Doç. Dr. Birol ERTAN
YENİ KURTULUŞ SAVAŞI
YENİ KURTULUŞ SAVAŞI
Doç. Dr. Birol Ertan
Siyaset Bilimci
21. yüzyılda ülkeler arasında eski tip savaşları görmek, konvansiyonel silahlar ya da orduların karşı karşıya geldiği ateşli silahlarla yapılan sıcak savaşlarla ülkelerin fethedileceğini sanmak bir yanılgı olacaktır. Bu yönde yapılan en son denemelerde Rusya Afganistan’dan çekilmek zorunda kalmış, ABD ve İngiltere de Irak’ta savaşı kaybetmişler ve bu bataklığın içinden kaçmak için uygun zaman ve zemin beklemektedirler.
Ülkelerin bundan sonraki savaşları, ekonomik ve diplomatik savaşlar olacaktır. Bir ülke ile savaşmaktansa o ülkeyi iç savaşa sürüklemek, ekonomisini güçsüzleştirmek, dışa bağımlı hale getirmek ve fakirleştirmek, daha kolay ve daha az masraflı çözümler haline gelmiştir.
Ülkelerin komşularıyla çatışma noktalarını kullanarak iki ülkeyi karşı karşıya getirip silahlandırmak, ekonomik açıdan bağımlı kılmak ve bu yolla ekonomilerini güçsüzleştirmek, bir ülkeye savaşla verilecek zarardan daha büyük tahribatlar vermektedir. 21. yüzyılda emperyalist müdahaleler, sıcak savaşlardan çok, diplomatik oyunlar ve ekonomik müdahaleler yoluyla gerçekleşmeye başlamıştır.
Bir ülkenin iç sorunlarını ve hassas noktalarını kaşıyarak o ülkeyi kendi iç sorunlarıyla uğraşır noktaya getirmek, silahlanma harcamalarını arttırmak, ekonomisini dışa bağımlı hale getirmek, gerekirse iç savaş çıkarmak gibi yöntemler, 21. yüzyıl emperyalist projelerinin ana hedefleri olmuştur.
21. yüzyılda bir ülkeyi silahla ele geçirmek, silahsız ele geçirmekten daha zor ve daha masraflı hale gelmiştir. Bu nedenle, ülkeyi yönetenlerin satın alınması, etkisizleştirilmesi, kullanılması, yetersiz ve güvenilmez kişilerin ülke yönetimine getirilmesinin desteklenmesi, bu ülkelerin dışa bağımlılığını sağlamak açısından uygulanan yöntemler haline gelmiştir.
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeleri güçsüzleştirmenin yolu, eğitimli yetişmiş nüfusunun ulusal çıkarlar temelinde hareket etmesinin önlenmesidir. Bu nedenle, bir ülkeye zarar verilmek isteniyorsa; eğitimi her düzeyde kalitesizleştirilmekte, ulusal çıkarları savunmaya dönük bir dünya görüşüne sahip olmayan, belirli uzmanlık alanlarında yoğunlaştırılmış ve halktan kopuk bir yönetici elit oluşturulmakta, bağımsız düşünen ve ulusal çıkar nosyonundan uzak yozlaşmış bir bürokrasi yaratılmakta ve o ülkeye savaşlardan daha büyük zararlar verilebilmektedir.
Türkiye’de terör örgütünü bir araç olarak kullanarak ülkeyi iç savaşa sürüklemeye çalışan güçler, bu hedeflerine ulaşamamışlardır. Türkiye’de terör örgütünü geri plandan yöneten ve destekleyen emperyalist güçler, Türkiye ile açık savaş halindeki merkezdir. Terör örgütünün bazı güçlerin kontrolünde olduğu ve yıllar boyunca bu karanlık güçlerce yönlendirildikleri, bugün apaçık biçimde ortaya çıkmıştır. Bu noktada, ülkenin iç barışını sağlayacak ve ulusal çıkarlara uygun politikalar üretip uygulayacak kurumların etkisizleştirilmesi ve ele geçirilmesi, düşmanın savaştaki asıl hedefi haline gelmiştir. Bu çerçevede, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yıpratılması ve halkın TSK’ya güveninin ortadan kaldırılması, düşmanın en önemli hedeflerinden birisidir. Güçsüz bir ülke yaratmak için ekonomik savaş yanında ülke silahlı kuvvetlerinin güçsüzleştirilmesi ve halkın güvenini kaybetmesi için sinsi bir asimetrik/psikolojik savaş yıllardır yürütülmektedir. Bugün geldiğimiz noktada, TSK’ya yönelik bu komploların açığa çıktığını ve TSK üst düzey komuta heyetinin de bu gerçeği dile getirdiğini görüyoruz.
Gelişmekte olan ülkelerde ülke ekonomisinin güçsüzleştirilmesi, borçlandırılması ve istikrarsızlaştırılması için ekonominin kilit sektörlerinin devletin kontrolünden çıkarılması gerekmektedir. Bunun yolu da ülkenin en kritik sektörlerinin yabancı güçlerin kontrolüne verilmesinden geçer. Emperyalizm, bir ülkenin ordusunu güçsüzleştirirken, ekonomisine de kendine bağımlı kılarak ülkeyi ele geçirmeye çalışan yeni tip bir savaş alanı yaratmıştır ve dünyadaki bütün gelişmekte olan ülkeler, bu yeni emperyalist asimetrik savaşın hedefindedirler.
Silahlı kuvvetlerin güçsüzleştirilmesi için dışa bağımlı, kendi silahını üretmeyen, disiplinini kaybetmiş, halktan kopuk bir silahlı kuvvetler yaratılmaya çalışılmakta, komuta kademesi devşirilerek ve halktan koparılarak etkisiz hale getirilmektedir. Türkiye gibi ülkelerde bu başarılamazsa, örtülü savaşın daha da şiddetli biçimde açık savaşa dönüştüğü ve silahlı kuvvetlerin açık hedef haline getirildiği görülmektedir.
Bir ülkeyi güçsüzleştirmek için ekonomik savaş yapılması da silahlı kuvvetlerin etkisizleştirilmesi kadar önemlidir. Bir ülke silahla işgal edilmek yerine, ekonomisi dışa bağımlı kılınmakta, gelir dağılımı dengesizleştirilmekte, kilit sektörleri denetim altına alınmakta ve üretime dayalı ekonomik büyüme yerine parasal önlemlerle küçülen ve işsizliğin büyütüldüğü istikrarsızlaşmış ekonomik bir yapı yaratılarak ülke ekonomik olarak işgal edilmektedir. Bundan sonrası ise ülkenin borçlandırılarak en kritik sektörlerinin ve kaynaklarının sömürülmesi sürecinin başlatılmasıdır. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin yıllık ödediği dış borç faizlerinin miktarı öğrenildiğinde, bu işgalin boyutları da ortaya çıkacaktır.
Kurtuluş Savaşımızın Önderleri ve Yüce Atatürk, silahlı mücadele yoluyla ülkemizi bağımsızlığa kavuşturmuş olsalar bile; gelinen bugünkü noktada birçok gelişmekte olan ülke gibi Türkiye de kendi kendine yeten, kendini yöneten, egemen ve bağımsız, istikrarlı bir ekonomik ve siyasal bir rejimi kurmakta başarısız olmuşlardır. Zor bir savaş kazanılmış, ancak daha uzun süren ekonomik ve siyasal bağımsızlık savaşında zafere ulaşılamamıştır. Bu bilinçle, Türk aydınının, Kurtuluş Savaşı’nın başarıya ulaşmasını engelleyen ekonomik ve siyasal savaşımımızın kazanılamadığı gerçeğini en azından kabullenmesi ve bunun başarılması için üzerine düşen sorumluluğun gereğiyle hareket etmesi gerekmektedir.
Egemen ve bağımsız, güçlü Türkiye Cumhuriyeti’nin yaratılması için ulus olarak el birliğiyle ve fedakârca yeni bir savaşa, ekonomik ve siyasal bağımsızlık savaşına girişmenin zamanı gelmiş ve çoktan geçmiştir. Bağımsız ve Güçlü Türkiye için bütün bireyler ve kurumlar el ele vermeli, herkes kendi sorumluluğunu üstlenerek ülkeye/vatana olan tarihsel borcunu ödemelidir. Bu noktada en büyük görev, Hükümet, siyasi partiler, siyasi kurumlar, Meclis, yargı ve aydınlara düşmektedir.
Bu zorlu göreve var mısınız? Kurtuluş Savaşı’nın başarıya ulaştırılması için, yarıda bırakılmaması için size düşen sorumluluğu üstlenmek için çok fazla zamanınız kalmadı. Haydi Göreve !