TÜRKİYEYİ KİM BÖLÜYOR
Biz Türkler, Fizyolojik Genetiğimizden mi yoksa Sosyal Genetiğimizden mi kaynaklanıyor bilinmez; yapıp yıkmaya, yıkıp yapmaya çok meraklı ve meyyaliz. Cumhurbaşkanlığı Forsunda, tarihte kurulmuş Türk Devletlerini temsilen on altı yıldız var. Ancak Tari
TÜRKİYE’Yİ KİM BÖLÜYOR
ABDULLAH AYDIN
Biz Türkler, Fizyolojik Genetiğimizden mi yoksa Sosyal Genetiğimizden mi kaynaklanıyor bilinmez; yapıp yıkmaya, yıkıp yapmaya çok meraklı ve meyyaliz.
Cumhurbaşkanlığı Forsunda, tarihte kurulmuş Türk Devletlerini temsilen on altı yıldız var. Ancak Tarihi belgelerden günümüze ulaşan bilgilere göre Türkler, M.Ö. (İsa’dan önce) üçüncü yüz yılda Teoman’ın liderliğinde Büyük Hun Devletinin (Asya Hun Devleti) kurulması ile başlattıkları Devlet geleneği, on altı Türk Devleti ile sınırlı değil.
Türkler yirmi üç (23) Asırda, kayıtlara geçmiş Hanlık, Hanedanlık, Beylik, İmparatorluk, Kağanlık, Bağımsız Cumhuriyet, Özerk Cumhuriyet, Federe Devlet, Sovyetik Halk Cumhuriyeti, Bölgesel Bağımsız Hükümetler ve Geçici Milli Hükümetler şeklinde, yönetsel gücü olan Yüz Elli İki (152) tüzel kişilik oluşturmuşlardır.
Türk’lerin bu kadar tüzel kişilik oluşturup, kurup yıkmalarının sebebi ne? Elbette yüzlerce sebebi vardır. Burada, içe dönük sebeplerden bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
1-Kişisel hükmetme kültürünün yerleşik varlığı,
2-Kolektif yönetim anlayışının olmayışı,
3-Yerleşik düzene geçememe,
5-Diplomatik organizasyon noksanlığı,
6-Ekonominin üretimden değil, savaş ganimetlerinden beslenmesi dolayısıyla, savaş halinin sürekliliği gibi…
Gelelim günümüze. Elde tutamadığımız bir Dünya İmparatorluğunun küçük bir parçası üzerinde, Antiemperyalist bir mücadeleyle kurduğumuz Türkiye Cumhuriyeti’nin durumu ne? Bölünme tehdidi ile sıkıştırıldığımız durumumuzu anlamak için, toplumsal davranışlarımıza, Yerel Seçim sonuçlarına, Siyasi liderlerimizin konuşma ve davranışlarına bakalım.
Aslında, Cumhuriyetin kuruluşundan buyana, çeşitli biçimlerde problemler çıkaran ve son otuz yılda terör bazına oturtularak devam ettirilen Kürt sorununun ülkenin başına açtığı gaileleri ve sonuçlarını doğru değerlendirmemiz gerek. Kürt sorunu kimine göre Politik, kimine göre ekonomik, kimine göre ise kültüreldir. Bu iddiaların hepsinde doğruluk payı vardır, ama mutlak değildir. Bu sorunların tümü Demokratik bir düzen içinde çözülebilir. Şayet çözülmüyor veya çözülemiyorsa, ülkedeki siyasette ve siyaset adamlarında bir zafiyet ve yetersizlik var demektir. Seksen Milyon insanın yaşadığı bu ülkenin önüne Kürt barikatı çekmeye ve onu görmezden gelmeye, idare-i maslahat yöntemiyle yönetmeye, tehditle çıkar sağlamaya kimsenin hakkı olmasa gerek.
Seçimlerde kullanılan oyların bölgesel blokajlara göre dağılmasını, tüm Partilerin ülkenin bütününe hitap edemeyişlerini, Parti liderlerinin ülkenin kimi bölgelerine gidemeyişlerini kim nasıl açıklar? Ülkeyi yönetenler böyle bir sakatlığın ortadan kaldırılması için ne düşünüyor? Kimi Partilerin bu hastalıktan yarar sağlamaları hangi Hukuka sığar?
Siyasi terminolojide kullanılan dil ülkenin birliği açısından belirleyicidir. Anayasasında ve yasalarında “Üniter” yapıda olduğu yazılan bir ülkede Irksal ve Dinsel etnik terminolojiyi, Halk yerine “Halklar” terimini kullanırsanız, Bir mezhebi Devlet desteğine alırsanız kimileri için bazı ayrılık kapılarını aralamış olursunuz. Hâlbuki Demokratik bir ülkenin siyasetçisi ve yöneticisi her yurttaşı ile aynı mesafede olması ve tümünün derdini dert edinmesi gerekir.
Yönetenlerin yıllara dayanan toplumsal korkuları hastalık durumuna gelmiş durumda. Öğrencilerin Demokratik taleplerinden, İşçi Sınıfının hak arayışından, bayramından, toplumun lâik din anlayışından ürkenler, korkanlar… Korkularını hak arayışındaki insanların üzerine gaz, toma, tüfekle, fişekle gidenler sebep yaratıp yaratmadıkları konusunu defalarca, günlerce düşünmek durumundalar.
Hukuktan yoksun ‘benim Mahkemelerim’ oluşturarak, kurgulanmış davalarla herkesi zanlı ve suçlu konumuna sokarak, kitleleri ürkütüp sessizliğin içinde boğmaya ve sömürmeye çalışan siyasi yönetenler, onlara emirberlik yapan Kamu görevlileri, tüm olanları tersyüz ederek, toplumun aldatılmasında en büyük köprüyü oluşturan görsel ve Yazılı Basın sahipleri ve yetkili görevlileri toplumun ayrışmasındaki rollerinin muhasebesini yapabilirler mi acaba?
Türkiye’nin şu anda yaşadığı rejimi, Lâik, Demokrat ve Hukuki olarak tanımlamak Demokrasiyi bilmemek anlamına gelir. Anayasa ve Yasalar biçimselliğin ötesine geçemiyor. Parlamento tek parmağın güdümünde hareket ediyor. Mahkemeler Adalet dağıtamıyor. Etnik baskı ve terörün ötesinde, Sosyal terör tüm toplumu korkunun esiri durumuna getirmek üzere… Kadın cinayetleri, çocuklara karşı işlenen suçlar ürküntü yaratıyor. Aynı mahalledeki komşular birbirinden çekinir korkar olmuşlar. Kamu mallarının yağmalanması ve hizmet alımında yapılan yolsuzlukları önlemek mümkün olmuyor ve rejim Demokrasiden Kleptokrasiye (Hırsızlık rejimi)doğru kayıyor.
Tüm bu olumsuzlukları yaşarken toplumdaki duygu değişikliğini görmek gerek. Acı çektirmekten ve acı çekmekten haz alır görünen, yokluğu, yolsuzluğu ve baskıyı destekler görünen ve olumsuzluklara tepki vermeyen toplumumuzu izlerken, yoksa ‘Sadomazoşist bir yapıya mı’ sürükleniyoruz diye düşünmekten de edemiyoruz.
Sorumuza cevap verelim: Her türlü soruna bigâne kalarak, Hırsızlığı, Hukuksuzluğu hazmederek, hiçbir meziyeti olmayan siyasi ve bürokratik yöneticilerimizi maddi ve manevi taltiflere boğarak, birbirimizi sevmeyip ötekileştirerek, Türkiye’yi hep birlikte bölüyoruz.
Birlikte yaşamaktan daha güzel ne olabilir ki? Artık yıkmaktan vazgeçelim. Çünkü yapması çok zor olacak!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.