Uzakta Bir Sevdalımız,İbrahim Dizman
Ordu'da Doğmayan, Orduda Yaşarken sevdalanan ve bunu da en "Muteber" biçimde "içselleştiren" araşytırmacı ve Olay gazetesi yazarı arkadaşımıza Ordu adına verdiği bu mücadelesinde başarılar diliyoruz. Ve de Selanik konuşmasını yayınlıyoruz...
Ordu'da Doğmayan, Orduda Yaşarken sevdalanan ve bunu da en "Muteber" biçimde "içselleştiren" araşytırmacı ve Olay gazetesi yazarı arkadaşımıza Ordu adına verdiği bu mücadelesinde başarılar diliyoruz.
Ve de Selanik konuşmasını yayınlıyoruz...
Uzakta Bir Sevdalımız,İbrahim Dizman...
Yaasas (merhabalar) Benim Yunanistan’a ilk gelişim. Dört gündür buradayız. Şaşırtıcı biçimde hiç yabancılık çekmediğim bir yerde olduğumu hissettim. Babaannemin yaşanmış hikayelerinden izleri; çocukluğumdaki aile geleneklerinden çoğu şeyi burada buldum. Örneğin, babaannemin yaptığı şam tatlısını “samali” adıyla; saraylı tatlısını “sarayli” adıyla buldum. Burasının çocukluk hikayelerimin kenti olduğunu bir kez daha heyecanla fark ettim.
Karadeniz’le Ege iki kardeş denizdir. Birbirlerine bakarlar; birbirlerini tamamlarlar. Biri, biraz çatık kaşlı, hırçın, her konuğu sevmez ve mağrurdur. Öteki, kardeşine pek benzemez; işveli, neşeli, herkese kucak açan masmavi bir denizdir.
Eski bir Yunan şiirinde “Bir ruh kendini tanıyacaksa, başka bir ruha bakması gerekir” diye bir dize vardır. İşte, Karadeniz’i anlamak için Ege’ye, Ege’yi anlamak için de Karadeniz’e bakmak gerekir.
Benim burada sizlerle paylaşmak istediğim iki kitabımdan biri “Denize Düşen Dağ: Ordu” adını taşıyor. Bir şehir monografisi. Karadeniz’in tam ortasındaki Ordu, mitolojik dönemin ve bölgemiz tarihinin önemli olaylarına tanıklık etmiş bir yerdir. Çünkü hikâyelerimiz ortaktır; sanki aynı kişi yazagelmiştir. Tarihin içindeki o kişilerden birini biliyoruz: Homeros! Odesseia’da Argonotları anlatır… Argonotların lideri Yason’un en eski dönemden beri adını taşıyan tek yer de Ordu’dadır. Yine Homeros’un ve sonra Heredot’un anlattığı başka bir hikâye de Ege ile Karadeniz’i buluşturur. Bu Amazonların hikâyesidir. Amazonlar Ordu civarında yaşamışlardır.
Karadeniz ve Ege’nin ortak hikâyelerinden biri de 1924 Mübadelesidir. Trajik ama zaman içinde kardeşliğin ve dostluğun vurgusuna dönüşen bu olaya ilişkin birçok yaşanmışlığı “Denize Düşen Dağ”da şöyle anlatmıştım. Mübadele duygusu da karşılıklıdır. Selanik’ten, Kavala’dan, Katerini’den Türkiye’ye gelenler de aynı duyguları yüreklerinde yaşatmışlardır. Birbirlerini hiç unutmamışlardır. Sizlerle bir mektubun iki tümcesini paylaşmak istiyorum. Kavala’dan Ordu’ya gelen Hatice Hanım, bir gün, yıllarca haber alamadığı komşusu ve çocukluk arkadaşlarından bir kart alır. Yunanistan’daki çocukluk arkadaşı onu ne kadar özlediğinden söz etmektedir. Bir gün görüşüp görüşemeyeceklerini sorar. Hatice Hanım da gözyaşları içinde yanıt yazar. Der ki: “Sevgili kardeşlerim Yeaa, Feyana… Bilseniz ki ne kadar mutlu oldum. Kartı defalarca öptüm durdum…” Mektubun devamına gerek var mı? Hatice Hanım’ın ne hissettiği bu tümcede yeterince açık değil mi? Mübadelenin son kafilesi Ordu’dan ayrılırken iki futbol takımının maçı da vardır. Gidenler bu iddialı maçın sonucunu hep merak etmişler ama ancak yıllar sonra öğrenebilmişlerdir.
Şimdi biz bu yaşanmışlıkları bir belgeselle anlatmayı da istiyoruz.
Bu kitapta Ordu’nun geçmişinden bugüne tarihin derinliklerinde kalmış hikâyelerini anlattım; bugününü anlattım. Kendi yaşamışlığımdan yola çıkarak gözlemlerimi anlattım.
Başka Zaman Çocukları adlı romanımda da iki ayrı dönemi yine tarihin içinden bir öyküyle anlatmayı denedim. Sizlerin 1967’de yaşadığınız faşist cunta trajedisini, 1980’lerin başında biz de yaşamıştık. O günleri irdeleyen bir roman bu.
2000’lerde Karadeniz’deki kentine dönen bir arkeolog bir roman yazmaktadır. Romanında 1970’lerin sonunu, darbeye giden günleri bir Ege kasabası üzerinden anlatır. Öte yandan, evde dedesinin anı defterini de bulmuştur; bir yandan da onu okur. Türklerle Rumların günlük yaşamdaki dostlukları; futbol maçları, tiyatroları, meyhaneleri anlatılır. Dedesi, bir savaşçıdır ama aynı zamanda bir Rum kızına da âşıktır. Bu, çevrede hiç de hoş karşılanmaz. İki sevgili kaçmayı denerler ama başaramazlar. Kahraman bilinen dede, hainlikle suçlanır. Devletlerin antlaşmaları aşkları da yıkıp geçer; iki sevgili 1924 mübadelesiyle ayrılırlar. Bu anıları okuyan yazar; cunta döneminde korkarak kentini terk eden 1980’lerdeki kişiyle dedesinin aynı duyguları taşıdığını fark eder. Zamanlar değişse de, kahramanlıkla ihanetin nasıl iç içe geçebileceğini; duyguların insanları her dönemde nasıl savurabileceğini anlatır okura.
Kitaplarımda, romanlarımda, tarihi, yaşanmışlıkları anlatmayı seviyorum. Okurun yalnızca güncel duygular içinde değil, tarihsellik içinde kendini duyumsamasını önemsiyorum. Doğduğum ve yaşadığım coğrafyalar tarihsel yerler oldu hep. Balkanlarda doğmuş babaannemin masal diye anlattıklarında da yaşanmışlıklar vardı; sonraki yıllarımda Karadeniz’de araştırdıklarımda da… Bunları bir simyacı gibi, sözün büyüsüyle dostluklara, kardeşliklere çevirerek anlatmak benim için önemli. Çünkü yaşadığımız dünya hâlâ sorunlu, hala karışık. Sorunlar, savaşlar dünyayı bir cendere gibi sıkıyor, boğuyor; insanları mutsuz ediyor. Kavafis, bir şiirinde “Ruhum daha ne kadar katlanacak bur çoraklığa?” diye sormuştu. Ben de çorak değil verimli bir insanlık toprağından yana olduğum için bunları yazıyorum; yazmayı sürdüreceğim.
Not: Konuşmalarımızı Yunancaya çeviren Spiro Hacıanastas ve Şebnem Arslan'a teşekkürler.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.