Abdullah AYDIN
ORTADOĞUDA BARIŞ OLUR MU?
Kanla, acıyla, savaşla, kavgayla özdeşleşmiş, herkesin tırmıkladığı, yağmadan parça koparmaya çalıştığı acılı bir coğrafyadır Ortadoğu…
Ortadoğu’da öfke, nefret, kin, düşmanlık, çıkar, sömürü sarmalanıp, yaldızlı sofralarda Dünya’ya ve Ortadoğu coğrafyasına sunulmakta hatta satılmaktadır…
Yüzyıllardır kendi olamayan, bir türlü benliğini, kişiliğini bulamayan Ortadoğu, çeşitli bahaneler üretilerek saldırı altında tutulmuş, ‘düşmanlık’, ‘acı’, ‘korku’ ve‘ölüm’ üretme konusunda pek zorluk çekmemiştir… Bu olumsuz üretkenlik Ortadoğu coğrafyası ile sınırlı kalmamış, tüm İslâm coğrafyasını içine almıştır ve aynı üretkenlik günümüzde de artarak sürmekte ve sürdürülmektedir…
Ortadoğu tarihini belirleyen dört ana unsur dikkat çekmektedir. Dinler, Toprak ve yer altı zenginlikleri (özellikle Petrol), Su ve Siyasal, toplumsal yapı… Her dört unsurun da bu bölgede reddedilemez belirleyiciliği vardır ve her an çatışma nedeni olabilirler…
Tarih boyu, Ortadoğu’nun en temel ihraç ürünü ‘Din’ler olmuştur ve Ortadoğu toplumları dinleri hayatlarının tüm alanlarına katarak yaşamlarına hükmetmesini sağlamışlardır; dolayısıyla, güçlü kılınan dinsel ‘değerler dizisi’ (paradigmalar) kemikleşmiş toplumların ve yaşam biçimlerinin oluşmasına neden olmuştur…
Dünya’da Cennet, Cehennem, Hayır, Şer, Günah, Sevap terminolojilerinin en çok konuşulduğu yer Ortadoğu’dur. Bölge halkları Dinsel öğretilerin Cehennemini yaşarlarken, Cennet yollarını bir türlü bulamamaktadırlar…
Dinler, Ortadoğu’nun Siyasi ve Sosyal şekillenmesinin ana unsuru (Öznesi) olmuş, bütün iktidar ve güç sahipleri dinleri siyaset ve çıkarlarında ilk eleman olarak kullanmışlardır ve günümüzde de kullanmaktadırlar…
Dinler Ortadoğu’da birleştirici oldukları gibi, tarihi süreçte kışkırtıcı, ayrıştırıcı ve düşmanlaştırıcı bir rol üstlendikleri de yaşadığımız gerçeklerdendir. Kimileri de olumsuz eylemlerini dine dayandırmaktadırlar. Din, Mezhep, Tarikat, Irk etnisitesinin çokluğu da bölgedeki karmaşanın bir başka nedeni olarak görünmektedir…
Bu kadar çeşitli menfi elemanın sosyal ve siyasal yaşam içinde olduğu bölgede, inançlar bahane edilerek sürekli kavganın içinde olmak, insanlığın barış içinde yaşamalarına Dinlerin yapacağı katkıyı önlemekte, barışa verilecek müspet cevabın önünü kesmektedir…
Özellikle, Osmanlı’nın dağılmasından sonra bölgedeki toprak sorunu adeta çözümsüzlüğün içine düşmüştür. Egemen güçlerin cetvelle çizdiği, hiçbir siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik gerçekleri dikkate almadan, emrivaki şeklinde sınır belirlemeleri ve kabul ettirmeleri, sonu gelmez çatışmaların da en belirleyici ve kalıcı temeli olmuştur…
İsrail, Tanrı tarafından kendilerine vaat edildiğine inanıp iddia ettikleri ve kutsal saydıkları topraklarla olan gönül bağları sıkı bir sarmal halindedir. Ortadoğu’nun çok büyük bölümünü kapsayan bu topraklara sahip olmak için her türlü kavgayı göze alabilecek ruhsal, askeri ve sosyal yapılanmayı hep hazır tutmaktadır. Hayallerindeki toprakları “Ulusal Miras” olarak adlandırıp, sahip olmak istemektedirler. Bu istek bölgede huzursuzluğun, güvensizliğin ve savaşın sürekliliğine neden olmaktadır…
Dünya’da en fazla Misyonerlik faaliyetlerinin olduğu bölge Ortadoğu’dur. Bu faaliyetlerde ticaretle adeta iç içe çalışmaktadır. Bazı Hıristiyan mezhepleri ve tarikatları ‘Müslümanların Ortadoğu’dan çıkarılmasını’ felsefe olarak benimsemekte ve özlemlemektedirler…
Kimilerinin allandırıp pullandırıp gözümüze soktuğu ve kabul ettirmeye çalıştığı BOP (Büyük Ortadoğu Projesi), bölgede yaşayan halklar aleyhine geliştirilmek istenen ve siyaseten toprakların yeniden şekillendirmesi projesidir. Bölge halklarının hiçbir etki ve talebi olmadan ortaya atılan bu projede Türkiye nerede duruyor, oynadığı rol nedir ve rolün etkisi ne olacaktır? Kimilerine göre “Bizim Topraklarımız” dedikleri bu bölgede oynanan oyunun sonunda Türkiye ne bekliyor, hangi faturayı göze alıyor, kazanımları ne olacaktır? Yoksa birilerinin hayal ve gelecek taleplerinin taşeronluğuna mı soyunuyor? Bu bilinmezlikler de bölgede kimi huzursuzluklara kaynaklık ediyor ve barışın üstüne koyu bulutlar sürüyor…
Ortadoğu’nun en büyük zenginliği, zenginliği olduğu kadar da en büyük derdi Petrol’dür. Günümüz dünyasının ihtiyaç duyulan ve insanlığın yaşamında adeta belirleyici ve yönlendirici olan petrol, son yüzyılın en büyük huzursuzluk ve kavga nedenidir. Halkların değil, Uluslararası Tekellerin ve onların işbirlikçisi yerli Feodallerin elinde olan Petrol, ne yazık ki bölge halkının refahına yeterince yarar sağlamıyor. Zamanımızın yaşam kaynaklarından biri olan Petrol oyununda oyuncu sayısı oldukça fazladır. Bu oyuncuların kendi içlerindeki anlaşmazlıkları bile, bölgenin her gün biraz daha barışa uzak kalmasının nedenlerinden sadece biridir. Bölgenin halkı Petrolün sahibi olmadıkça, her damlası barışı kirletmeye devam edecektir…
Türkiye ve bölge ‘su zengini mi?’ Evet diyemiyoruz. Ülkemizde kişi başı 2000 metreküp su düşerken, su zenginliği kişi başına 10000 metreküp olarak değerlendirilmektedir.
Dicle ve Fırat Türkiye, Suriye ve Irak için refah getirecek kaynaklar olabileceği gibi, bitmeyecek mücadele ve karşıtlıkların da kaynağı olabilir… Kimi varsayımlara göre, gelecekte susuz kalma ihtimali olan Irak ve Suriye’nin Türkiye’deki barajları tahrip etme doğrultusunda çeşitli saldırılarda bulunabilecekleri çeşitli çevrelerce öngörülmektedir…
PKK’nın ortaya çıkış nedeni, ABD, İngiltere, Fransa ve İsrail’in perde arkasından Irak ve Suriye’yi desteklemeleri, Ortadoğu’daki gelecek su ve kimilerine göre de toprak ihtiyaçlarından kaynaklandığı da düşünülmekte ve iddia edilmektedir…
AB İlerleme Raporundaki ‘Dicle ve Fırat sularının Uluslar arası bir Komisyona bırakılması’ notu, Ortadoğu’daki su sorununa kimlerin müdahil olabileceğinin açık göstergesidir...
PKK aslında bir Kürt hareketi değil, Uluslararası Emperyalizmin Kürt görünümlü maşasıdır. Kışkırtılmış ‘Büyük Kürdistan’ hayalleri, bölgedeki dört Devletin (Türkiye, İran, Irak, Suriye) temel varlıkları ortadan kalkmadan gerçekleşmesi pek olası görünmüyor. Ama bölgedeki yer altı zenginlikleri var oldukça huzursuzluğun devam etmesi de kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımızda duruyor…
Bölgenin temel sorunlarından biri de Demokrasi, Hukuk ve İnsan hakları sorunudur. Bölgemizin hiçbir ülkesinde sayılan bu değerler yeterince gelişmemiş, kurumsal Devlet yapıları ve yönetimler halkların hizmetine sunulamamışlardır. Bölgenin kimi yörelerinde oldukça kapalı yönetimler altında Despotizmin egemenliği sürmekte ve barışın önünde bariyerler oluşturmaktadır…
Saydıklarımız, bölge barışı önündeki engellerin küçük bir parçasıdır. Eğitim sorununun başlı başına engeller oluşturduğu bölgede “Barışın” nasıl temin edileceği sorusuna cevap bulmak oldukça güçtür. Emperyal kışkırtmaya açık olan bölge halklarının göstereceği bağımsızlık, cesaret, özveri, güven, İnsan hakları ve hukuk istemleri, bölgede barışa giden yolda kapıyı aralamanın en büyük hamlesi olabilir…
Bölge bu haliyle insani bir yaşama ulaşamayacağına göre; arayışlar da devam ediyor ve bir gün mutlaka iyinin ve doğrunun bulunabileceği duygusu daha da kabarıyor. Karamsarlığa yer bırakılmamalıdır. İnsanlığın sağduyusundan kuşkulanmaya, şüphe etmeye hakkımız olmadığını da belirtmek isterim…
NOT: Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yurtdışı gezisinin 10 Kasım öncesine getirilmesini ve bir başka ülke ziyareti bahanesiyle Atatürk’ü anma törenlerine katılmayışını, şu, barış arayışında olduğumuz günlerde anlamlı ve manidar buluyorum!!!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.