Adnan YILDIZ
Fındık Piyasası Serbest mi?
Toplumları yönlendirmenin günümüzdeki en iyi yöntemi algı oluşturmadır. Algı oluşturmanın en iyi yöntemi ise önce iletişim vasıtalarına egemen olmak daha sonra bu kanallardan verilen bilgilerle toplumların beyinlerini uzaktan kumandayla idare edilebilen pelteler haline dönüştürmektir.
Örneğin; son yıllarda fındık piyasasından Fiskobirlik’in çekilmesi sonucunda önümüze konulan algı ‘‘Fındıkta serbest piyasa ortamının oluştuğu’’ şeklindedir.
Gerçekten de böyle midir?
Bugün fındığa hakim olan piyasa serbest midir yoksa aksine bir tekelleşme mi söz konusudur?
Halbuki fındık ticaretinin temelleri ve günümüzdeki durumu önümüze doğru şekilde konulmuş olsa algılarımız tam tersine olacaktır.
Şöyle ki; fındığın dış ticaretinin yoğunlaşmaya başladığı yıllar 1850’ler sonrasıdır. Çünkü bu yıllar Osmanlı devletinin içine düştüğü sürecin sonucunda yabancı devletlerle birçok ticaret antlaşması imzalamak zorunda kaldığı yıllardı. Bu kapsamda ilk olarak 1774 yılında Rusya ile ‘‘Küçük Kaynarca Antlaşması’’ imzalanmıştı. Bu antlaşmayla Karadeniz’de Rus ticaret gemileri ticaret hakkını kazanmıştı. Halbuki Osmanlı1484 yılından itibaren Karadeniz’i hareminde kapalı bir bakire olarak görmüş ve bu tarihe kadar hiçbir yabancı geminin haremine girmesine müsaade etmemişti. Sadece 1612 yılında bir Hollanda gemisi Karadeniz’e girebilmişti. O da Hollanda elçisini Köprülüzade Ahmet Paşa ile görüşmek üzere taşımıştı.
Daha sonraki yıllarda ise birçok Avrupa devletiyle da imzalanan antlaşmalar sonucunda imtiyazlı hale gelen Avrupalı tüccar kumpanyalarına ait gemiler de Karadeniz limanlarında demirlemeye başlamıştı. Fındık fasulye, ceviz, madenler v.s alıp götürüyorlardı. Yabancı şirket gemileri aynı zamanda bu kentlerdeki bağlantılarını sağlayacak acentelerini de kurmuşlardı. Bu acentelerin yönetimini ise gayri Müslim tüccarlara vermişlerdi. Örneğin 1873 yılında Ordu kazasındaki Rusya Kumpanyası: Kiğork Ağa, Avusturya Kumpanyası: Bilbilciyan Arakel, Fransa Kumpanyası: Mösyö Cermenkalya tarafından yönetilmekteydi. Türk ve Müslüman tüccarlar ise bu imtiyazlı zincir karşısında zor günler yaşamaya başlamıştı. Onlara sadece bu kumpanyaların temin edecekleri malların hazırlanması kalmıştı. Böylece bu yıllarda Karadeniz’de iktisadi hayat canlanırken birileri de ölüyordu.
İşte böyle bir dönemde bir ihracat ürünü olan fındığın ticareti de bu yabancı kumpanyalar ve zincirlerinin belirlediği politikalar sayesinde yürütülmeye başlamıştı. Asıl merkez ise bu yılların en büyük hammadde limanı olan 45 km. uzunluğundaki Hamburg limanıydı. Bu yüzden olsa gerek 1900’lü yılların başında Giresun’lu bir Rum Hamburg’a gitmiş ve günümüzün de en büyüğü olan fındık şirketini orada kurmuştu. Kısa sürede de piyasanın kralı haline gelmişti. Daha sonrada yine Hamburg’ da bulunan piyasanın diğer büyük şirketiyle birleşmişti. Böylece fındık konusunda Hamburg merkezli bir ‘‘tekel’’ oluşuyordu.
Bu tekelleşmeye karşı çare ise Malül Gaziler Neşriyat Kolektif Şirketi’nin 1928 yılında yayınladığı Türkiye Cumhuriyeti Büyük Ticaret Salnamesinde şöyle anlatılmaktaydı.
“1927 senesi fındık içinin beher kıyyesi 80-100 kuruşa satılmıştır. Kabuklu fındıkların beher kıyyesi 38-53 kuruşa kadar satılmaktadır. Bu fiyatlar Avrupa piyasasına tabi olup, piyasanın birden bire yükseldiği ve bazen ansızın düştüğü çok defa vakidir. Fındık mahsulatının en büyük piyasası ve mahreci olan Hamburg şehrindeki çok büyük sermayeli iki tacirden yek diğerine rekabet saikası ile piyasayı böyle birden biri çıkarıp düşürmeleri sonucu yerli tüccarımız çok mutazarrır olmaktadır. Bu da gerek müstahsillerimizin ve gerek tüccarımızın arasında teşkilat ve ittihat olmamasından ve piyasanın ecnebi alıcılar elinde bulundurulmasından ileri gelmektedir. Fındık müstahsilleri arasında kooperatif teşkilatı vücuda getirmek ve mühim sermayeli bir fındıkçılık bankası tesis etmek ve ecnebi piyasalarında rakip mahsüllerle mücadele edecek iktisadi teşkilat meydana getirmek lazımdır.”
Nitekim bu düşüncelerin sonucu olarak on yıl sonra 1938 yılında Fiskobirlik kurulmuştu. Kurulduğu yıl müstahsillerinden 800.000 kilo fındık alarak Hamburg tekelinin karşısına dikilmişti. Özellikle II. Dünya Savaşı yıllarında 13-15 kuruş arasında üreticinin malının yok pahasına elden çıkartılmasına müsaade etmeyerek, 30 kuruştan alım yapmış ve üreticiyi seçeneksiz bırakmamıştı.
İŞTE FINDIK, EĞER SERBEST PİYASADAN KASIT REKABET ORTAMI İSE BU ORTAMA FİSKOBİRLİK’İN KURULMASIYLA KAVUŞMUŞTUR.
Şimdi soralım.
Piyasa uzmanı değiliz ama merak ediyoruz.
Fiskobirlik’in devre dışı kaldığı bugünlerde fındık politikalarının oluşturulacağı alternatif merkezler mevcut mudur? Eğer mevcut değilse o zaman bunun adı tekelleşme değil midir?
Algılarımızla oynayalım….
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.