Abdullah AYDIN
BEDELLİ VİCDANİ RET
Her şeyi ile gitgide azgınlaşan sömürgeci Kapitalizmin, insanlar ve ülkeler üzerindeki denemeleri, uygulamaları, İnsan hakları ve namus sınırını hayli aşmış durumda. Geçtiği ve girdiği her yerde bütün insani ve toplumsal değerleri yok ediyor, insanların duygusal varlıklarına bile hiç çekinmeden saldırıyor, tecavüz ediyor…
Ahlâk ve namus anlayışı toplumlara ve bireylerin kişisel değerlendirmelerine göre değişebiliyor. Özellikle İslâm toplumlarında ve bizde namus kavramı, sadece dişilerin bacak arasına sıkıştırılıyor, hayatın diğer alanlarındaki olumsuzluklara göz yumulabiliyor. Hâlbuki namus, bireylerin beyinlerinde ve toplumların yaşamlarının her alanında mutlaka temiz tutulması gereken bir değer. Ancak her gün daha da vahşileşen ‘Kapitalizm’ denilen sermaye hegemonyası, bu konuda sınır tanımıyor, her türlü insani, vicdani ve ahlâki duvarları yıkıyor, aşıyor… Ahlâk ve Namusu da meta gibi alıp satabiliyor!
Maalesef ülkemizdeki ahlâk ve Namus anlayışı da böyle; güdükleştirilmiş, dar bir alana hapsedilmiş ve özellikle toplumun yoksul tabakalarına yönlendirilerek, egemenlere bir başka hayat alanında hareket olanağı sağlanmıştır…
Toplum ahlâkımızın, namusumuzun, vicdan terazimizin neyi nasıl tarttığını deneyeceğimiz yeni bir sakızımız oldu. Kimine göre tatlı, kimine göre acı acı çiğneyebileceğimiz bir sakız. ‘Bedelli Askerlik’ ve Askerlik hizmetine ‘Vicdani ret’.
Bedelli Askerlik Liberal soyguncu Kapitalizmin ruhuna oldukça uygun düşüyor. Bu sistemde ‘her şey satılık’ olduğuna göre, Askerlik hizmeti de onlara göre bir metadır ve alınıp satılabilir.
Bizim kültürümüzde Askerlik, ‘Namus borcu’ olarak nitelendirilir ve kutsaldır. Askerden kaçanlara iyi gözle bakılmaz. Ama geldiğimiz noktada bu duyguların değiştiğini, askerlikten tüymenin bile yollarının bulunabileceğini ve maddi bir değeri olduğunu gördük. Neymiş vatan borcunun bedeli, alt üstü 25-30 bin lira. Bu parayı aylık kazananlar için artık karavanaya kaşık sallamak, koğuş ranzalarında yatmak, postal kokusu çekmek zahmeti kalmadı. Nasıl olsa bu ülkede on milyonlarca yoksul vatansever var!
Merak ettiğim bir konu; ağızlarını her açtıklarında, ‘Vatan-Millet’ lâfını ağzından düşürmeyenler ve onların çocukları, bu kaçkınlıkta ‘Şehitlik’ mertebesinden ve ‘Cennette’ bir köşe kapmaktan kendilerini nasıl mahrum bırakıyorlar? Yazık değil mi efendilere? Yoksulun çocuğu şehit olup cennete gidecek, varsılın çocuğu şehit olamayacak ve cennete gidemeyecek. Vah! Vah! Vah ki vah!... Demek ki bu düzende her şey satılıkmış! Askerlik bile, Vatan borcu bile!...
Gelelim ‘vicdani ret’ meselesine: Söylendiğinde kulağa hoş geliyor. Gönül istiyor ki; Dünya’da ne silâh, ne Asker ne de savaşlar olsun. Ama Dünya’nın gerçeği bu değil ve duygularla pek çakışmıyor…
Korunma amaçlı oluşturulan bir hizmetten bazı bahanelerle kaçınmak ve bu kaçınmayı insan hakları ve öldürmemek bazına oturtarak kaytarmaya çalışmak pek inandırıcı gelmiyor. Bu kaçınım başka bahaneler uydurularak da ileri sürülebilir. Meselâ; vergi mükellefi bir yurttaş ‘benim vergilerimle silâh alınıyor ve bu silâhlarla insanlar öldürülüyor; onun için ben vergi vermek istemiyorum’ derse, vicdani retçi mantığa göre doğru bir önerme ve talep olur mu acaba?
Askerlikten kurtulmak için kimi bahaneleri ileri sürenler ve bu dünya sistemi içinde her şeyi alıp satabileceklerini düşünenler bilmeliler ki; sınırlar var oldukça, güçlülerin güçsüzleri yok sayarak her şeye sahip olma istekleri ve bu yolla refah aradıkça, ülkeler asker ve silâh bulundurmak zorundadırlar.
Bu gün Askerliği satanların, satın alanların, tüymek için bahane arayanların, gelecekte bu halk ve yurt üzerinde başka operasyonlara başvurmayacaklarını, göz yummayacaklarını kim garanti edebilir? Şayet ülke zor durumda kalırsa, bu kişiler acaba neyi satın alacaklar ve vicdanları olumsuzlukları hangi doğrultuda ret edecek?
Bütün çabalara rağmen ‘Yurttaş’ olmakta zorlandığımızı düşünüyorum, ama söylemeye dilim varmıyor!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.