Mithat BAŞ: ANADOLU ABDALLARI
Abdallar; Alevî-Bektaşi geleneğinden gelmektedirler. Ancak Sünnî geleneğin içinde asla çatışmacı olmamışlardır. Bu anlamda Abdalların; engin bir özveri ve hoşgörü kültürlerinin özünü bozmadan, ciddi bir sosyolojik dönüşüm içine girdiklerini ve bu süreci y
ANADOLU ABDALLARI
Mithat BAŞ
Tarihsel süreç içinde “Abdal” adının değişik çağrışımlarına rastlanmaktadır. 12. ve 14. yüzyıllarda İran'da yazılmış metinlerde, Abdal kelimesi “derviş, sûfî” anlamını taşırken, 15. yüzyıldan itibaren devlette resmi mezhep haline gelen Sünnilik anlayışının bir sonucu olarak dervişlik ile avareliği birbirine karıştıranlar, Abdal kelimesine “divane, meczub'' diyerek horlanan bir mana yüklemişler ve giderek de bu kelime Anadolu’nun çoğu bölgelerinde “bön, ahmak” anlamına gelecek biçimde dışlanan, hafife alınan bir görünüme bürünmüştür.
Abdal sözcüğünün en doğru anlamını yüzyıllar öncesinden Yunus Emre bildirir bize:
“Su dibinde mâhi ile
Sahralarda âhû ile
Abdal olup yâ hû ile
Çağırayım Mevlâ’m seni”
Abdal; Arapçada bedel, bedil karşılıklarının çoğulu olup; “Bir şeyin veya bir kimsenin yerini tutmak.” karşılığı olarak kullanılır. Eski ve yaygın inanışça; dervişler, nefislerini ruhlarına “bedel” olarak verdiklerinden, “bedel” ile “abdal” arasındaki ilişki de buradan kaynaklanmaktadır.
Yüzyıllar boyunca Abdal sözcüğü; bedel kelimesinin çoğulu olarak; gezgin dervişlere verilen ad olmuştur. Bu yüzden birçok olay abdalın bilgisi içinde görüle geldiğinden Anadolu’da “Abdala malum olur” deyimi kullanılır olmuştur.
Anadolu Abdalları (Abdalân-ı Rum/Anadolu Abdalları); Anadolu’nun Türkleşme sürecinde gaziler veya Alp-Erenler (Gaziyan-ı Rum/Anadolu Gazileri), önderliğini Kırşehirli Ahi Evran’ın yaptığı Ahiler (Ahiyan-ı Rum/Anadolu Ahileri) ve yine Ahi Evran’ın eşi Fatma Bacı tarafından “kadınlar teşkilatı” olarak örgütlendirilen (Bâcıyân-ı Rum/Anadolu Bacıları) ile birlikte büyük hizmetleri görülen bu dönemin etkili sosyal zümrelerinden biri olmuştur.
Âşık paşazade, Abdalân-ı Rum’u, bilge dervişler olarak ifade eder.
14. ve 15. yüzyıllarda değişik adlarla zikredilmekle beraber, daha çok ‘abdal’ ismi ile anılan bu zümrelerin, dönemin resmî tarihçilerince, gelecekleri bozuk, serseri şeklinde bahsedilmelerine rağmen, halk arasında büyük ün kazandıkları görülmektedir
Abdallar; Alevî-Bektaşi geleneğinden gelmektedirler. Ancak Sünnî geleneğin içinde asla çatışmacı olmamışlardır. Bu anlamda Abdalların; engin bir özveri ve hoşgörü kültürlerinin özünü bozmadan, ciddi bir sosyolojik dönüşüm içine girdiklerini ve bu süreci yaşadıklarını belirtmek yerinde olacaktır.
Abdallar arasında, geleneksel dinsel etkinliklere katılımlar geçmişe göre hayli zayıflamış, Alevi dedeler artık ziyaretlere gelmediklerinden Cem törenleri neredeyse unutulmuş, dedelik yapılanmasına bağlılık da eski halini yitirmiştir. Aleviliğin toplumsal düzene dönük “düşkünlük”, “muhasiplik” gibi benzer sosyal içerikli uygulamaları da, Abdallar arasında ortadan kalkmıştır.
Alevi-Bektaşi geleneğinden gelmeleri nedeniyle Abdallar, Anadolu Türkmenlerinin adeta profesyonel mızıkacıları olmuşlardır. Çünkü Anadolu halkında çeşitli sebeplerle oluşan; “Sünnî taassup” adeta çalgıyı, türküyü Abdallara havale etmiştir. Abdallar da doğal olarak kendilerine terk edilen Türk Halk Müziği’nin ve oyun kültürünün doğal taşıyıcıları olmuşlardır. Yüzyılların Anadolu’sunun yaşam tarzını kemanın inceliğinde, boz davulun gümbürtüsünde, sazın tellerinde bugünlere, kaynağından taşımışlardır.
Anadolu Abdallarının; Türk soyundan geldikleri, Müslüman oldukları, başlarında bulunan uluları, “Kara Yağmur”un liderliğinde “Horasan Erleri” olarak Anadolu’ya geldikleri, sözlü kültürlerinde belirtilmektedir. Yüzyılların horlanmışlığını sürekli hatırlamışlar ve kendilerini “garip” olarak ifade etmişlerdir.
Pir Sultan Abdal, Dadaloğlu, Karacaoğlan, Âşık Veysel, Âşık Mahzuni, Neşet Ertaş ve diğer ozan ve abdallar! İyi ki yaşamışsınız. İyi ki arkanızda binlerce beste, binlerce türkü bırakmışsınız. Yüzyılların ötesinden Türklerin nefesi olmuşsunuz. Bu toprakların tapusu sizlersiniz.
***
25 Eylül 1012 tarihinde kaybettiğimiz ünlü halk ozanı ve Anadolu Abdallarının son temsilcilerinden Neşet Ertaş’ın halkımıza mal olmuş yüzlerce türküsünü, son yılların “yeni türemiş” yazarlarından İskender Pala müstehcen buluyormuş. Şaşılacak bir durum yok. Bu yazarın dünyaya hangi gözlükle baktığını “Şah Sultan” adlı romanını okuyanlar bilirler. Bu kafa türküleri tarih boyunca bu şekilde yorumladığı için kültürümüzün önemli bir parçası olan “Türk Halk Müziği”, geçmişten günümüze kendilerini seçkin zannedenler yoluyla değil, halk ozanlarıyla, genellikle de Aleviler ve Anadolu Abdalları tarafından taşınmıştır. Onlar, Türk kültürünün kumaşını en iyi şekilde dokuyanlardır.
Neşet Ertaş’ın türkülerini müstehcen bulan anlayışın bir tek adı vardır: Sapıklık.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.