yaklaşık 81,5 milyon) AB ülkeleri arasında en fazla nüfusa sahip olan ve bu doğrultuda AB organlarında karar alma süreçlerinde en fazla güce ve temsile sahip ülkedir. Türkiye’nin AB üyesi olması durumunda AB’nin nüfusu en büyük ikinci ülkesi olan Fransa, üçüncü sıraya gerileyecektir.
Almanya’nın nüfusunun % 90’ından fazlasını Almanlar oluşturmakta, diğer etnik gruplar arasında en büyük oran, % 2.4 ile Türkler gelmektedir. Almanlar ve Türkler dışındaki diğer etnik grupların payı ise % 6 dolayındadır. Bu rakamlara bakılırsa, Almanya’da 2 milyon dolayında resmi Türk nüfus bulunmaktadır. Resmi nüfus dışında da Almanya’da yaşayan Türk nüfusun önemli bir oranda olduğu bilinmektedir.
Türkiye-Almanya ilişkilerinde ülkedeki Türk nüfusun olumlu ve olumsuz etkileri bulunduğu yadsınamaz. Alman ekonomisinde önemli bir yere sahip olan Türk nüfus, aynı zamanda Almanya ile Türkiye arasında köprü görevi yapmaktadırlar. Almanya’da Türkler ve Almanlar arasındaki evlilikler ve üçüncü kuşak Alman vatandaşı Türklerin ülke içinde her açıdan etki ve güç sahibi olmaları sonucunda iki ülke ilişkilerinin bu kaynaşmadan güçlü biçimde etkilenmeye devam edeceği açıktır.
Güçlü Alman Ekonomisi
Yaklaşık 3 trilyon dolarlık GSYİH ile Avrupa’nın ve dünyanın sayılı ekonomilerinden birisi olan Alman ekonomisi; temel olarak motorlu araçlar, demir-çelik, kömür, çimento, kimyasallar, makine, araç, makine parçaları, elektronik, yiyecek ve meşrubat, gemi yapımı, tekstil endüstrisine dayanmaktadır. İhracat yaptığı başlıca ülkeler olarak sırasıyla Fransa, ABD, Hollanda, İngiltere, İtalya, Çin ve Avusturya bulunmakta ve yıllık 1,4 trilyon dolarlık ihracat rakamı bulunmaktadır.Almanya’nın 1,2 trilyon dolarlık ithalatında başlıca ürünler ise makine, kimyasallar, gıda, metal ürünleri, petrol ve doğalgaz olup ithalat yapılan başlıca ülkeler;Çin, Hollanda, Fransa, ABD, İtalya ve İngiltere’dir.
İhracatımızda birinci sıradaki ülke olan Almanya’ya 2011 yılında Türkiye’den 14 milyar dolarlık ihracat yapılmış ve 2010 yılına göre %20’nin üstünde artış gerçekleştirilmiştir. Türkiye’nin ithalatında Almanya, Çin ve Rusya’nın ilk üç sırayı paylaştığı görülür. Almanya ve Çin’le yapılan ithalat rakamları birbirine yakın olup 2011 yılında Türkiye’nin Almanya’dan ithalatı, bir önceki yıla göre yaklaşık üçte bir oranında artarak 22 milyar dolara yaklaşmıştır.
Avrupa Birliği bütünleşme sürecinde gerek ticaret hacmi rakamlarının gösterdiği gibi ekonomik olarak, gerekse de Almanya’da yaşayan 2 milyonu aşan Türk nedeniyle kültürel ve sosyal olarak en yakın ilişki içinde olmamız gereken ülke, Almanya’dır.
Peki, Almanya’nın Türkiye politikasını belirleyen genel çizgiler ve bu politikayı uygulamak için kullandığı taktikler ve yöntemler nelerdir? Bunu belirleyebilmek için Almanya’nın AB içindeki planları, Almanya’daki Türk nüfus ve Alman devletinin gelecek planlarının iyi bilinmesi gerekir.
Almanya’nın AB Planı
Almanya’nın AB planı, Fransa ile birlikte Avrupa Birliği’nin küresel bir güç olmasının sağlanması ve ABD denetiminden uzaklaşmış bağımsız bir güç olarak AB’nin küresel bir aktöre dönüştürülmesidir.
Almanya’nın AB planında Fransa’nın ABD-İngiltere bloğundan uzaklaştırılması vardır ve bu plan, kısmen de olsa Sarkozy’nin yenilgisi ve sosyalist Hollande’ın Başkan seçilmesi ile bir ölçüde başarılmıştır. Zaman içinde Fransız burjuvazisi ve Fransız milliyetçiliğinin güçlenmesi ile Fransa-Almanya bloğunun ABD-İngiltere baskısından kurtarılması hedeflenmektedir. Bu amaçla, AB içinde ABD’nin ajanı ve piyonu konumunda olan İngiltere’nin dışlanması ve güçsüzleştirilmesi gerekmektedir.
Bu stratejik hedefe kilitlenmiş Almanya’nın, ABD denetiminde bir Türkiye’nin AB içine alınarak İngiltere ile birlikte AB’nin Almanya çizgisinden çıkmasına neden olmasını desteklemesi beklenemez. Bu nedenle, Fransa gibi ve belki de daha şiddetli olarak, Almanya’nın Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkması ve bunu engellemesi sürpriz karşılanmamalıdır.
Genç Türk Nüfusu ve Almanya’daki Türkler
AB içinde eğitimli ve genç nüfusa sahip dinamik bir Türkiye’nin istihdam potansiyeli, nüfusu giderek yaşlanan Almanya ve Fransa gibi ülkeler için büyük bir tehdit olarak algılanmaktadır. Bu korku, Türkiye’nin AB’ne tam üyelik süreci önündeki en önemli engellerden birisidir.
Almanya içindeki 2 milyondan fazla Türk nüfus da Alman devletinin endişe kaynaklarından birisidir. Bir yandan Türkiye ile yakın ilişkilerini koparmayan, diğer yandan Müslüman kimlikleri ve Türk kültürünü yaşatmadaki kararlılıklarıyla Türkler; Almanya içinde tehdit ve korku kaynağı olarak görülmeye devam etmektedir. Alman gizli servisinin desteğiyle hareket eden yabancı düşmanı ve ırkçı Nazi çetelerinin Türklere yönelik şiddet eylemlerine girişmeleri, bu çerçeveiçinde daha anlaşılır hale gelmektedir.
Almanya’nın gerek Avrupa kapısında genç ve dinamik nüfusuyla kendisini tehdit eden (!) bir Türkiye ve gerekse de içinde milyonlarca azınlıklardan en önemlisi olan Müslüman Türklerden korkusu nedeniyle güçlü bir Türkiye istemediği açıktır. Bu çerçevede Alman devleti, ülkesinde Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı terör hareketi yürüten ayrılıkçı teröristlere gizli ve açık yollardan destek vermekte, terör örgütünün örgütlenmesi ve finansman sağlamasına göz yummakta, buteröristler dışında köktendinci ve diğer radikal Türk siyasi hareketlerine de kapısını aralamaktadır. Bu konuda sayısız örnek vermek mümkündür.
Almanya’nın Güçlü Türkiye istememesi, “AB planlarını alt üst edecek AB üyesi bir Türkiye” korkusundan ve içinde yaşayan Türklere yönelik kaygılarından kaynaklansa da bunun uzun dönemde gerçekçi ve tutarlı bir politika olmadığı açıktır. Almanya, içindeki Türk nüfusla birlikte yaşamaya mecburdur. Üstelik, Türkiye ile ciddi bir ticaret hacmi bulunmakta olup bunun gittikçe artması kaçınılmazdır. Ayrıca, en zor zamanında ucuz işgücü ile imdadına yetişen Türklere karşı düşmanlık yapmak yerine dostça davranması, uzun dönemde Almanya’nın ulusal çıkarlarına da uygun olacaktır. Kısa dönemli korkuya dayanan güdülerle dış politika üretmek, büyük bir devlet olan Almanya’ya yakışmamaktadır ve uzun dönemdeki ulusal çıkarlarına da açıkça aykırıdır.
BRICS Bütünleşmesi ve Almanya
BRICS, 2010 yılında Güney Afrika’nın da katılımıyla Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika ülkelerinin kurmuş olduğu ekonomik bir bütünleşme için kullanılan kısaltmadır. Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika'nın ekonomilerinin bütünleşme çabasını anlatmak için bu ülkelerin İngilizce isimlerinin baş harflerinden oluşturulmuş BRICS terimi, dünyada yeni bir kamplaşmayı da anlatmak için kullanılmaktadır. Terimi ilk kullanan, Güney Afrika’nın da katılımı ile birliğin adının değişip BRICS olduğunu açıklayan Hindistan Maliye Bakanı Pranab Mkharjee olmuştur.
ABD ve İngiltere’nin başını çektiği emperyalist bloğun ekonomik ve siyasi planları ve yayılma stratejisine karşı BRICS ülkeleri tavır almaya başlamışlardır. Bu ülkelere şimdiden Meksika ve İran da katılmak üzeredir. Almanya ise bu birlikteliğe gelecekte güç katacak en önemli ülke olarak dünyada yeni bir kutuplaşmanın başlamasını sağlayacak gibi görünmektedir.
Almanya, gelecekte ABD ve İngiltere’nin başını çektiği emperyalist bloğun karşısında yer alacak yeni bloğun içinde yer alacak ya da en azından bağımsız kalma noktasına sürüklenmektedir. Bu nedenle, ABD-İngiltere bloğuyla fazla yakınlaşan Türkiye ile mesafeli bir dış politika yürütmektedir. Özellikle son dönemde Türkiye’nin gerek dış politikada ve gerekse de Orta Doğu planlarında İngiltere ile yakınlaşması, Fransa’yı olduğu gibi Almanya’yı da çok rahatsız etmektedir. Alman yetkililer, Türk Dışişleri’nin İngilizler için çalışan bir misyona dönüştüğü kanısındadır. Bu nedenle, son dönemdeki (özellikle Ahmet Davutoğlu’nun Bakanlığı ile birlikte) Türk dış politikası, Almanya ve Türkiye ilişkilerini gerginleştirmiş ve bu gerginlik de her geçen gün artmaya devam etmektedir.
Sonuç Olarak : Yöntemler ve Taktikler
Almanya; ABD’ye ve son dönemde de İngiltere’ye çok fazla yakınlaşmış olan Türkiye’nin ekonomik ve siyasi olarak güçlenmesini, bölgede etkili ve güçlü bir figür olmasını istememektedir. Bu doğrultuda, Alman dış politikası, “Güçlü Türkiye’nin engellenmesi üzerine” kurulmuştur.
Güçlü Türkiye istemeyen Almanya; siyasal açıdan istikrarlı, ekonomik olarak güçlü, bölgede söz ve karar sahibi bir Türkiye’nin ortaya çıkmaması için 4 yöntemi kullanmaktadır. Bunlar :
Türkiye içindeki uzantılarını harekete geçirmek (bazen bu müdahaleleri bazı siyasi partilerle yakınlaşarak iç siyaseti yönlendirmeye kadar götürebildiği görülmektedir)
Komşularımızla bağlantılarını Türkiye’nin güçlenmemesi ve köşeye sıkışması için kullanmak
Sorun yaşadığımız ülkelerle (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Ermenistan) işbirliklerine gitmek
ve diğer ülkelerle işbirliklerini kullanarak Türkiye’nin güçlenmesini önlemeye çalışmaktır.
Almanya ve Türkiye ilişkilerinin yukarıda açıkladığımız nedenlerle kötüleşmesinin iki ülkeye de yararı olmadığı açıktır. Türkiye’nin İngiltere ile yakınlaşarak en ciddi ekonomik ortağı olan Almanya’yı kaybetmesi, ne Türkiye’nin AB vizyonu açısından ne de ulusal çıkarlarımız açısından olumlu sonuçlar yaratmaz. Almanya ise Güçlü Türkiye korkusu ve içindeki Türklerden kaynaklı kaygılarıyla ayrılıkçı teröristlere yönelik müsamahakâr tavrından, Türkiye’nin AB üyesi olması önünde Fransa ile birlikte kapı kapatan yaklaşımından ve Türkiye’de iç politikaya dönük açık müdahalelerinden vazgeçmek durumundadır.
Almanya ve Türkiye ilişkilerinin güçlenmesi, hem iki ülke için, hem bölgede barışın ortamının yaratılıp kalıcı kılınması için, hem de Almanya’da yaşayan 2 milyondan fazla Türk nüfusun çıkarları için en doğru seçenek olacaktır.