YARGI KURUMLARI
Haşim Kılıç mı Başbakan Erdoğan mı haklıydı, yoksa Metin Feyzioğlu mu Erdoğan mı haklıydı sorusunun doğru cevabı ancak bu gerçek dikkate alındığı zaman verilebilir. Bu temel gerçeği görmezsek, herkesin kendi bulunduğu mevzide ve mevkide kendini haklı göre
YARGI KURUMLARI
Av Tevfik KARABULUT
İnsanlık tarihinin en değişmez gerçeklerinden birisi olan güç ve iktidar savaşları olgusunun olmazsa olmazı hiç kuşkusuz her toplumsal alanın ve kurumun bu savaşın alanları olduğu gerçeğidir. Yanisi şu. Güç ve iktidar savaşları yalnızca silahla ve ordularla yapılmaz. Ekonomiden siyasete, dinden, hukuka hatta eğitime kadar aklınıza gelebilecek her alan güç ve iktidar savaşlarının alanlarıdırlar.
Bizim gibi gelişmiş ülkelerin biraz gerisinde kalan,demokrasinin yeterince yerleşmediği,hukukun üstünlüğü kavramının henüz ideal olma noktasında kaldığı toplumlarda güç ve iktidar savaşlarının en fazla kendisini gösterdiği alanlardan birisi hiç kuşkusuz hukuk ve yargı alanıdır.Bu alan gücü ellerinde bulunduranların veya gücü ele geçirmek isteyenlerin gerek istedikleri tarzda yasal düzenlemeler yapmak yoluyla gerekse etkin oldukları yargı kurumları eliyle güçlerini sağlamlaştırma ve rakiplerini tasfiye yahut etkisizleştirme faaliyetlerini sürekli yapageldikleri veya yapmaya çalıştıkları alandır.
Ne acıdır ki Türkiye’de evrensel anlamda hukukun egemen olmamasının ve ortalama adalet kavramına olan özlemin sürmesinin en önemli sebebi yargı kurumlarının ve hukukun bir güç ve iktidar savaşı alanı haline getirilmesidir.
Bu anlayış sebebiyledir ki ;
*”Sizi içeri tıkan kuvvet böyle istiyor “ meşhur sözünü bizzat yargıç kıyafeti giyenlerin söylediği 1960 sonrası yargılamaları,
*Olağan üstü dönemlerin olağan dışı yargılamaları olan 12 Mart ,12 Eylül,28 Şubat sonrası adli ve idari yargılamalar,
*Son dönemin paralelleşmiş Balyoz, KCK ve Ergenekon davaları ile ilgili yargılamaları, maalesef evrensel hukukun aradığı,tarafsız,objektif ve dolayısıyla ortalama hukuka uygun yargılamalar değildir.Bu yüzden gerçek suçluların yanında masumların ve özellikle tasfiyesi istenen hasımların mağdur ve mahkum edildiği yargılamalar olarak tarihteki yerlerini almışlardır.
*Yine bu yüzdendir ki gerek Anayasa Mahkemesi ve gerekse Yargıtay ve Danıştay’ın belli dönemlerde kritik davalarla ilgiliverdikleri kararların hiç biri esasen hukuki kararlar değildir,siyasi ve konjonktürel kararlardır.
Ve maalesef bu yüzdendir ki toplumda yargıya güven yeterince yerleşmemiştir ve adalet arzusu halen ulaşılmak istenen bir hedef durumundadır.
Ülkemizde uzun geçmişten beri süregelen yargıda kadrolaşma söylemlerini, yargı kurumları ile siyasal iktidarlar arası ilişkileri, sık sık değişen hukuki düzenlemeleri,ve tabii ki kavgaları irdelerken işin bu yönünü görmezden gelirsek doğruyu bulamayız.
Haşim Kılıç mı Başbakan Erdoğan mı haklıydı, yoksa Metin Feyzioğlu mu Erdoğan mı haklıydı sorusunun doğru cevabı ancak bu gerçek dikkate alındığı zaman verilebilir. Bu temel gerçeği görmezsek, herkesin kendi bulunduğu mevzide ve mevkide kendini haklı göreceği bitmeyecek bir kavganın seyircisi olur dururuz.
Çare bellidir ve çare hukuku ve yargıyı güç ve iktidar kavgalarının dışında tutmaktır.
Peki bu mümkün müdür.
Kısa vadede değil gibi ama uzun vadede inşallah bu hedefe ulaşılabilir.
Zira gelişmiş ülkeler arasına girmenin olmazsa olmazı hukukun ve yargı kurumlarının güç ve iktidar savaşlarının alanları olmaktan çıkarılmasıdır.
Gerisi hikayedir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.