TÜRKİYE'Yİ KUŞATAN GÜÇLER-7 : İSRAİL
USGAM) için hazırlamış olduğum Türkiyeyi Kuşatan Güçler yazı dizisinde Fransanın ve Almanyanın Güçlü Türkiye korkusunu, İngiltere ile son dönemde yakınlaşan dış politikayı, Rusya Federasyonunun ve Çinin Türkiye ile sancılı ilişkileri ile ABD-Türk
TÜRKİYE'Yİ KUŞATAN GÜÇLER-7 : İSRAİL
Doç. Dr. Birol Ertan
İsrail : Gerginliklerin Efendisi
İsrail, nüfus ve coğrafya olarak küçük bir ülke olmasına rağmen, Orta Doğu’da gerginlik kaynağı olan ve her türlü sorunun altından çıkan bir ülkedir. Asya kıtasında Afrika’ya en yakın ülkelerden birisi olup 7 milyonu aşan nüfusuyla çoğunluğu kurak ve sarp 28 bin (27,8 bin) kilometrekareden az bir coğrafyada bulunan İsrail, Suriye ve Filistin topraklarını halen işgal altında tutan bir ülkedir.
İsrail Devleti, Ortadoğu’da Doğu Akdeniz’in kıyısındadır. Batısında Akdeniz, kuzeyinde Lübnan ve Suriye, doğusunda Ürdün, güneybatısında Sina Yarımadası ve Gazze vardır. Ülkenin güney bölgesi, İsrail’in topraklarının yarısını oluşturanNecef Çölü'nden meydana gelir (http://tr.wikipedia.org/wiki/
İsrail gibi her açıdan küçük bir ülkenin küresel ve bölgesel düzeyde bu kadar etkili olabilmesinin ardında yatan neden, ABD’de yaşayan 5 milyondan fazla Yahudi nüfustur. ABD’de en güçlü lobilerden birisi olan Yahudiler, ABD ekonomisinde de önemli bir yere sahiptir. Özellikle finans sektöründe Yahudilerin etkisi büyüktür. ABD’deki bu Yahudi nüfusun gücü, İsrail devletinin gücünü oluşturmaktadır. Yoksa, ABD’deki Yahudi desteği olmasa, İsrail devletinin varlığını sürdürmesi bile söz konusu olamaz.
İsrail’in bulunduğu bölgede ve dünyada gerginliklerin ve çatışmaların kaynağı olmasını geçmişte Yahudi nüfusun başta Almanya’da olmak üzere yaşadığı zulümlere bağlayanlar olsa bile, bu durum, sadece bu olguyla açıklanacak kadar basite indirgenemez. Bu konuda ilgi çekici bir düşünce, George Armstrong tarafından dile getirilmiştir: “Yahudilerin tarihi, yaşadıkları ülkeleri soyma ve kandırma üzerine kurulu olup zaman zaman bu hareketleri nedeniyle zulme uğramışlardır.” Nedeni ne olursa olsun, geçmişte Yahudilerin uğradığı insanlık dışı zulümlerin kabul edilmesi asla söz konusu olamaz ve şiddetle kınanması gerektiği açıktır.
Türkiye-İsrail İlişkilerinde Gerginlik
Son birkaç yıl içinde Türkiye ve İsrail ilişkilerinin ani biçimde gerginleşmesini hükümetin yeni dış politikası ya da dış politikada eksen kayması ile açıklamak, işin kolayına kaçmak ve dünyada yaşanan gelişmeleri görmezlikten gelmek olur. ABD öncülüğündeki küresel güç odağının Orta Doğu ve Kuzey Afrika'ya yönelik planları özelinde başlayan gelişmeler, Soğuk Savaş sonrasında yeni bir Dünya Düzeni'nin şeklini ortaya çıkarmaya başlamıştır. İsteyelim ya da istemeyelim, görelim ya da görmek istemeyelim, dünya yeniden şekilleniyor ve yeni bir dünya kurulurken yeni ittifaklar da ortaya çıkıyor. Bu gelişmeler ile Türk-İsrail ilişkilerinin ne gibi bir ilgisi olabilir? Bu yazının sonunda, bu sorunuza doyurucu bir yanıt bulacağınızdan eminim.
Mavi Marmara Krizi ve İlişkilerin Kopma Noktasına Gelmesi
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun İsrail ile diplomatik ilişkilerin ikinci katiplik düzeyine indirilmesi, Türkiye tarafından İsrail'in Gazze ablukasının kabul edilmediğini açıklaması ve Akdeniz'de seyrüsefer güvenliğini sağlamak açısından Türkiye'nin her türlü önlemi alacağını ilan etmesi, iki ülke ilişkilerinde diplomatik deprem etkisi yarattı. Hatırlayacağımız gibi, İsrail'in Gazze'ye insani yardım amacıyla hareket eden Mavi Marmara gemisine uluslararası sularda silahlı müdahalede bulunarak gemiyi ele geçirmesi, baskında silahsız insanların öldürülmesi nedeniyle Türkiye ile İsrail'in arasında ciddi bir diplomatik kriz yaşanmıştı. Türk Dışişleri Bakanı'nın İsrail'e yönelik açıklamaları, BM'nin Mavi Marmara Raporu'nun açıklanmadan basına sızdırıldığı günde yaşandı. Bu nedenle, İsrail ile Türkiye arasındaki diplomatik kriz, Mavi Marmara baskını sonrasında nihai aşamasına taşınmış oldu. Mavi Marmara olayının diplomatik krizin nedeni mi, sonucu mu, yoksa bahanesi mi olduğu konusunda tartışmaya girmeden, iki ülke ilişkilerini bugün gelinen gergin noktaya taşıyan gelişmeleri anlamaya çalışalım.
Mavi Marmara krizi, Türkiye'nin ısrarlı girişimleri sonucu Birleşmiş Milletler bünyesine taşındı. Birleşmiş Milletler, diplomatik krize neden olan İsrail'in Mavi Marmara baskını konusunda bir rapor hazırlama kararı aldı. Sonucu belli olan raporun, Birleşmiş Milletler için bir kepazelik ve hayal kırıklığı yaratması da kaçınılmazdı. BM raporu açıklanmadan önce, ABD'de New York Times gazetesine sızdırıldı. ABD'nin saygın gazetelerinden birisi olan New York Times ile Yahudi lobisi arasındaki ilişkilerin derinliğini bilmeyen yoktur. Kısacası, BM Raporu, yayımlanmadan önce İsrail ya da Yahudi lobisi aracılığıyla basına sızdırılıp Türkiye'nin olası tepkileri ölçülmeye çalışıldı. BM düzeyinde bu tür sızdırma olayları yeni değil, ancak BM'nin böylesine önemli bir konuda taraflardan birisinin yararına yada zararına olacak biçimde sızdırma yapılmasına olanak vermesi, BM'nin hangi güçlerin denetiminde olduğunu göstermesi açısından çok anlamlıdır.
New York Times'a sızdırılan BM Raporu, İsrail'in Gazze ablukasını uluslararası hukuka uygun bulurken, İsrail'in müdahalede aşırıya kaçtığını, İsrail'in özür dilemek yerine üzüntülerini iletmesinin yeterli olacağı ve mağdurlara tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna varmaktadır. İsrail aleyhinde herhangi bir kararın ABD ve müttefikleri nedeniyle yıllardır alınamadığı BM, inandırıcılığı ve güvenilirliğini bir kez daha yitirmiş oldu.
Türkiye-İsrail Karşı Karşıya
İsrail-Türkiye ilişkilerini gerginleştiren üç temel sorun alanı bulunmaktadır. Birincisi, ABD-İngiltere öncülüğündeki küresel güçlerin yeni Orta Doğu ve Kuzey Afrika Planlarında Türkiye'ye biçilen etkin rolden ve küresel planlarda İsrail'in geri plana çekilmesinden İsrail Devletinin büyük rahatsızlığı bulunmaktadır. İkincisi, Kuzey Irak'ta İsrail-ABD güdümlü bir Kürt devleti inşa etme sürecinde Türkiye'nin etkisiz ve güçsüz bırakılması çabalarının arkasında İsrail bulunmaktadır. Üçüncüsü, bölgede güçlü, etkili ve bağımsız politikalar üretecek bir Türkiye'nin İsrail çıkarlarına uygun düşmemektedir.
Güçsüz, iç sorunlarıyla uğraşan, dış politikada etkisiz, Arap ve Filistin sorunlarında İsrail'in güdümünde hareket edecek bir Türkiye arzu eden İsrail, 1990'lara kadar bu konuda ciddi bir sorun alanı görmemiştir. Türkiye'yi zaman zaman askeri darbelerle gerileten, her aşamada Yunanistan ile çatışma noktasında tutan, 1980 sonrasında terör batağına saplayarak içe dönmesini sağlamış olan küresel politikalar, son dönemde değişmeye başlamıştır.
ABD içindeki çekişmelerin de etkisiyle Orta Doğu'da despotik rejimlerle devletlerin elde tutulamayacağını anlayan küresel güçler, yeni bir Orta Doğu ve Kuzey Afrika projesi ile görece halk meşruiyetlerine sahip, küresel güçlere bağımlı yarı-demokratik rejimler yaratma sürecini başlatmışlardır. Yoğunlukla İslam coğrafyası olan bu bölgelerde bir model-ülke arayan küresel güçler; rejim değişikliklerinin organize edilmesinde kullanabileceği, ülkelerin mevcut yönetimleri ve içerdeki muhalif gruplarla kolay iletişim kurabilecek bir müttefik ülke olarak Türkiye'yi seçmiştir. Türkiye olmaksızın Afganistan'da ve Irak'ta başarı şansının olmadığını gören küresel güçler, yeni planlarında Türkiye içindeki muhalifleri de etkisiz hale getirerek Türkiye'ye yeni roller veren yeni bir süreci başlatmışlardır. Bu süreçte yeni Orta Doğu şekillenmesi ve ileride Afrika planları, Türkiye'nin etkin rol sahibi olduğu bir küresel proje ile ABD-İngiltere öncülüğünde yürütülmeye başlamıştır. Bu süreç, İsrail'in dışlandığı, etkisiz bir pozisyona itildiği yeni bir dönem anlamına gelmektedir. Uzun dönemde bu analizimizin gerçekliği daha iyi anlaşılacaktır.
Bu gelişmelerden ve yeni politikalardan rahatsız olan İsrail, ABD ve İngiltere’ye karşı etkili politikalar üretemeyince, Türkiye üzerinden politikalar geliştirerek küresel güçlerin yeni Orta Doğu ve Afrika projesini baltalamaya çalışmaktadır. İşte, İsrail-Türkiye ilişkilerini gergin bir noktaya taşıyan küresel gelişmeler, yukarıda kısaca açıkladığım gelişmelerle yakından ilgilidir.
İsrail-Türkiye ilişkilerini gerginleştiren küresel planlar, İsrail'in güçlü bir Türkiye istememesini doğal olarak getirmekte ve güçlü Türkiye'ye karşı yeni İsrail politikaları yürürlüğe sokulmaktadır. Buna karşı Türkiye'nin de İsrail'e karşı oynayacağı kozlar bulunmaktadır. Bunlar, Filistin sorunu, Arap halklarının harekete geçirilmesi, Gazze ve Hamas kozlarıdır. İşte bu noktada, Mavi Marmara olayının bir çatışma kaynağı değil, çatışmanın sonucu olduğu kolayca görülebilir.
İsrail’in Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile Yakınlaşması
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Türkiye ile ilişkileri “geçici olarak” gerginleşen İsrail ile Türkiye karşıtı politikalar temelinde uzlaşarak bazı anlaşmalar imzalamıştır. Diplomasisini ince oyunlar ve gelecek planlarına bağlı yürüten İsrail için bu durum kaçırılmayacak bir fırsattır. Kıbrıslı Rumları kullanarak Kıbrıs sorunu temelinde Türkiye’yi sıkıştırmak ve yeni pazarlıkların kapısını açmak için büyük bir şans yakalayan İsrail, Türkiye ile sorunları bulunan Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile yakınlaşma içine girmiştir. Bu durum, Türkiye tarafından kuşatma altına alındığına inanan İsrail yönetiminin buna karşı Türkiye’nin başta Akdeniz ve Ege’de olmak üzere kuşatılması stratejisinin bir parçası olarak da görülmektedir.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi; Mısır, Lübnan ve Suriye ile tek taraflı anlaşmalar imzalayarak Akdeniz’de kendi münhasır ekonomik alanını ilan edip bu ülkelerle Akdeniz’i paylaşmaya çalıştılar, ancak Türkiye’nin üst düzey müdahaleleri nedeniyle bu girişimlerinden somut bir sonuç alamadılar. Rumların yeni oyunu, İsrail ile aynı girişimi tekrarlamak oldu. Rum Yönetiminin tek taraflı olarak Kıbrıs adasında “münhasır ekonomik alanlar” ilan ederek buralarda petrol ve doğalgaz arama konusunda Akdeniz’e komşu ülkelerle Akdeniz’i paylaşım girişimlere başlaması, sonuç alınmayacağı baştan bilinen tehlikeli ataklardır. Rum medyasının haberlerine göre, Türkiye'nin tepkisi nedeniyle Kıbrıs Rum yönetiminin Doğu Akdeniz'i paylaşma tekliflerini önceleri reddeden İsrail, daha sonra sürpriz biçimde adaya üst düzey bir teknik heyet göndermiş ve bazı anlaşmalar imzalanmıştır.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Doğu Akdeniz’deki zengin deniz altı kaynaklarından yararlanmak amacıyla tek taraflı olarak Kıbrıs adasının etrafında Münhasır Ekonomik Bölge tesis etme yoluna gitmiştir. Mısır, Lübnan ile Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sınırlama anlaşması yapan Güney Kıbrıs, Suriye ile görüşmeler yapmıştır. GKRY ile Mısır arasında MEB Sınırlandırmasına İlişkin Anlaşma 17 Şubat 2003 tarihinde imzalanmış, Şubat 2004’de de BM’ye tescil ettirilmiştir. Bununla da kalmayarak, GKRY Parlamentosu, GKRY-Lübnan MEB sınırlandırma anlaşması imzalandıktan sonra 26 Ocak 2007 tarihinde bir yasa kabul ederek Kıbrıs Adası’nın güneyinde, Mısır ve Lübnan ile çizdiği sınırların içerisinde 13 adet petrol arama ruhsat sahası ilan etmiştir. GKRY’nin ilan ettiği 13 adet ruhsat sahasının toplam yüzölçümü 70.000 km²’dir (Serdar Erdurmaz, http://www.turksam.org/tr/
GKRY, 2011’in ikinci yarısında Ağustos ayı başında petrol ve doğal gaz arama çalışmalarına başlamıştır. 15 Eylül’de ABD’li Noble ve İsrailli Delek şirketi tarafından doğal gaz aramalarında kullanacak olan “Afrodit” olarak adlandırılan platform, 12’inci parsele ulaşmış ve 18 Eylül’de sondaj işlemine başlamıştır. Rum tarafının sondaja başlaması üzerine KKTC ve Türkiye arasında Kıta Sahanlığını Sınırlandırma Anlaşması imzalanmıştır. Anlaşmayı müteakip Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na petrol ve doğal gaz arama izni vermiş ve Koca Piri Reis gemisi petrol sondajı için gerekli olan sismik veri çalışmalarına “G” noktası olarak adlandırılan bölgede başlanmıştır. (Sibel Akgün, Doğu Akdeniz’de Enerji ve Güç Mücadelesi, http://www.usgam.com/index.
İsrail’in Türkiye’ye İhtiyacı Var
ABD başta olmak üzere İsrail’in Türkiye ile gerginleşen ilişkilerini tamir etmeye çalışan çok sayıda ülke ve uluslar arası kuruluş bulunmaktadır. ABD Başkanı, bu konuda bizzat devreye girmiş, ancak bir sonuç alamamıştır.
İsrail’in Türkiye ile gerginlikler yaşaması, Orta Doğu’da Mısır’ı da kaybederek giderek yalnızlaştığı için daha da vahim sonuçlara yaratacaktır. Türkiye’nin Arap diplomasisi gibi ani ve fevri hareketlerle değil, kapsamlı, pro-aktif ve uzun dönemli bir diplomasiyle hareket etmesi durumunda İsrail’in uluslararası toplumda daha da yalnızlaşmasına katkı sağlayacağı açıktır. Bölgede dilen üstünde biçimde her an savaş koşullarında yaşayan İsrail, ABD’den aldığı sürekli desteğin kısılması durumunda ciddi krizlerle karşı karşıya kalabilecektir. Bu nedenle, şımarık İsrail diplomasisinin yola getirilmesi ve Türkiye ile gerginlik yaşayan yöneticilerin yönetimden uzaklaştırılması için İsrail’de bir iktidar değişikliğine gidilmesi, kısa dönemde gerçekleşebilecek olgular arasında görülmektedir.
İsrail, gerek bölgede barışın tesis edilmesi, gerekse de Orta Doğu’da sıkışmış olduğu pozisyondan kurtulmak için Türkiye ile iyi ilişkiler kurmaya mecburdur. Uzun dönemde ise başta su sorunu olmak üzere İsrail’i tehdit eden birçok konuda Türkiye ile ilişkiler kurulması kaçınılmaz görülmektedir.
İsrail’in bulunduğu bölgede su kaynakları kısıtlı olduğundan, su sorunu İsrailliler ve Arap komşuları arasında sayısız jeopolitik çekişme alanlarından birisi. İsrail işgali altındaki Golan tepelerinin Suriye’ye geri verilmemesi de su kaynaklarıyla ilgili olarak görülmektedir (Yves Lacoste, Büyük Oyunu Anlamak: Jeopolitik-Bugünün Uzun Tarihi, NTV Yayınları, İstanbul, 2008, sy. 294). İsrail, su yoksunu bir ülke olarak su sorununu çözmek için büyük bir arayış içinde. Denizden içme ve kullanma suyu temini için teknolojiler geliştirilirken, bir yandan da su sorununu çözmek için uzun dönemli çalışmalar yapılıyor. Bu konuda Türkiye ile iyi ilişkiler geliştirmesi ümit verici olabilir. Manavgat Nehri’nden yıllık su ihtiyacının % 5-10 dolayındaki kısmını temin etmek amacıyla geçmişte İsrail ile Türk yetkililer arasında biz dizi görüşme yapıldığı biliniyor [Bakınız; Aziz Konukman (editör), Dünyada Su Sorunları ve Stratejileri, ASAM yayınları, Ankara, 2003, sy. 87]. Su sorunu ve Arap coğrafyasına sıkışmış jeo-politik konumundan sıyrılabilmesi başta olmak üzere, İsrail-Türkiye arasındaki iyi ilişkiler, özellikle İsrail açısından önemli kazanımlar getirecektir.
Sonuç olarak…
Dünya yeniden şekillenirken küresel güçlerin Orta Doğu coğrafyasında militarist bir güç olarak İsrail'e olan ihtiyacının azalması, daha da önemlisi İsrail'in yeni planlarda engel olarak görülmeye başlaması, İsrail'in eski stratejik önemini kaybetmesi ile yakından ilişkilidir. Bu durumu algılayamayan İsrail, küresel yeni projelerde aktif olarak yer alamadığını gördükçe, hırçın ve küstahça bir saldırganlık ve şımarık bir diplomasi uygulamaya başlamıştır.
Peki, sonuçta ne olabilir? İsrail-Türkiye ilişkilerindeki gerginliğin gideceği nokta, güçlü Yahudi lobisinin etkisiyle küresel güçlerin İsrail'i bir kalemde silip atamayacağı düşünüldüğünde, İsrail devletinin politikalarının değiştirilmesi olacaktır. Bunun yolu da İsrail'de yönetimin değiştirilmesi ve Türk-İsrail ilişkilerinin tamir edilmesidir. Bu doğrultuda, Arap coğrafyasında yaşanan rejim değişikliklerine benzer gelişmelerin İsrail'de de gerçekleşmesi sürpriz sayılmamalıdır.
Sonuç olarak İsrail, İran sonrasında Arap ülkesi olmayan demokratik bir ülke ile ciddi bir çatışma içine girmiştir. Bu çatışmada destek alacağı temel güç olan ABD, İsrail'in Türkiye'ye cephe almasına neden olan küresel planların sahibidir. Hal böyle olunca, İsrail için fazla bir seçenek kalmıyor. Ya İsrail yönetimi değiştirilecek ve Türkiye ile uyumlu ilişkiler yürütebilecek yeni bir İsrail Hükümeti oluşturulacak ya da İsrail, mevcut yönetimi ile politikalarını köklü biçimde değiştirmek durumunda kalacaktır
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.