Ordu Valisi Ahmet Faik Hurşit Günday’ın 1921 Rum Tehciri’nde Sergilediği Duruş  (2)

Ordu Valisi Ahmet Faik Hurşit Günday’ın 1921 Rum Tehciri’nde Sergilediği Duruş (2)

14 Nisan 1921 tarihinde Ordu'da işe başladığımda ilk iş olarak önüme çıkan iki kayıktaki korsanların Yason burnu yakınlarında bir motoru soyduktan sonra Vona (Perşembe) önlerinden Ordu istikametinde yollarına devam etmekte oldukları idi.

Ordu Valisi Ahmet Faik Hurşit Günday’ın 1921 Rum Tehciri’nde Sergilediği Duruş (2)

Güven BAYAR Yazdı

Ahmet Faik Günday, Ordu’nun müstakil sancak haline getirildikten sonra asaleten atanan ilk Ordu Valisi oldu. 13 yıl önce Kaymakam Vekili ve Aşar Memuru olarak atandığı Ordu’ya 14 Nisan 1921’de Vali olarak geri geldi. Faik Bey şöyle anlatıyor:

“Ordu sancağı müstakil mutasarrıflık olalı çok zaman geçmemiş idi. İlk mutasarrıf ben oldum. Benden evvel vekâletle idare edilmişti. Ordu devairini (hükümet dairelerini) teşkil eden mülkiye ve adliye, askeriye, jandarma heyetleri umumiyetle ehliyet ve liyakat sahibi müstakim, vazifeşinas, vatanperver, istiklal mücadelesine inanmış ve iman etmiş hüsn-i ahlak (güzel ahlak) sahibi ve devair arasındaki ahenkdar mesaiyi idrak etmiş şahsiyetler idi. Bu kadar düzgün bir hükümet heyetine yalnız Ordu'da ilk defa rast geldim. Adliye bidayet ve istinaf heyetleri ve şer'i mahkeme mülkiye ile o kadar ahenkdar çalışmakta idiler ki, bunu tamamen ifade edemem. Bu ahenkdar kanuni mesai ve anlayışlı çalışmalar benim sancaktaki büyük muvaffakiyetimin amili (sebebi) olduğunu söylemek mecburiyetindeyim. Bu arkadaşların hatıralarını hürmetle anarım. Cümlesinin hatıraları aziz olsun.

Ordu, Trabzon vilayetine bağlı beş nahiyesi olan büyük bir kaza idi. Giresun kazasıyla rekabet halinde idi. Ankara hükumeti her ikisini birden müstakil sancak yaparak bu rekabet keyfiyetini önleyebildi. Ordu sancağına halkın istememelerine rağmen Fatsa ve Ünye kazaları verilmişti.

img-2508.jpeg

14 Nisan 1921 tarihinde Ordu'da işe başladığımda ilk iş olarak önüme çıkan iki kayıktaki korsanların Yason burnu yakınlarında bir motoru soyduktan sonra Vona (Perşembe) önlerinden Ordu istikametinde yollarına devam etmekte oldukları idi. Derhal bir jandarma müfrezesi bir zabit kumandasında bir motorla takiplerine çıkardım. Ertesi sabah erkenden korsanların Ordu önünden Giresun istikametinde yollarına devam ettiklerini ben de gördüm. Motor müfrezesine kum torbaları, benzin vesaire verip takiplerin devam etmesini emrettim ve Giresun'daki Gülnihal Vapuru’nun korsanlar üzerine çıkmasını bil-muhabere (yazışmalar yoluyla) temin ettim. Vapur korsanlarının hepsini yakaladı.”

93 Harbi'nden sonra Ordu bölgesine gelip yerleşen Gürcü muhacirlerin lideri Çürüksulu Ali Paşa'nın ve adamlarının bölgede yol açtıkları emniyet ve asayiş sorunlarıyla yaygınlaşan eşkıyalığa karşı yerli Türk ahalinin içinden çıkan Davutoğlu ve Soytarıoğlu İsmail gibi eşkıya çetelerine de değinen Günday, şöyle devam ediyor

Ünye Fatsa Bayram Ziyaretim

vali-gunday.jpeg

“Ordu sancağı Samsun'dan Ünye ve Fatsa kazaları ilhak edilerek teşkil edilmiş. Ünye ve Fatsa ahalisi bu ilhaktan gayri memnun görünmüş olduklarından bu hoşnutsuzluğu kaldırmak üzere bayramda başımızda mutasarrıfımız olmak üzere Ordu eşraf ve muteberanından (ileri gelenlerinden) ve erkan-ı hükümet (hükümet görevlileri) İsa Cordan Bey'in idaresindeki Milli İnkilabı İçtimai Kulübü azalarından 75 kişilik bir heyetle motorlarla Ünye'ye hareket edilmiş iken havanın muhalefeti üzerine mecburen Fatsa'da gece kalınarak ertesi gün Ünye'ye gidilmiş ve istisnasız umum ahali tarafından karşılanmış ve memleketin görülmesi icap eden yerleri gezilmiş ve gece de İnkılabı İçtimai Kulübü gençleri tarafından "İntibah-ı Milli" piyesi oynanmıştı. Toplanan para tamamen Ünye mekteplerine sarf edilmek üzere teberru edilerek her iki taraf da hakiki memnuniyetler içinde olduğu halde ertesi gün tekrar Fatsa'ya gelinmiş ve aynı merasim Fatsa’da tekrar edilmiş ve Bolaman Beyleri'nin malikanesi olan kaleye davetleri üzerine gidilip bir gece de kalede kaldıktan sonra Vona'ya da uğrayarak Ordu'ya avdet edilmişti. Kalede yalnız Hazinedarzadelerin konakları olup başka kimseye ait ev yoktur. Konaklar ve mevkii çok güzel ve havadardır

(Hazinedarzâde Konağı)

img-2510.jpegimg-2508-001.jpeg

Rüsumat Romorkörü

Bir cuma günü sabahleyin Rüsumat römorkörü cephane yüklü olarak Trabzon'dan gelmişti. Bir Yunan şilebi de yedeğinde bir Yunan torpidosu olduğu halde Vona sahilleri yakınından takip ederek yavaş yavaş Ordu'ya gelmekte idi. Römorkörün yükü cephane sandıklarını ahalinin de yardımı ile boşalttıktan sonra emir ve talimatına tevfikan (dayanarak) römorkörü sahile yanaştırıp kumluğa oturttuktan sonra ortasına bir teneke gaz yağı döküp ateşlediler. Römorkörden duman ve ara sıra ateş ve alev de çıkmakta idi. O sabah Rizeli Lazoğlu Mustafa da boş ve büyük motoruyla Ordu'ya gelmişti. Bu motoru da yolcu iskelesine bağlattım. 15-20 silahlı da iskele ve sahillerde ve memleketin denizden görünen muhtelif mahallerinde gezdirmeye başlattım. Yunan şilep ve torpidosu da limana geldi ve oldukça sahilden uzak bir mahalde demirledi, kayık indirdi. Bir zabit müteaddit neferler de kayığa bindiler şehir istikametinde ilerlediler. Bizim müsellah (silahlı) arkadaşların bir kısmı da iskele üzerinde ve civarında mevki almışlardı. Ben de iskelede geziyordum. Yunanlılar korktular. Limanın öte başında Rum Kilisesi önünde boş bir yelkenli gemiyi aradıktan sonra tekrar şehir istikametinde biraz ilerlediler. Böylece iki saat kadar bir zaman geçti. Römorkör yanmaya devam ediyordu. Yunanlılar gemilerine gittiler, bir zeval topu atarak Giresun istikametinde defolup gittiler. Römorkörün yangınını söndürmek için eczahaneden ilaçlar hazırlatmıştım derhal söndürüldü ve yana yana yalnız direğinin altı yanmış ve o çıralı tahtaların tutuşmadığı görülmüştü. Bu ilahi bir mucize idi. Römorkörün suyu boşaltıldı ve yüzdürüldü ve cephaneler yükletilip ertesi sabah Samsun istikametinde yoluna devam etti. Bu vaka cereyan ederken Rus bombardımanlarından gözleri korkmuş olan ahali şehrin arkasındaki orman ve tepelerin arkalarına kaçmışlardı. Müsellâh adamlarımızın başında kardeşim rahmetli Ziya Hurşit var idi.

img-2513.jpegimg-2513.jpeg

(Rüsumat No:4 Gemisi Müzesi)

Merkez Ordusu Kumandanlığı 29 Mayıs 1921’de Dâhiliye Vekâleti’nden Karadeniz bölgesindeki sahile yakın yerlerde yaşayan Hristiyanların iç bölgelere sevkini istedi, ancak bu istek 5 Haziran’da reddedildi. İnebolu’nun 9 Haziran’da bombalanması üzerine Merkez Ordusu Rumların dâhile sürülmesini teklifini yineledi. 12 Haziran’da Karadeniz sahilindeki Hristiyanların dâhile nakillerinin uygun olmadığı kararı verilerek bu teklif de reddedildi. Ancak bu kararla birlikte tüm sahil savaş bölgesi ilan edildi. Nihayet, 16 Haziran’da çıkarılan yeni bir kararnameyle Karadeniz sahilinde eli silah tutan 15-50 yaşındaki Rumların dâhile sevk edilmesi kararı alındı.

1921 yılında, bölgedeki kıyı kentlerinde olduğu gibi, Ordu’daki Rumların da muhtemel bir Yunan çıkarmasına karşı önlem olarak tehcir edilmelerine karar verildi. Tehciri yönetmekle görevli Ahmet Faik Bey, Dâhiliye Vekâleti’nin genelgesinde geçen “bilcümle Rumlar” vurgusunu kadınlar, çocuklar ve bebekleri de kapsar şekilde uygulamaya çalışan Merkez Ordusu Kumandanı Nurettin Paşa’ya karşı çıkarak bir süre engelledi. Ahmet Faik Günday yaşanan süreci, hatıratında resmi belgelerle detaylı olarak anlatıyor.

Ordu Mutasarrıflığı'ndan İstifamın Sebebi

Dahiliye Vekâleti 3684/2175

“Ahiren (son olarak) Yunan donanmasının Karadeniz'de inkişaf eden (artan) faaliyeti ve İnebolu'yu bombardıman etmesi hasebiyle Samsun'a bir ihraç ihtimali tezayüt etmiş (artmış) olduğundan sahildeki on beş yaşından elli yaşına kadar eli silah tutan bilumum Rumların dahile (iç bölgelere) sevkleri Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti'nin iş'arı (Genelkurmay Başkanlığı’nın yazısı) üzerine 12 Haziran 1921 tarihli karar Büyük Millet Meclisi Riyasetince (Başkanlığınca) tasdik ve tebliğ edilmiştir.

Bu hususa müteallik (Bu konuyla ilgili olarak) Merkez Ordusu Kumandanlığı'nın da müteaddit ve mufassal (ardı ardına yolladığı ayrıntılı) şifre telgrafları alınmış idi. (…) Ordu sancağındaki eli silah tutan Rumlara bu emri tebliğ ettim ve kendilerine yol tedariki ve ailelerine müteallik (aileleriyle ilgili) işlerini yapabilmek üzere bir hafta müsaade verdim ve gidecekleri gün Mesudiye'ye giden yolun başında ben de hazır bulundum. Eli silah tutan Rumlar aileleriyle veda ederek benim de elimi öperek güzelce yolcu edilmişlerdir. Manzaranın heyecanı ayrılanlar hasebiyle ağlayan çoluk çocuğun durumu hüzün vericiydi. Kafilenin muhafazası (güvenliği) çok ciddi bir şekilde temin edilmişti. Böylece oldukları gibi Mesudiye'ye sağ salim varmışlardı. Ondan sonra ne oldukları hakkında benim bilgim yoktur. Kasaba ve köylerde kalan aileleri çok ciddi muhafaza ettirdim ve bu hususta her gün alaka gösterdim. Hiçbir fenalık vukua gelmedi. Mülhakatta (bağlı kaza ve nahiyelerde) da aynı hal hüküm sürdü. Samsun ve mülhakatında bu nakil ve Tehcir esnasında kafilelere firar ettikleri bahanesiyle Mahmut Dağı eteğinde, Susuz Han mevkiinde mola verdikten sonra ve ikinci kafile Kavak kasabası içinde yürür vaziyette iken muhafızların ateş etmeleri ve katledilmeyenlerin civar ormanIara firar etmeleri hadiselerini gören Rum köylülerinin çoluk ve çocuklarıyla müsellahan (silahlı olarak) dağlara çekilmeleri Pontus isyanına sebep olmuştur. Merkez Ordusu Kumandanı Nurettin Paşa’nın ruhi bir hastalığının (gavur düşmanlığı) bir neticesidir.”

Nurettin Paşa’nın 11 Temmuz 1921’de çektiği 2751 sayılı telgrafta, Samsun ve Ordu Sancaklarında bulunan herkesin yaşlı, kadın ve çocukların da istisnasız iç bölgelere sürülmeleri emrediliyordu. Ordu Valisi Ahmet Faik Günday bu kararın doğru olmadığını, uygulandığı takdirde olacakları 18 Temmuz 1921’de Merkez Ordu Kumandanlığı’na yolladığı telgrafta şöyle dile getirmiş. Ona göre, bulunduğu sancakta ne daha önce ne de şimdi herhangi bir Rum çetesi ve eşkiyası olmadığından, sürgün sırasında herhangi bir karşı eylemde bulunulmadığından, sadece Ünye’nin Kiraztepe karyesi (köyü) Rumlarının bir kısmının hayatta kalmak için ormanlara iltica ettiklerinden, arabası ve şosesi olmayan bu mıntıkada çocuk, kadın, ihtiyar ve hastaların sürgüne yollandığı takdirde çok daha büyük bir facianın meydana geleceğinden ve binlerce ailenin terk edeceği emval-i menkule gayr-i menkullerine (taşınır ve taşınmaz mal ve mülklerine) zarar gelecektir.

Nurettin Paşa’nın Ordu Sancağına çektiği 19 Temmuz (2929) sayılı telgrafında, emri uygulamadığı takdirde görevden alınacağını bildirmesi üzerine 1 gün arayla devam eden yazışmalar Dahiliye Vekili (İçişleri Bakanı) Refet Bele’nin sürgün kararını uygulanmasına dair verdiği kararla son buluyor. Ahmet Faik Günday bu emir üzerine 22 Temmuz 1921’de Dahiliye Vekâleti’ne istifasını sunuyor. Dahiliye Vekâleti’nin 2 Ağustos 1921 tarihinde istifasını kabul ederek yerine vekâleten 10. Fırka Kumandanı Küşad Bey atanıyor.

“Küşad Bey 5 Ağustos 1921 tarihinde mutasarrıflık vekaletini devraldı. Ben de çekildim. Bu çetin muhaberem (yazışmalarım) ile 25 gün geçti. Kafalara biraz sükunet geldi. Ordu, Fatsa, Ünye, Samsun, Bafra, Çarşamba ve Terme şehir ve kasabalarında bulunan Rum aileleri Tehcir ve nakil felaketinden kurtuldular. Küşad Bey yalnız Ordu Sancağı’nın köylerindeki biçare kimsesiz aileleri sürgüne sevk etti. Şehir ve kasabalara dokunamadı. Ben bu caniyane harekete karışmamak için maaşımdan başka bir gelirim olmadığı halde istifa ettim. Memleketime büyük hizmet etmiş oldum. Zaferde zulmün azlığı ve çokluğunun yeri vardır. Binlerce çocuk ve kadın kanlı nakil faciasından kurtulmuş oldular. Bu netice sırf benim mukavemetimin eseridir.”

Nurettin Paşa Faik Bey’in istifası sonrası Ordu’da kalmasının doğru olmadığını, Anadolu’nun iç bölgelerinden bir yere gönderilmesini içeren emirler yolluyor ama yeni Vali Küşad Bey bu emri uygulayamıyor. O sırada Faik Bey Ordu’da Furtunzade Harun Bey’le fındık ticaretine başlıyor. Yaşanan sürece hatırasında Faik Bey şöyle son veriyor:

“Hükümetçe Merkez Ordusu lağvedilmiş ve Ordu Kumandanı Nurettin Paşa hakkında Büyük Millet Meclisi'nce tahkikat başlatılmıştır. Nurettin Paşa Amasya’dan gönderilmiş. Ben de 10 Kasım 1921’de Samsun Mutasarrıfı olmuştum. Burada Ordu sancağındaki hatıralarıma nihayet veriyorum.”

Orhan Günday, amcası Faik Günday’ın son dönemine dair şunları söylüyor:

“Ben, Ahmet Faik amcamın daha ziyade Menkübiyet, yani kendi köşesine çekildiği zamanlarını hatırlarım. Görüştüğü birkaç kişi vardı ki; onlar da Ziya Hurşit ile ilgili davada suçlanan 11 – 12 kişiydi. Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Cafer Tayyar gibi arkadaşlarıydı bunlar. Çünkü hepsi kendilerini adım adım izleyen ve sürekli peşlerinde olan bir sürü sivil polis memurunun takibinde hayatlarını geçirmekteydiler. Bu sebeple dışarıdan kimse ile görüşmezlerdi. Hatta yağmurlu bir günde aralarından birisi taksiye binmek için beklerken yağmur altında bekleyen sivil memuru görür ve der ki “Gel oğlum! Ben seni tanıyorum! Nasıl olsa aynı yere gideceğiz boşuna ıslanma.” Fakat biz hiçbir zaman bu konu ile ilgili bir baskı hissetmedik ve yaşamadık. Bu takip İsmet Paşa cumhurbaşkanı oluncaya kadar devam etti. İsmet Paşa Cumhurbaşkanı olunca Dolmabahçe Sarayı’nda büyük bir resepsiyon verir ve bu muhalif vekilleri de davet eder. Hatta Cumhuriyet gazetesinin o zamanki sayısında Cumhurbaşkanı ile el sıkışırken amcamın fotoğrafı vardır. Gerçi 1937 senesinde Atatürk, amcamları tekrar siyasete davet eden bir mektup göndermişti fakat özellikle yengem, amcamın tekrar siyasete girmesini hiç istemedi. Faik Amcam 2. dönem Ordu milletvekiliydi.

Ortada hep bir yanlış anlaşılma vardır. Derler ki Ziya Hurşit 2. dönem milletvekili olamadı diye suikastı planladı. Bu doğru değildir. Çünkü ağabeyi 2. dönem milletvekilidir ve bizlerde büyüğe her zaman saygı vardır. O varken kendisinin böyle bir talep içerisinde olması bile doğru değildi. Zaten o zaman iki kardeşin aynı anda vekil olabilmesi de mümkün değildi.” (Çamlıhemşin dergisi - 14 Mart 2019

img-2511.jpeg

(Faik Günday'ın İçerenköy Mezarlığı'ndaki mezarı.)

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.