MİNİA TÜRK

MİNİA TÜRK

stanbul, kocaman metropolün içinde bir yerden ayrı bir yere doğru giderken, arabadan geriye baktığımda her semtin ne kadar iç içe olduğunu üzülerek gördüm. Sıkış pıkış bir dünya şehri. Üç büyük kulübün şehri, üç büyük taraftar kitlesinin şehri, dinlerin i

MİNİA TÜRK

          İstanbul a  gittim Cuma akşamı, Atatürk hava alanından Kemal aldı bizi, oğlum, onunla beraber  sevgili bacanağımın Boğaz köydeki o güzel villasına gittik eşimle. İstanbula gitmeyeli tam 8 yıl oldu. İnsanın oğlu orada ve ben bir kez gitmemişim, olacak iş değil gibi olsa da öyle. Kemal Şişli de bankada ve Nişantaşın da oturuyor, sorsalar nerede bilmem mümkün değil.

         Gece 12 30 da Boğaz köyde idik. O gece sahurla yattık. Sabah beraberce Eyüp sultana gittik.  Yukarıya çıktık. Pier Loti ye, oruçluyuz ya zevki de yok. Çay yok, soda yok. Tekrar indik teleferikle aşağıya.

        Eyüp sultanda şükür öğle namazımızı kıldık bacanakla, duamızı ettik, ailemize, askerlerimize, ölmüşlerimize ve bu millete… Sonrada yukardan baktım halice.

        Altın boynuz, kağıt hane , haliç o kadar berbattı ki harabe yerlerdi. Fabrika artıkları ile kirli, pislik içinde halici İstanbul da olduğum yıllarda çokça ziyaret etmişimdir.

      Adeta serserilerin dolaştığı izbelik yerlerdi buralar , ama sonrasında sayın başbakanın belediye başkanlığı dönemi ,sonraki başkanlar ve devam eden süreçte buralar o kadar harika olmuş ki, Eyüp sultana ve bir çok edebiyatçımızın ruhuna yakışır bir güzellikte bakışları haliç onlara;” oldu mu” dercesine bakan bir kanalda, saatlerce oturdum, dolaştım ve  büyük zevk aldım diye her gün bakıyor.

         Sonra biz “ Minia- Türk e” gittik, orada sanki İstanbul u bir saat boyunca gezdik. “T.B.M.M den  Anıtkabir e,  Beyazit Camin den dikilitaşa, Kız Kulesin den, Galata kulesine, Erzurum çifte minareden Sivas Ulu camiye, Diyarbakır dan, Nemrut dağına,   Urfa dan Mekke ye, Mostar dan Budapeşte ye, Kuleliden, Galatasaray lisesine, Haydar paşa dan boğaz köprüsüne tüm İstanbul u orada dolaştık.

Muhteşem bir duygu idi.

          Oradan çıkıp gelirken on yıl görmediğim İstanbul a bakınca, artık yedi tepe İstanbul kaybolmuş bitmiş, yerine yedi tepede binler site oluşmuş ayrı bir yer gelmişti  karşımıza. Şaşırdım. Bacanak ise güldü. O bu değişen günden güne komşuluğun ,insanlığın kaybolduğu site İstanbul un gözlerinin önünde büyüyerek gelişmesini izleyerek işine giderken ben de  neleri yazıyordum.

          İstanbul, kocaman metropolün içinde bir yerden ayrı bir yere doğru giderken, arabadan geriye baktığımda her semtin ne kadar iç içe olduğunu üzülerek gördüm. Sıkış pıkış bir dünya şehri. Üç büyük kulübün şehri, üç büyük taraftar kitlesinin şehri, dinlerin içi içe yaşadığı muhteşem şehir,iyiki buradayım.

          Ama üzülerek şunu gördüm. 20 saat yada sıcakta  çalışan, ağır iş yapanlara saygı duyarken İstanbul da yaşamın zorluğu beni ürküttü. İçimden dedim ki, sen Ordu da ol. Bize Ordu o kadar fazla ki daha içinde yapacak güzel şeyler bitmedi.

         Bunun yanında ise geldiğim İstanbul u İstanbul yapan, hizmet eden her insana teşekkürler. Çünkü dünyanın en güzel şehirlerinden birinde olmak, bir olmayan tepesinden bakmak bile her şeye değiyor.

         Sizce de  öyle değil mi ?  Minia-Türk ise çok özel ellerden çıkmış bir sanat harikası. İyiki de  yapılmış.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum