Mithat Baş
ŞEHZADE MUSTAFANIN DRAMI
“Muhteşem Yüzyıl” adlı dizinin televizyonda gösterime başlamasından sonra, görsel ve yazılı basında diziyle ilgili olumlu ve olumsuz tartışmalar başladı. İlgili ilgisiz herkes Osmanlı tarihi ile ilgili görüşler ifade ettiler. Siyasiler bile bu tartışmalara katıldı. Neredeyse RTÜK’ü bilirkişi ilan edeceklerdi. Bazı basın yayın organlarında filmin gösterimden kaldırılması için kampanyalar başlatıldı.
Yasakçı zihniyet, 12 Eylülde de “Yorgun Savaşçı” filmini yaktırmamış mıydı? Alışıktık yasakçılığa.
Diziyle ilgili eteklerindeki taşı döken herkesin ne kadar fikir özgürlüğünden, ifade özgürlüğünden yana olduğu açığa çıktı.
Diziler, konuları tarih de olsa, tarih olarak anlaşılmamalıdır.
Dizilerdeki senaryolar, birtakım tarihi olayları fantastik olarak ele alsalar bile, birer kurgudur.
Nitekim bazı önemli yazarlarımızın romanlarından esinlenerek üretilmiş senaryoların, o romanları nasıl değiştirdiklerine de tanık olmadık mı? “Yaprak Dökümü” dizisi Reşat Nuri Güntekin’in aynı addaki romanına ne kadar benziyordu?
Bu tür senaryolara ve uyarlamalara hoşgörü ile yaklaşmak gerekir. Kaldı ki tarihi olayları konu almış diziler, objektif tarihi değiştirmeye muktedir değildir.
Ancak tarihin çarpıtıldığı şeklinde kaygıları olan insanlarımızın da bilmeleri gereken önemli bir konu vardır. Osmanlı zaptiyeliği ve din polisliğine soyunarak imparatorluk zamanını dualar ve şerbetlerle donanmış gibi göstermeye çalışmak ne kadar doğrudur?
Önce objektif tarihimiz konusunda ne kadar bilgimiz var, bunu sorgulamalıyız.
Tarih ve tarihi şahsiyetler, kişilere veya belirli görüşlerin yorumlarına göre şekillenemez.
Tarih, insanlığın ortak geçmişidir.
Özellikle Osmanlı tarihi bu topraklarda yaşayan herkesin “ortak tarihi”dir.
Bu nedenle en ufak bir tarihsel eleştiride “Ceddimiz rencide ediliyor” diye alınganlık göstermek ne kadar gerçekçidir?
Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman ne kadar ceddimiz ise, bu topraklarda yaşaması mümkün olamayacak halde bırakılan Cem Sultan, Kanuni Sultan Süleyman tarafından boğdurulan oğulları Şehzade Mustafa ve Şehzade Beyazıt ile yine Kanuni tarafından 80 yaşında boğdurulan ünlü denizcimiz Piri Reis, yine başka tarihlerde cellada teslim edilen nice şehzade ve devlet adamı da o kadar ceddimizdir.
Tarihimizde hep olumlu olaylara sarılıp sahiplenirken, olumsuz olayları da tarihin objektif ekranından kaçıramayız.
Osmanlı tarihi, görkemli ve gurur verici olayların yanı sıra çok acı dram öyküleriyle de doludur.
Şehzade Mustafa, Kanuni Sultan Süleyman’ın en büyük oğludur.
Çok çeşitli yerli ve yabancı kaynaklar, Şehzade Mustafa’nın son derece yiğit, gözünü budaktan esirgemeyen yağız bir delikanlı olduğunu belirtir.
1515 yılında Manisa’da doğmuştur.
Annesi Mahidevran adlı bir Türk kızıdır.
Sultan Süleyman’ın en büyük oğlu olması nedeniyle de “veliaht şehzade” olarak anılmaktadır. Yetişmesinde ve sonraki yıllarda saray entrikalarından korunmasında Pargalı Damat İbrahim Paşa’nın büyük emeği vardır. Fakat İbrahim Paşa, 1536 yılında bir rivayete göre padişahın soyunu küçümsediği için idam edilince sarayda entrikalara karşı kendisini koruyacak güçlü bir dostu kalmamıştır.
Şehzade Mustafa Amasya valisidir.
Halk tarafından çok sevilmekte ve geleceğin padişahı olarak bakılmaktadır.
Sarayda Kanuni’nin gözdelerinden ve Şehzade Beyazıt ve Şehzade Selim’in de anneleri olan Hürrem Sultan ve damadı Rüstem Paşa’nın bir dediği iki olmamaktadır.
Hürrem Sultan, Kanuni’den sonra kendi oğullarından II. Selim’in (Bazı tarihi kaynaklarda Sarı Selim veya Sarhoş Selim olarak adlandırılır.) padişah olmasını istemektedir.
Bunun önünde de en büyük engel Şehzade Mustafa’dır.
Hürrem Sultan ve Rüstem Paşa işbirliği içindedirler. Mustafa’nın ağzından İran Şahına yazıldığı söylenen sahte mektuplar üreterek padişaha gösterirler.
Ayrıca Celali isyanı çıkaran asilerin başlarıyla Şehzade Mustafa’nın gizlice anlaştığını belirtirler.
Kanuni Sultan Süleyman’ı, oğlunun kendi aleyhinde tertip içinde olduğuna inandırırlar. Padişah sefere hazırlanır. Bayram da yaklaşmıştır. Şehzade Mustafa, hem babasıyla birlikte sefere katılmak, hem de bayram nedeniyle babasının elini öpmek için Tokat yakınlarındaki Aktepe’de, yanında getirdiği kuvvetleriyle birlikte orduya intikal eder.
El öpmek üzere otağa girmek ister. Fakat önceden her şey hazırlanmıştır.
Çadırın dışında içeri girmeden silahları istenir.
İtiraz için geç kalmıştır.
Yedi cellatla boğuşmaya başlar.
Uzun süren boğuşmayı, arkasından baltanın küpsüsüyle vurulan darbe sonlandırır.
Yere düşen Mustafa’nın boynuna cellatlar yağlı ibrişimleri rahatça takarlar. Tarih 1553’ü göstermektedir ve Şehzade Mustafa henüz 38 yaşındadır.
Olay İstanbul’da çok büyük gösterilere neden olur.
Halk ayaklanır. “Bunak padişah” diye nümayişler düzenlenir.
Şehzade Mustafa’nın boğdurulması, Osmanlı tarihinde ne ilk dramdır, ne de son dram.
Not: Osmanlı sarayındaki yaşantılar için ayrıntılı bilgi edinmek isteyenlerin, Prof. Dr. Halil İnalcık’ın “Has-Bağçede Ayş u Tarab” adlı araştırmasını okumalarını öneririm.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.