PLÂN İSTEMEYİZ PiLÂV İSTERİZ
PLÂN İSTEMEYİZ PiLÂV İSTERİZ
PLÂN İSTEMEYİZ PiLÂV İSTERİZ
ABDULLAH AYDIN
Geçmiş zaman içinde Türk Siyasetinin sayınları (!) TBMM’de ‘ Beş yıllık Kalkınma Planları” yasa tasarısı görüşülürken, Meclis masalarını davul çalar gibi yumruklayarak önerilen yasayı protesto ediyorlar, Planlı kalkınma dönemini önlemeye çalışılıyorlardı. Dillerindeki slogan “Plân istemeyiz, Pilâv isteriz” şeklindeydi.
Özellikle sağ siyasetlerin Pilâv istekleri Türkiye’yi bu günkü duruma getirdi. Dünya’da tarım sektöründe kendine yeten Yedi ülkeden biri olan Türkiye, bu gün 126 ülkeden 133 çeşit gıda maddesi ithal ediyor. Bu gıdaların içinde Sarımsak’tan Et’e, Lâhana’dan Fındık’a kadar türlü gıda maddeleri var.
2016 verilerine göre 142.6 Milyon dolarlık gıda maddesi satarken, 198.6 Milyon dolarlık gıda maddesi almışız. Sonuçta 56 Milyon dolarlık gıda açığımız olmuş ve gıda konusunda da kendi kendimizi göremez duruma gelmişiz.
245 milyon dönümlük tarım arazisinde halkını doyuramayan Türkiye, kendisinden bütün toprakları itibariyle bizim tarım alanlarımızın 6/1 ve 8/1 oranındaki Hollanda ve Belçika’dan gıda maddesi satın alır duruma düşürüldü. İnsan aklına hemen ‘neden?’ sorusu geliyor. Neden olacak: Plânsızlıktan, programsızlıktan, ilkesizlikten ve bilimi toplum hayatımızdan dışlamamızdan ileri geliyor.
Derdimiz sadece gıda konusu değil. Cumhuriyetin hayat kaynağı olan ‘Bağımsızlık’ fikri zaman içinde aşındırılmış, karşılıklı yarar ilkesi yerine, hegemonik güçlere bağımlılık geçerli siyasi ve ekonomik akçe durumuna getirilmiştir.
Nitekim 1930 lu yıllarda uçak yapan, gemi yapan ve bunları ihraç etme durumuna gelen Türkiye, özellikle ikinci paylaşım savaşından sonra gelişen kapitalizme ve sömürüsüne teslim olmuş, çağdaş ilkelerinden kısmen vazgeçmiştir. Sonuç nedir diye sorulacak olursa, sonuç ortada. Ekonomik olarak, çoğu konularda siyasi olarak, Sanayi ve teknoloji olarak, gıda ihtiyacımız olarak dışa bağımlı duruma düşmüşüz.
Bağımlılığın getirdiği sonuçları hep birlikte yaşıyor ve acı çekiyoruz. Kendi kendimize sormadan edemiyoruz, ama yeterli cevabı da alamıyoruz, veremiyoruz?
Neden ihtiyacımız olan silâhı (Keşke silâha hiç ihtiyaç duyulmasa) kendimiz üretemiyoruz?
Neden hâlâ günümüzde basit bir üretim olan ve çok tüketilen kendi otomobilimize binemiyoruz?
Bu kadar geniş topraklar üzerinde yaşarken, dışardan neden gıda maddesi alıyoruz?
Ülkede bu kadar işsizliğin nedeni nedir?
Neden çocuklarımız istediği okula gidemiyor, hasta çocuklarımız neden ilâç bulamıyor?
Terörü neden bir türlü önleyemiyoruz?
Bu sorulara daha onlarca soru ekleyebiliriz. Sorunların çözümünü ise, birinde aramak yerine, birlikte cevap ve çözüm aramak zorunluluğunu hiç unutmadan…
Ülkemiz neden muhtaç duruma düştü/düşürüldü? Sorunların başında bilimi reddetmek, amaçlardan, ilkelerden vazgeçmek geliyor. Toplum yıllardır çöl hikâyeleri ile uyutulup çaresizlik içine itildi. Yoksulluğun kader olduğu adeta ruhlara yazıldı. Tolumun gerçeği arama isteği ve gücü sindirildi.
Ülkemiz, çoğunu kendi insanının yarattığı zafiyet ve çelişkilerle boğuşuyor. Teknoloji üretmekten vazgeçen, her şeyini ithal ikamesine bağlayan, Entelektüel birikim oluşturamayan, bilgi sermayesini geliştiremeyen Türkiye, bahaneyi ve düşmanı dışarıda aramasın.
Sosyal gerekçeleri dikkate almayan, Dünyadaki siyasal ve ekonomik gelişmeleri doğru okuyamayan yöneticilerin marifetidir Türkiye’nin açmazları. Bilgi ve bilimden uzak tutulan toplumlar başkalarına muhtaç olmakla kalmayıp, zaman içinde tarihten silinme tehlikesi ile de karşılaşabilirler. Çünkü insanlık tarihinde iz bırakacak eserleri, imzaları ve markaları yoktur.
Uyuşturulan kitleleri yönlendirmek ve yönetmek kimilerince hoşa gidebilir. Teslim olmuş topluluklara nutuk salvoları atmak, dört parmak sallamak kolaydır. Ama bir ülkeyi barış ve Demokrasi içinde mutla yaşatmak herkesi harcı değildir! Karnı doysa da, beyni aç bırakılmış toplumların yaşam hakları elinden alınmış demektir!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.