Yusuf Furtun Cinayetinin Perde Arkası
Ordu tarihinin kara bir lekesi olan bu olayı burada değerlendirmemizin nedeni ise Yusuf Furtun'un Ordu tarihinde önemli bir yer işgal etmesi dolayısıyla bugüne kadar pek bilinmeyen öldürülme nedeni hakkında yaygınlaşan bazı şayiaların açığa kavuşturulması
Yusuf Furtun Cinayetinin Perde Arkası
Furtunzade Tüccar Hacı Ahmet Efendi'nin oğlu Yusuf Sırrı (Furtun), 1878 yılında Sürmene'de doğmuş, eğitimini de burada bulunan Sıbyan mektebinde ve medresede tamamlamıştı. Ordu'ya yerleşmesi ise 13 Haziran 1896 yılında Ordu kazası Sandık Eminliğine tayin olunması nedeniyle gerçekleşmişti. 14 Mart 1901 tarihine kadar bu görevini sürdürmüş ve daha sonra Ordu kazası Sertahsildarlığı görevine atanmıştı. Bu görevindeki başarılarından dolayı 25 Aralık 1901 tarihinde üçüncü rütbe ile ödüllendirilmiştir. 20 Ekim 1901 tarihinden itibaren ise Ordu kazası Tahsilat Müfettişliği görevine atanmış ve istifa ettiği 24 Mart 1904 tarihine kadar bu görevini sürdürmüştür[1].
Yusuf Sırrı Bey, memuriyetten istifa ettikten sonra bir süre ticari ve siyasi faaliyetlerle meşgul olmuş ve daha sonra 1914-1926 yılları arasında Ordu Belediye Başkanlığı görevini yürütmüştür. Günümüze kadar Ordu'da en uzun süre belediye başkanlığı yapan isimdir. Özellikle Birinci Dünya Savaşı yıllarında Trabzon'dan Ordu'ya sığınan muhacirlerin iskânında ve iaşesinin temininde makamını Ordu’ya taşımış olan Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey’le birlikte olağanüstü mücadeleler vermiştir. Ayrıca Milli Mücadele içerisinde de aktif olarak yer almış ve 1919 yılında Topal Osman'la birlikte İttihatçı olmakla ve bölgede bir Kuvve-i Milliye teşkil etmeye çalışmakla suçlanmış, hakkında raporlar oluşturulmuştur. Nitekim Yusuf Bey bu yıllarda "Trabzon Muhafaza-i Hukuku Milliye Cemiyeti Ordu Şubesi " idare heyetinde görev yapmaktaydı. Daha sonrasında ise Cumhuriyet Halk Fırkası Ordu İl Başkanlığı görevini de yerine getirmiştir. Ancak, Ordu mebusu Recai Bey'le yaşadığı siyasi rekabetten dolayı Halk Fırkası'ndan ayrılmış ve 1924 yılında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın Ordu il teşkilatının oluşturulmasında yer alarak başkanlığını üstlenmiştir. Bu fırkanın 1925 yılında kapatılması sonrasında ise 1926 yılında belediye başkanlığı görevini de bırakmış ve ticari faaliyetlerine yönelmiştir. Bir cinayet sonucu hayatını kaybettiği 1930 yılına kadar da böyle devam etmişti.
Yusuf Furtun, 20 Ağustos 1930 tarihinde bir ikindi vakti vurulmuştu. Cinayet ertesi günkü Güzelordu gazetesinde şu şekilde haber yapılmıştır.
“Telefonda geç vakit aldığımız bir habere göre, dün ikindi vakitleri, mübadillerden Dilaver Bey ile Furtunzade Yusuf Bey arasında arazi yüzünden zuhur eden münazaa(tartışma) neticesinde, Dilaver bey hamil olduğu (taşıdığı) tabancayı çekerek Yusuf Bey’e üç el ateş etmiş, çıkan kurşunlardan ikisi mumaileyhin (Yusuf Bey’in) kalbinin üzerine isabet etmiştir. Katil doğruca polis karakoluna koşmuş ve dairenin kapısına yaklaşınca tabancayı sokağa fırlattıktan sonra teslim olmuştur.
Yusuf Bey hastaneye naklolunduktan bir saat sonra gözlerini fani dünyaya ebediyen kapamıştır.
Merhum birçok seneler şehrimiz belediye riyasetinde(başkanlığında) bulunmuş iyiliği sever, ağır başlı mert oğlu mert bir insandı. Akraba ve evlatlarının kederlerine iştirak eder, merhuma Cenabı Haktan rahmet ve mağfiret dileriz.”[2]
Gazetenin haberinden anlaşılacağı üzere Yusuf Bey bir arazi anlaşmazlığı sonucunda hayatını kaybetmişti.
Cinayetin asıl nedeni bir usulsüzlüktü. Hem Resneli Dilaver ve hem de Yusuf Furtun bu usulsüzlüğün kurbanı olmuşlardı. Şöyle ki; Ordu'ya göç ettirilmiş bir mübadil olan Resneli Dilaver'e 1928 yılında iskân kanunu gereği bir fındık bahçesi tahsis edilmişti. Dilaver de bu araziyi haklı olarak kendi arazisi bilip işlemeye ve bakımını yapmaya başlamıştı. Ama valilik tarafından oluşturulan komisyon bu arazinin tapusunu kendisine vermemişti. Aradan iki yıl geçtikten sonra ise bu arazi Dilaver'den alınarak bir başka mübadil (mübadil olmadığı da söyleniyor) olan Kesriyeli Recai adlı birisine verilmeye çalışılıyordu. Yusuf Furtun ise yediemin tayin edilmişti. Yani gerçek sahibi ortaya çıkana kadar tartışmalı arazi Yusuf Furtun'da emaneten kalacak ve daha sonra gerçek hak sahibine teslim edilecekti.
Bu duruma karşı çıkan Resneli Dilaver ise hakkını aramak için Dahiliye Vekaletine (İçişleri Bakanlığı) durumu bildirerek itiraz etmiş ve Dahiliye Vekaleti de Ordu Valiliğine emir vererek bu haksızlığın düzeltilmesini ve tapusunun Dilaver'e verilmesini bildirmişti. Ancak bu emir Ordu Valiliği tarafından yok sayılmış ve uygulanmamıştı. Bunun üzerine Resneli, Vali Ali Kemali Aksüt'ü, Belediye Başkanı Kalfazade Ahmet Rıfat Bey'i, Kesriyeli Recai'yi ve Yusuf Furtun'u öldürmeyi kafasına koymuş ve takibe başlamıştı. Önce valiyi vurmayı planlamış ancak başaramamıştı. Recai ise Ordu'dan kaçmıştı. Olayda hiçbir suçu olmadığı gözüken Yusuf Bey ise kurtulamamıştı.
Yusuf Bey'in ölümü Ordu'da büyük bir infial uyandırmıştı. Halk olayı önleyemediği için polise saldırmış, bir hafta boyunca yas tutulmuş hatta kahvelerde oyun dahi oynanmamıştı.
Olayın birinci derece sorumlusu olarak Vali Ali Kemali Bey gösterilmekteydi. Nitekim bu olaydan hemen önce tayininin Erzincan'a çıkmış olması olay sonrasında bu yöndeki şayiaları iyice artmıştı. Mesela 3 Eylül 1930 tarihli Güzelordu gazetesinde bu konuda verilen haber şu şekildedir.
“Furtunzade Yusuf Bey’in hadise-i katli (öldürülüş olayı) hakkında etrafında yalan yanlış bir takım şayialar deveran etmektedir. Vilayet makamınca güya katilin hakkı teslim edilmediğinden müessif (üzücü) vakaya meydan verilmiş. Halbuki devairi aidiyesi (ilgili daireler) bu bapta kanunu dairesince muamele ifa etmişlerdir. Muhakeme safahatı, efkarı tenvir (aydınlanınca) ifademizi teyit edecektir.
Nitekim Resneli de 14 Eylül tarihinde çıktığı ilk duruşmada hep valiyi suçlamıştı. 18 Eylül 1930 tarihli Güzelordu gazetesinde yer alan bu duruşma bilgilerinin sadeleştirilmiş hali şu şekildedir.
“DİLAVER ADALET HUZURUNDA HESAP VERİYOR
Yusuf Bey’in katili Dilaver’in muhakemesine 14 Eylül Pazar günü ağır ceza mahkemesinde başlanmıştır. Yoğun bir halk kitlesi erken saatlerde adliye binası önünde toplanmıştı. Saat 10’da suçlu getirildi ve sanık sandalyesine oturtuldu. Halk salona girmek için sabırsızlanıyordu. Dinleyici sıraları ve salonun diğer kısımları dolmuştu. Bu arada sanık kalem kağıtla meşgul oluyordu.
Mahkeme heyeti yerlerini aldılar. Sanığın kimlik tespiti yapıldıktan sonra zabıt ve keşif tutanakları okundu. Sanık dikkatle dinliyordu. Söz sırası kendine geldiğinde, elinde tuttuğu savunmasını okudu. Sanık edebi bir şekilde yazılan savunmasında, işlediği suça Vali Ali Kemali’nin (Aksüt) sebebiyet verdiğini ve kendisi mahkemede bulunmadığı sürece sorulan sorulara cevap vermeyeceğini söylüyordu.
Sanık aynı zamanda valilikte bulunan dosyaların ve çektiği telgraf suretlerinin mahkemede incelenmesini de talep ediyordu.
Reis Bey’in (Mahkeme Başkanı);
-Sırası geldikçe o yönünü düşünürüz. Şimdi sorularıma cevap ver yönündeki uyarısı üzerine Sanık, not kıymetinde olan iddiasını unutarak cevap vermeye başladı.
Sanık, borçlanma kanunu gereğince aldığı fındık bahçesi açıkça kendi hakkı iken gasp olunduğunu ve söz konusu bahçede çalıştırdığı ameleye olan borçlarından dolayı cinayet günü fazlaca sıkıştığını uzun uzadıya anlattıktan sonra bir aşçı dükkanı (lokanta) içtiği sırada Yusuf Bey’in oradan geçmekte olduğunu görmesi üzerine arkasından yetişip elli lira istediğini ancak bu yüzden hakarete uğradığını söyleyerek:
-Gözlerim karardı kendimi kaybettim…Aklım başıma hapishanede geldi, dedi.
Reis Bey’in;
-Peki Yusuf Bey’i kim öldürdü? Sorusuna ise cevaben;
-Allah bilir. Dedi.
Bahçenin tapusunun olup olmadığı sorusuna da;
Sarfettiğim emekler, döktüğüm emekler tapudur. Cevabın verdi.
Yusuf Bey’in avukatı Hamdi Bey ise cinayetin planlanarak işlendiğini söyledi ve beş şahit gösterdi. Bunun üzerine mahkeme, valilikteki evrak dosyaları ile çekilen suretlerinin görülmesine ve şahitlerin dinlenmesine karar vererek mahkemeyi 24 Eylül tarihine erteledi.”
Bu duruşmalardan sonra Resneli, güvenliği olmadığı gerekçesiyle başka hapishanelere gönderilmiş ve yargılamanın tamamlanması sonucunda 24 yıla mahkum olmuştu. Ailesine ise bir başka ilde arazi tahsisi yapılmış oraya yerleştirilmişti. Hapiste bulunduğu sırada da hakkının geri verilmesi ve olayın derinlemesine araştırılması yönünde bir dilekçeyi meclise göndermişti. Bu dilekçe 1940 yılında genel kurulda tartışılmıştır. Tartışmalarda söz alanlardan biri de Ordu milletvekili Hamdi Şarlan'dı. Olayın meclis tutanaklarına yansımış bir bölümünün sadeleştirilmiş hali şu şekildedir.
"…HAMDİ ŞARLAN-(Ordu)
Bendeniz Ordu mebusu sıfatı ile arkadaşımız Nâzım beyin suallerine cevap verebilirim. Fakat mazbata yazarı sıfatı ile bu suallere cevap vermeme imkân yoktur. Arzettiğim gibi Ordu mebusu sıfatı ile arkadaşımın suallerine ayrı ayrı cevab verebilirim. Çünkü hâdise o memlekette, yanımda cereyan etmiştir. Bu itibarla bu suallere cevap verebilmek imkânı elde edilmiş olabilir. Yoksa bu buyurdukları şeye imkân var mıdır, nereden öğrenip de nereden cevap vereceğim? Şimdi suallerine cevap vereyim: Resneli Dilâver basit iskân suretiyle kendisine gösterilen yeri imara başlamış. Fakat vali kendisine bu yeri...
ALİ ZIRH (Rize) — Vali kimdir?
HAMDİ ŞARLAN (Devamla) — Ali Kemali ismindeki vali, bu yeri kendisine vermeğe taraftar olmamış. Aralarında çok uzun boylu münakaşalar devam etmiş, ihtilâflar devam etmiş, en nihayet Dahiliye Vekâleti'nden çıkartmış olduğu bir emirle kendisine tahsis edilen yerin verilmesini tekrar istemiş. Fakat vali yine vermemiş. Bu sefer vali bu yeri Recai isminde diğer bir mübadile vermiştir.
Hatta bu mübadili vurmuş filân gibi sözler geçmiştir amma hâdise böyle olmamıştır. Halk Partisi ve belediye reisi olan zatı vurmuştur. Orduda birçok cinayetler olmuştur fakat böylesi bir daha yaşanmamıştır. Bu yer Recai isminde bir zata verilmiş, amma Dilâverin hakkı önce gelirmiş, Recai müstahak değilmiş. Bunlar iskâna ait şeylerdir. Bunlar hakkında uzun boylu açıklamalarda bulunmağa lüzum yoktur. İlk önce tahsis muamelesi yapılıyor, tefviz edilip bırakılıyor, ondan sonra tapu tarafından tescil ediliyor. Bu muameleler senelere sürer. İşte Dilâver, kendisine vaktile tahsis edilen ve fakat tescili yapılamayan bu tarlanın kendisine aid olduğunu ileri sürmüş ve bir gün hem valiyi, hem belediye reisini ve hem de bu bahçenin mahsulünü yediemin sıfatı ile toplamaya görevlendirilen Yusuf Bey'i vurmayı kasdetmiş, tabancasını almış, bu üç şahsı takibe başlamış. Valiyi görmüş, önüne polis çıkmış, Recai Bey zaten kaçmış, en nihayet bu işte doğrudan doğruya adaletin eli sıfatı ile kim hak etmiş ise hakkını ona vermekle sorumlu olan zavallı bir vatandaşı yolun ortasında, Karadağ tabancasını çekmiş, bir defa ateş etmiş, yere sermiş, ayağa kalkıp, yeter dediği zaman, daha ölmedin mi, demiş bir daha atmış, jandarma polis kaçmış, adam tabancası elinde polis karakoluna gitmiş, maalesef karakoldaki polisler bile kaçmış, orada, ben size saldırmaya değil teslim olmaya geldim, demiş.
Yusuf Bey orada çok sevilmiş, ilk Müdafaa-i Hukuk teşkilâtını yapmış, Halk Partisi'nin temsilcisi bir adamdır. Günlerce matemi tutulmuş, bir hafta kahvelerde tavla bile oynanmamış, hatta polise saldırıda bulunulmuş, memlekette mühim bir polisiye olay meydana gelmiştir. Dilâver güvenlik önlemleri altında muhakeme edilmiş, 24 seneye mahkûm olmuştur. Orada ikameti de artık doğru görülmemiş, Tokad'a, Ankara'ya, Kütahya'ya nakledilmiş, bu suretle hâdise bitmiştir. Biz, işi arzettiğim kanaldan değil, Sıhhat Vekâleti'nin vermiş olduğu karara göre, başlangıçta haksızlık yapılmışsa da daha sonra kendisine bir yer tahsis edilmesini uygun gördük. Bundan dolayı ortada muamelenin belirlenmesine yer yoktur. Recai'ye tahsis edilen malın iadesi hakkındaki dava bugün görülmektedir. Bu, sonunda kanunuî bir meseledir, tamamlanacaktır. Asıl ortada mağdur olan Yusuf isminde bir vatandaştır. Dilâver en nihayet orada iskân edilmemiş de başka yerde iskân edilmiştir. Bu bakımdan haksızlık, Nâzım Poroy arkadaşımın dediği gibi, büyütülecek mahiyette değildir.
İSMAİL KEMAL ALPSAR (Çorum) — Vali ne olmuş?
HAMDİ ŞARLAN (Ordu) — Onu kaldırdılar.
DURAK SAKARYA (Gümüşhane) — O kadar mı? Asıl suçlu vali, bu kadar suça sebebiyet veren o.
NÂZIM POROY (Tokad) — Bendeniz, zaten bu meselenin arzuhal encümeni ile görüşülmeye uygun bir mesele olmadığını kendim söyledim. Arzuhal encümeni ile görüşme başlatmak arzusunu sergilemedim. Bey arkadaşımızın bilgileri varmış, lütuf buyurdular, aydınlandık. Yalnız, Nâzım Poroy'un dediği gibi, mesele büyütülecek mahiyette değildir, demesi beni rencide etti. Rencide kelimesi belki üzüntümü ifade bile edemez. Arkadaşlar, iki tarla birine veriliyor, tapuya kaydedilmiyor, niçin? Usulü varmış, falanmış. Elinden kolayca alıyorlar, niçin? Hakkı olmayan birisine vermek için. Elinden alınan bu adam üç sene çalışıyor, para ve emek sarfediyor. Bu durum üzerine korkuya kapılıyor, birisini öldürüyor. Tabiî bu, menfur bir harekettir. Birini öldürüyor ve kendisi de berbat oluyor. Büyütülecek mesele bu olmaz da hangisi olur? İş arzuhal encümeninden geçiyor. Bu encümendeki arkadaşlar, bunu niye soru konusu kabul etmediler, diye üzüntümü ifade ettim. Arzuhal encümeni, birçok meselede olduğu gibi, bu meselede de mutlu ve mesut. Davranış belirmeye yer yoktur, diyor. Dilâver mağdurdur amma kendisine şu tarlalar verilmiş ve mesele hallolunmuştur, diye işi tatlı bir karara bağlamıştır. Bu karar meclisinizden geçmiş, tasvibinize bakar bir duruma gelmiştir. Bu feci hâdise ne şekilde olmuş, inceleme yapılmış mıdır, diye Meclisi Âli incelemek istemez mi?
RASİH KAPLAN (Antalya) — Mevzu, şikâyet mevzuudur. Adam şikâyet ediyor, basit iskân adi suretiyle bana verilen bu yeri vali geri aldı, mübadil olmayan Recai adında birine verdi, diyor. Arzuhal encümeninin asıl özelliği, anayasamıza göre, şikâyet encümenidir. Mademki ortada bir şikâyet vardır, encümenin bunu araştırması lâzımdır. Vali ile Recai'nin yapmış olduğu haksız davranıştan dolayı encümen araştırma ve mazbata yapmış mıdır? Bunu soruyorum.
HAMDİ ŞARLAN(Ordu) — Sıhhat Vekâleti bu şahıs hakkında yapılan haksız muameleden bahsediyor ve bunun da düzeltildiğini resmen encümene bildiriyor. Fakat Recai'ye bu yerin haksız olarak verildiğinden ve mutlaka kanunen alınması lâzım geldiğinden bahsedilmek suretiyle ortaya atılan iddia en nihayet bir dava mevzuudur. Bu da mahkemeye aksetmiştir. Bundan dolayı mahkeme hakikaten neticede Recai'ye tahsis edilen yeri, haksız olarak tahsis edildiğine kanaat getirirse, ondan alarak Hazine'ye verir. Fakat haksızlığa maruz kaldığı iddia edilen Dilâver'e (bir başka ilde) yer verilmek suretiyle haksızlığı giderilmiştir.
RASİH KAPLAN (Antalya) — Fakat haksızlık yüzünden adam mahvolmuş, katil olmuş.
HAMDİ ŞARLAN (Devamla)— Amma katilin ailesi de hakkını almıştır.
BAŞKAN — Başka görüş yoktur. Mazbatayı yüksek oyunuza arz ediyorum. Kabul edenler
Etmeyenler . Kabul edilmiştir.
DURAK SAKARYA ( Gümüşhane ) — Neyi kabul ediyoruz." .[3]
Bu görüşmelerden de anlaşılacağı üzere Yusuf Furtun cinayetinin perde arkasında bir devlet kurumu olan Valiliğin usulsüzlüğü görülmektedir. Ne acıdır ki, bu usulsüzlük Ordu tarihinde iz bırakmış bir şahsiyet olan Yusuf Furtun'un hayatına mal olmuş ayrıca ata yurdundan göçe zorlanması nedeniyle hayatı kararmış bir mübadil olan Resneli Dilaver'in de hayatını bir kez daha karartmıştır.
Ordu tarihinin kara bir lekesi olan bu olayı burada değerlendirmemizin nedeni ise Yusuf Furtun'un Ordu tarihinde önemli bir yer işgal etmesi dolayısıyla bugüne kadar pek bilinmeyen öldürülme nedeni hakkında yaygınlaşan bazı şayiaların açığa kavuşturulması amaçlıdır. Çünkü şayialar üzerine inşa edilen tarih de şayialı olacaktır.
Dipnot:
[1] BOA, DH.SAİD, 127/93
[2] Güzelordu, 21 Ağustos 1930, s.2
[3] TBMM Tutanakları, 67. İctima, 14 Haziran 1940
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.