Umudunu kesip de incinme sakın
İktidar bileşenleri korona günlerinde de güvenlikçi politikalar eşliğinde, maden, enerji ve inşaat sektöründe yağma ve talanla, paydaşlarına kazandırmaya devam etmekte kararlılar. Türkiye, fiilen OHAL koşullarındadır ve muhalif duruş sahipleri için temel
“Umudunu kesip de incinme sakın”
Muammer BİLGİÇ Yazdı
1/ Durum tespiti
Yaşadığımız gezegenin toplam yüzölçümü 510 milyon kilometrekare. Karaların yüzölçümü, buzlarla kaplı Antarktika dâhil, 149 milyon kilometrekare. Bu karasal yüzölçümünde ekilebilir alan 27 milyon kilometrekare. Dünya’nın büyüyüp genişlemesi söz konusu değilken, önüne geçilemeyen vahşi inşaat faaliyetleri yüzünden dakikada 30 futbol sahası büyüklüğünde verimli toprağı yok ediyoruz.
Dünya nüfusu 7 milyar 800 milyon kadar. 700 milyon insan aşırı beslenmeden dolayı obez, 2 milyar 300 milyon insan da fazla kilolu. Buna karşılık her gün 25 bin insan açlığa bağlı olarak yaşamını yitiriyor. Açlıktan ölümler 16 Ekim Dünya Gıda günü haricinde pek haber değeri taşımıyor. Açlık bulaşıcı değildir ve yoksullara özgüdür.
2019 Aralık ayı sonlarında Çin’in Wuhan kentinde başlayan ve kısa sürede pandemiye dönüşen koronavirüs salgınında 150 günde 325 bin kadar insan öldü. Tüm dünyada pandeminin önüne geçebilmek için uçuşların iptalinden sokağa çıkma yasaklarına kadar birçok önlem alındı. Aynı sürede açlığa bağlı olarak ölen insan sayısı 3 milyon 750 bin kadar. Dünyada açlıktan ölümleri önlemek için rutin yardım çalışmalarının dışında hiçbir zaman bir acil eylem planı olmadı.
2/ Kötü ekonomi yoktur, sadece siz kaybedenlerdensinizdir.
İktidar bileşenleri korona günlerinde de güvenlikçi politikalar eşliğinde, maden, enerji ve inşaat sektöründe yağma ve talanla, paydaşlarına kazandırmaya devam etmekte kararlılar. Türkiye, fiilen OHAL koşullarındadır ve muhalif duruş sahipleri için temel hak ve özgürlükler her geçen gün biraz daha kısıtlanmaktadır.
İktidar paydaşlarının ve tabanının ekserisinin, hak ve özgürlüklerden yana bir sıkıntısı yoktur. İhaleler devam etmekte, madenler çalışmakta, inşaatlar yükselmektedir. Yoksul taban fonlanmaktadır ama zaten her şey para da değildir; milliyetçilik ve İslamcılık, muhalif bir cesedi “vatan toprağına gömdürmeyiz, gömseniz de mezardan çıkarır yakarız!” diyecek kadar zirve yapmıştır. Her ne kadar pandemi nedeniyle Cuma’ya gidilemese de minarelere iliştirilmiş hoparlörlerden ezan, sala ve dualar eksik değildir. Tek sıkıntı, tüm bu özgürlüklere rağmen çıkan çatlak seslerdir.
İktidarın omurgası alnı secdeli insanlardır. Ganimet şuuru vardır. Salda’nın kumu, Fatsa’nın toprağı, Kaz Dağları’nın ağaçları yağmalanıp talan edilirken, hep “etik” önemlidir. Sanal ortamda dahi etik değerlere bağlılığın nişanesi yeşil toplu hesaplar vardır. Bu hesaplar, durumdan vazife çıkarıldığında tecavüz edilecek kadınlara dair listeler yayınlar. Ekranlarda başörtülü bacılar, ellerindeki mühimmattan ve ilk fırsatta imha etmeyi düşündükleri komşularından bahsederler. Bu vatan ve dört çeker jeepler kolay kazanılmamıştır. Herkes ayağını denk alacaktır.
3/ Nepotizm; biz aslında hep haktan yana olurduk,
ah şu akrabalarımız olmasa…
Her canlı, yaşamını en iyi koşullarda devam ettirme eğilimindedir. Endokrin sistem kuşlarda ve memelilerde anneyi yavruya düşkün kılan hormonlar üretir. Hiçbir insan, haklarının gasp edilmesini istemez. Ancak, asıl mesele, başkasına /ötekine / kendinden olmayana yapılan haksızlıklara karşı çıkabilmektir. İnsanı güzelleştiren, kendisinin, anne babasının ya da akrabalarının aleyhine bile olsa adaletten ayrılmamasıdır. Adaleti ayakta tutan tanıklar olmak zordur. Hele hele kendisine kin duyulan bir topluluğa karşı adil olmak, çok daha zordur.
Bu ülkede haksızlıklar, uzun bir zamandır, en çok da gençlik yıllarında salon toplantılarında, “Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa koyunu, gelir de adl-i ilahi sorar Ömer’den onu” mısralarını okuyanların elinden çıkmaktadır. Kendilerinden olanlar susacaktır, kendilerinden olmayanlar zaten haindir. Cuma mesajları, kandil mesajları, Kur’an tilavetleri, hatim indirmeler, tekbirler, salâtü selamlar eşliğinde ülke kaynakları paydaşlar arasında taksim edilir.
Topraklarında bankaların kâr rekorları kırdığı ülkemizin semalarından bayraklar inmeyecek, ezan sesleri dinmeyecektir. Anlaşmalar İsrail’le yapılır, mitingler Filistin için. Ekranlarda dış mihraklarla mücadele edilirken imtiyazlar küresel şirketleredir. Ayrıca ABD ve koalisyon güçlerinin, Afganistan’a, Irak’a, Suriye’ye ve Libya’ya insan hakları, özgürlük ve demokrasi götürme seferlerinden geri kalınmamıştır. Tamam, Necmettin Erbakan, sağlığında “Suriye’den sonra asıl hedef Türkiye ” diye uyarmıştır ama şimdi zaten Suriye’de kullanılan SİHA’lar bir Necmettin Erbakan projesidir. Post-truth tam da budur.
İktidarın omurgası alnı secdeli insanlardır. Bürokraside alnı secdeli insanlar iş başındadır. Haber sunan dudaklar dualı, kalem tutan eller abdestli, ihale götüren mideler helal sertifikalıdır. Hepimiz Müslüman’ız, hepimiz kardeşiz, hepimiz akrabayız. Zaten Lord Acton, ne diyordu, “iktidar bozar, mutlak iktidar mutlaka bozar”; iman zeval bulmasın. Bir umre, bir hac, bin aydan daha hayırlı bir Kadir gecesi tüm ifsat ve talanı temizler. Kardeşlerimize, hısım akrabamıza sahip çıkmayalım da CHP mi gelsin?
4/ “Söyletmen vurun!”
Her sözü dinleyip en güzeline uymak kolay değildir. Ezberleriniz vardır, yüzleşmek istemediğiniz gerçekler, “kesata uğramasından korktuğunuz ticaretiniz”, yitirme kaygısı taşıdığınız mallarınız vardır. Sonra can tatlıdır. Statükonun şemsiyesi altında yaşamak istiyorsanız, reseptörlerinizin alt ve üst eşik hassasiyetini gözetmeniz gerekir. Camide farzı kılarken cemaatle, dışarıda kategorize etmelerde egemenle ayrı düşememeniz gerekir. Her merak ettiğinizi araştırırsanız zararlı neşriyat vadilerinde kaybolursunuz; her öğrendiğinizi konuşursanız, hangi vadide olursanız olun, sizi bulurlar, vadinize girerler. Silivri soğuktur.
Değirmen, bir Atıf Yılmaz filmidir. Reşat Nuri Güntekin’in aynı adlı romanından uyarlanmıştır. Halil Hilmi Bey, 1914 Osmanlısının Sarıpınar kaymakamıdır. Eşi ve çocuklarının kasabadan ayrıldığı bir zaman diliminde Halil Hilmi Bey, eşraftan Ömer Bey’in bağ evine içki âlemine davet edilir. Bulgar kızı Nadya’nın dansları, yeme, içme ve muhabbet eşliğinde sefahat âlemi devam ederken ev sallanmaya başlar. Alkolün de etkisiyle deprem oluyor sanan sefahat ehli canhıraş kapıya koşarlar. Arbedede merdivenden düşen Halil Hilmi Bey yaralanır. Deprem olmuyordur, tek yaralan Halil Hilmi Bey’dir ki bir kırığı çıkığı da yoktur, sadece düşmüştür ama “Sarıpınar Depremi” basında yer alır. Haber, civar kasabalara, payitahta, Avrupa başkentlerine ulaşır. Yardım konvoyları Sarıpınar’a doğru yola çıkar. Yaralanan Halil Hilmi Bey’in yerine yeni kaymakam atanır. İstanbul’dan şehzade hazretlerinin de depremin merkez üssüne geleceği bildirilmiştir. Ortalık fena karışır. Artık deprem kaçınılmazdır. Filme damga vuran replikse, işin içinden nasıl çıkılacağını soran mutasarrıfa Halil Hilmi Bey’in söylediğidir: “Ahalinin milli zelzele şuuru vardır!”
Siz hariç herkesin “bu böyledir” dediği bir durumda tersini söylemek için yürek yemiş olmanız gerekir. Bir kez makul bir ağızdan “demokrasi elden gidiyor!” denildi mi artık “kurgu mu, gerçek mi?” sorgulamasının hiç sırası değildir. Söz konusu vatansa, hakikat de dâhil gerisi teferruattır. Minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışla, müminler askerdir. Söyletmezler vururlar.
5/ “Rızkımı veren Hüda'dır kula minnet eylemem.”
Kur’an ile biraz mesai yaptığınızda sanırsınız ki alnı secdeli her kadın ya da erkek, statükoya karşıdır, Kisra’nın ve Kayser’in saraylarında sofraya oturmaz, şatafattan uzak durur, böbürlenerek yürümez, zalim otoriteye hakkı söyler, mazlumun dinini sormaz, renkleri ve dilleri ayet bilir, insanı yaşatıp fidanı yeşertmenin derdindedir, mal biriktirmez, servet yığıp durmaz… Oysa pek azı müstesna, çoğunun ayırt edici vasfı sadece CHP ve alkol karşıtlığıdır.
Türkiye’de 1950’lerden bu zamana, kokuşmuşluk, çürümüşlük, yağma ve talan, kısa süreli darbe yönetimleri hariç, alnı secdeli insanların desteğiyle iktidar olan milliyetçi muhafazakâr kadrolarca yürütülmüştür. Ancak, makbul ahalide bütün kötülükleri CHP’den bilme şuuru kalıtımsaldır. Çünkü CHP, Arapça okunan ezanı Türkçeye çevirmiştir. Demokrat Parti, ülke semalarını Arapça ezana, ülke topraklarını da ABD üslerine açmıştır. Böylelikle Komünizmle Mücadele Derneği kurmaya elverişli bir İslam, yaşam hakkı bulmuştur. İktidar vaizleri sürece mütevazı bir katkı olsun kabilinden fısıldarlar: “CHP iktidara gelirse Müslümanlara yaşam hakkı tanımaz.”
Markasız gömlek giyemeyen milliyetçi muhafazakâr din bezirganları Yusuf’un üç gömleğini anlatırlar. Statükonun mayın tarlasına girmeden, periferide sureti haktan görünerek dolaşırlar. Fantastik muhalefetin zirvesindedirler, Netflix’e karşı gayet nettirler, akçeli işlere dair adrese teslim tek bir cümle kuramazlar. Ne inkâr ve asimilasyon politikalarından haberdardırlar ne de kaybedilmiş insanlara dair bir duyumları olmuştur. Dile getirilmeyecek gerçekler üzerine ihtisas yapmışlardır. Ne kadar çok sıralı cümlede “Allah”, “Kur’an”, “İslam” diyorlarsa o kadar çok haksızlığın üzerini örtüyorlardır.
Küresel şirketler ülkenin tüm zenginlikleri üzerine çöreklenmiştir, ülke insanı ucuz iş gücüdür, bankalar sofralarımızdaki her dilim ekmeğin ortağıdır, para satanlar para içinde yüzerken çalışanlar kendi terlerinde boğulur ve ülkede tespih çeken ellerin çoğu komünizm tehlikesine karşı teyakkuz halindedir. Bir komünistin hidayetine dair mutlaka bir menkıbe duymuşsunuzdur ama bu ülkede bir kapitalistin hidayete erdiğine dair bir menkıbe yoktur. Çünkü zaten kapitalizmin eli abdestli, alnı secdelidir.
6/ "Der Zor çöllerinde naneler biter /
Nanenin kokusu cihana yeter!"
Tüm Afrikalıların kemikleri beyazdır, tüm annelerin gözyaşları saydamdır ve tüm Ermeniler peygamber torundur. Çocuk, Gazze’de de çocuktur, Cizre’de de çocuk. Şiddet her yerde şiddettir, evlat acısı her anne için evlat acısıdır.
Şüphesiz İsrail, Filistin topraklarına zorbalıkla sahip olmuştur ve Filistin halkına zulmetmeye devam etmektedir. Ancak dünyanın tek zalimi İsrail olmadığı gibi zulme maruz kalan tek halk da Filistin halkı değildir. Bir insanın ABD pasaportu taşıması varlıklı ve despot olduğu anlamına gelmediği gibi bir başka insanın da Somali’de doğmuş olması yoksul ve masum olduğunu göstermez.
Bir Müslüman bilir ki, iyilik, bir ulusun tekelinde değildir. Kötülük de bir başka ulusun karakteri değildir. Allah, ulusal tanrı değildir. Âlemlerin rabbidir. Peygamber, âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. İman, kalıtımla aktarılmaz, vicdan ve merhamet de.
İnsanlara din dayatmak, kimlik dayatmak, insanları tektipleştirmeye çalışmak, yurtlarından çıkarmak, insanların ana dillerini yasaklamak, kültürlerini yok etmek, tarihlerini yok saymak zorbalıktır.
Evde anlatılanları, okulda öğretilenleri, ekranda gösterilenleri, resmi açıklamaları hakikat sananların günün birinde karşılarına çıkan gerçekleri kabul etmeleri kolay olmayacaktır. Devletini, tarihini, kavmini kutsayanların kıstasları haktan ve adaletten yana olmanın çok uzağındadır.
Arapça ezan yasağını CHP zihniyeti olarak görenlerin Tunceli kanununu içselleştirmeleri, içlerindeki Jön Türk’ü gösterir. Milliyetçilik, içine İslam sosu katıldıkça cüretkârdır.
Yüzleşmek, kendi anlama ve kavrama seviyesini din, kendi varlığını ve dilini seçilmiş kabul edenlerin harcı değildir.
İslam, Arap olmayı Rum olmaktan, Farisi olmayı Ermeni olmaktan, Boşnak olmayı Sırp olmaktan ayrıcalıklı görmeyenlerin dinidir. Kişinin kalıtımına değil tutum ve davranışlarına bakılır. Müslüman, namazda cemaate gelen herkesle saf tutar, iki namaz arasında, kim haksızlığa uğramışsa, kim hak ve adalet arayışındaysa onunla saf tutar.
7/ “Bu ayrılık bize ölüm getirir /
Geçti dost kervanı eylemen beni”
İktidar bileşenleri hak ve özgürlükleri kısıtlayan güvenlikçi politikalardan vazgeçmeye niyetli değiller. Ekranlarda ve sosyal medyada, milliyetçilik ve İslamcılıkla kendi tabanlarını motive edecek salvolarla gündem belirlerken, maden, enerji ve inşaat sektöründe yağma ve talanla devam etmeye kararlılar. İnsanların acıları, mağduriyetleri, beklentileri iktidar paydaşlarının umurunda değil. Vicdanlı olanlarsa tedirgin.
İktidar, muhaliflerin ortak bir strateji oluşturmasının ilk serbest seçimde kendi sonunu getireceğini biliyor. Bu nedenle muhalif olmakla yasadışı olmak arasındaki farkı sıfırlıyor. Her yeni gün muhalif bir grubu ya da insanı, yargısız hukuksuz kriminalize ediyor. Kendinden olmayana nefes alacak ortam bırakmıyor. Okumayı, düşünmeyi, sorgulamayı en tehlikeli suç olarak nitelendiriyor. Türküleri kendine yöneltilmiş bir tehdit olarak algılıyor. Kendinden olmayanlara karşı militarize olmuş sivil grupların baskı ve şiddet içeren mesajlar vermesine kayıtsız kalıyor.
Ülke, komşusu açken gökdelen diken muhafazakârların ekmek teknesi haline getirilmiş. Üniversiteler, hurafe ve hamaset üretim merkezleri olma yolunda. Camiler, hiç olmadığı kadar ulusallaşmış. İnkâr ve asimilasyon politikalarına İslam sosu katılmış. Adalet, liyakat, ehliyet, emanet, meşveret buharlaşmış. Tek maslahat, paydaşı gözetmek.
Tüm kokuşmuşluğa, çürümüşlüğe, yağma ve talana rağmen, alınları secdeli kadrolar diyerek iktidarla iş tutmayı istemek, kimden gelirse gelsin zulme karşı değil de her halükarda CHP’ye karşı olmanın sonucudur. “Ne ezen, ne ezilen, hakça düzen, adil düzen” diyerek çıkılan yolda kokuşmuşluğa ve çürümüşlüğe ortak olmak da göz yummak da söylenecek sözün yapılacak işin olmadığının göstergesidir. Bu tükenmişliktir.
Adaleti ayakta tutma gayretindeki tanıkların, kendileri için istediklerini başkaları için de isteyenlerin, yaşamı herkes için daha kolay ve daha güzel kılman çabasındakilerin, farklı kimliklerle ortak bir zeminde insanı ve barışı yaşatmanın mümkün oluşuna inananların yürünecek yolu vardır.
Dünya hızla dijital bir diktatörlüğe doğru sürüklenirken bu ülkenin vicdanlı insanları, parti gözetmeksizin, birlikte hareket etmek zorundadırlar.
8/ “Çoğalır engeller yürür gidersin, yüreğin taşıyıp götürür seni.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.