Canan YÜCEL
SUS
SUS
Sus diyor yazı…
Sus ve bana bir şans ver diyor. Konuşan yazı, gözler ve düşünceler olsun. Yeter ki dudaklar sussun. Bir an’lık bile olsa…
Susmak…
Ne menem şeydir de, herkes gerçekleştiremez bu eylemi… Yerli-yersiz, boş-dolu konuşmalar süregelir günlük hayatımızda. Hatta toplasan ceviz kabuğunu dolduracak kadar mühim sözler de yoktur aralarında!
O onu yapmışlar, bu onunla gezmişler, gülüşmeler, kavgalar, gürültüler… Ve daha nice zaman israfı. Ha diyeceksiniz ki bunlar olmayacak da ne olacak?
Sus ve oku…
Yazıya bir şans ver bakalım ne kaybedeceksin? Oku sadece… Bir gün oku, iki gün oku, üç, dört… Sadece oku ve okuduklarını anlat. Neler kazanıp, kazandıracaksın. Gidişata bir bak! Gözlerinin zekâtını ver. Okuduklarından yeni olgular çıkar. Sana ve ülkene yarar için bir yudumcuk fikir ver. Kazanırsın fakat kaybetmezsin.
Evet sus diyor yazı...
Ve ekliyor; “yazıya bir şans ver”.
Aslında “Sus” edebiyat ve fikir dergisi. İki ayda bir yayımlanan ve bizlerinde yazı gönderebildiği, özgür ve sıcak bir dergi. İçinde biz varız, insanlık var, yeni fikirler yeni düşünceler var. İçinde Cemal Süreyya, Atilla İlhan, Aziz Nesin ve içinde nice büyük üstat var. İçinde arabesk var, kimlik var, kut var… Bir daha ki sayıda içinde sınır olacak…
Her sayıda belli bir konu hakkında farklı görüşlere ev sahipliği yapıyor Sus… Bir kelime herkes de aynı anlamı çağrıştırmayacağını alenen gözler önüne seriyor. Hem de her sayfasında…
Buram buram düşünce kokuyor. Oluk oluk edebiyat akıyor her tümcesinden… Öyle ahım şahım bir fiyatı da yok. İki poğaça iki çay parası…
Sus…
Sende sus ve yazıya bir şans ver. Bir an’lık bile olsa…