Doç. Dr. Birol ERTAN
İSRAİL'İN ARAP DİPLOMASİSİ
"Arap diplomasisi" kavramını; dış ilişkilerini uzun dönemli etkilerini de hesaba katan ulusal çıkarlarına göre değil, ani ve fevri çıkışlar ile belirleyip sürekli kaybeden bir diplomasi yöntemi olarak tanımlamakla işe başlayayım. Burada benim kullandığım anlamda "Arap diplomasisi" kavramı üzerine fazla yazı bulamazsınız. Daha çok konuşma dilinde sıkça başvurulan bu kavrama biraz açıklık getirelim.
Ürdün'de yayımlanan Rey gazetesinde 1 Ağustos 2005 tarihinde yazdığı kısa bir yazıda Muhammed Harub, Arap diplomasisinin güzel bir açıklamasını yapıyor. Muhammed Harub'a göre Arap diplomasisi, başını toprağa gömen; geri adım atan ve doğal olarak ikna edici olmayan gerekçelere ve yorumlara dayanan, sonuçta teslimiyete ve boyun eğişe neden olan (http://www.abhaber.com/haber.php?id=6555) bir diplomasi pratiğidir. Diplomatik teamül kuralları bulunmayan, ani ve fevri çıkışlara dayanan, tribünlere oynayan, zamanı gelince perde arkasından geri adım atmaktan çekinmeyen, kazanımlardan çok kaybetmeye endekslenmiş diplomasi türü olarak değerlendirdiğimiz "Arap diplomasisi" kavramı ile Arap halklarını ya da devletlerini aşağılamaya çalışmadığımın bilinmesini istiyorum. Tersine, Arap halklarına yakışmayan yönetimlerin, yanlış diplomatik hamlelerini eleştirmek için bu kavramı kullanıyorum.
Arap diplomasisinin Arap ülkeleriyle ilgisi bulunsa da bu diplomasi türünün Orta Doğu coğrafyası ile daha yakından ilişkisi bulunmaktadır. Belki de bu nedenle, İsrail'in son dönemde Türkiye ile yürüttüğü ve genel olarak İsrail diplomasisine egemen olan bu uluslararası ilişkiler anlayışı, İsrail'in bölge ülkelerinin diplomasisine karşı geliştirdiği bir refleks olarak da değerlendirilebilir.
Arap diplomasisi, despotik yönetimlere özgü, ulusal çıkarlara göre değil, demokratik olmayan yönetimlerin reflekslerine göre ortaya çıkmış bir diplomasi türü müdür? Yoksa, iklim ve coğrafyanın özelliklerinden kaynaklanan bir uluslararası ilişkiler pratiği midir ? Bu konuda birçok ipucu bulunabilir. İklim ve coğrafyanın ülkelerin rejimlerini ve dış politikalarını ne derece belirlediğine ilişkin ciddi araştırmalar yapılmış değildir. 18. yüzyıl da Fransız düşünür Montesquieu, iklim ve coğrafyanın siyasete etkileri üzerine düşünceler geliştiren önemli isimlerden birisidir. Montesquieu, bugün demokratik sistemin temelini oluşturan güçler ayrılığı ilkesini açık biçimde ifade etmesiyle bildiğimiz ünlü filozoflardan birisidir.
Charles-Louis de Secondat Montesquieu, 1689-1755 yılları arasında yaşamış ünlü bir Fransız filozofudur. Montesquieu, farklı ülkelerdeki hukuk sisteminin bazı unsurlara bağlı olarak değişim gösterdiğine, bu unsurlardan birisinin de ülkenin iklimi olduğuna inanmıştır. Yasaların Ruhu kitabında Montesquieu, bir ülkede hukuk sistemine yön veren unsurları incelemiştir. Montesquieu'nun Yasaların Ruhu kitabında, üç tür yönetim tarzı bulunduğu savunulmaktadır : Büyük devletlerin ve sıcak iklimlerin yarattığı korkuya dayanan rejim, despotizmdir. Ilık iklimin egemen olduğu orta büyüklükteki devletlerin yönetim biçimi ise Monarşi olup bu yönetim biçiminde gelenekçilik ve feodal değerler egemendir. Sert ve soğuk iklimlerin egemen olduğu küçük devletlerdeki rejim ise erdemliliğe dayanan demokrasidir. Montesquieu, bu düşüncelerini açıklarken güçler ayrılığı ilkesini de net biçimde ortaya koyan ilk düşünürlerden birisi olmuştur.
Montesquieu’ya göre iklim, rejimlerin ve insanların karakterini belirlemektedir. Soğuk iklimde yaşayanlar hareketli, soğukkanlı, mağrur ve intikam duygusundan uzak olup güvenliğe ve özgürlüğe düşkündürler. Sıcak iklimde yaşayanlar ise hareketsiz, tembel, girişimcilikten uzak, eğlenceye düşkün, korkak, kurnaz ve suç işlemeye eğilimlidirler. Ilıman iklimlerde yaşayanlar üzerinde iklimin etkisi azalmakta olup burada yaşayan insanlar ve toplumlarda diğer unsurlar belirleyici olmaya başlamaktadır. Montesquieu'ya göre, iklimin etkisi, ülkedeki rejime, toplumdaki örf ve âdetler ile yasaların ruhuna yansımaktadır. Bu düşünceleri temelinde Montesquieu, Asya'nın geniş düzlüklerinde despotik büyük imparatorluklar kurulmasının ya da dağlar, göller ve nehirlerle doğal sınırları oluşmuş olan Avrupa'da küçük devletlerin kurulmasının tesadüf olmadığını yazmıştır.
İklimin, ülkelerin rejimleri ve insan davranışlarını belirlediğine ilişkin bu ilginç düşünceler yanında, coğrafyanın da ülkelerin diplomatik, ekonomik ve siyasal ilişkilerini belirlediğine yönelik bazı çalışmalar yapılmıştır. Örneğin, Jeo-politik disiplininin alt dallarından birisi olan jeo-strateji, ülkelerin ve bölgelerin konumlarına göre stratejilerinin ve politikalarının belirlendiğini ileri sürmektedir.
Coğrafyanın ya da iklimin ülkelerin rejimleri, iç ve dış politikalarını ne derece belirlediği konusunu bir başka yazımıza bırakarak, İsrail-Türkiye ilişkilerini gerginleştiren İsrail diplomasisi konusuna gelelim. İsrail'in Türkiye ile ilişkilerini gerginleştiren dış politikasının ipuçlarını, İsrail Dışişleri Bakanı Lieberman'ın son açıklamalarından anlamış bulunuyoruz. İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman, son gelişmeler üzerine Türkiye’ye yönelik dış politikanın dayanacağı dinamikleri açıklamıştır. Yedioth Ahronoth gazetesi, Lieberman'ın İsrail'in Türkiye politikasını dayandıracağı dört temel başlığı yayımlamıştır. Bu dört başlık şunlardır :
1) Seyahat kozu: İsrail vatandaşlarının Türkiye’ye karşı kapsamlı bir seyahat boykotu başlatması sağlanacak ve İsrail Hükümeti boykotu destekleyecektir.
2) Ermeni yakınlaşması : Ermeni lobisiyle yakınlaşılacak ve Amerikan Kongresi’nde Ermeni iddiaları desteklenecektir.
3) Terör kozu : Türkiye'nin en büyük sorunu olan terör örgütü PKK desteklenecek ve terör örgütü PKK ile diyaloga geçilecektir. Daha da ilerisinde terör örgütüne teknolojik silah satışı ve terör örgütü militanlarına askeri eğitim verme seçenekleri masaya yatırılacaktır.
4) Azınlıklar : Türkiye, azınlıklar konusunda sıkıştırılacaktır. Türkiye’deki her türlü azınlığın durumu uluslararası toplumun önünde ve uluslararası örgütler nezdinde tartışmaya açılacaktır.
Bu plan, aslında İsrail'in Türkiye politikasını belirleyen 4 ana başlığı oluşturuyor. İsrail, el altından ve gizli olarak izlediği politikalarını açık biçimde yürütme tehdidinde bulunuyor. Türkiye'yi güçsüz bırakmak için terör örgütü yaratanların arkasında İsrail'in de bulunduğu kuşkularını arttıran bu itiraflar, İsrail diplomasisinin tek kelimeyle bir tür "Arap diplomasisi" olduğunu ortaya koymaktadır.
İsrail, son dönemde Türkiye'nin Orta Doğu politikasından ve küresel planlarda İsrail'in dışlandığı yeni stratejilerden rahatsızlık duyduğu için Türkiye'ye yönelik olarak fevri, geri dönülmez, diplomatik nezakete sığmayan bir diplomasi yöntemi geliştirmiştir. Bu diplomasinin kısa dönemli sonuç almaya dönük, fevri, diplomatik örf ve adetlere aykırı, güven ilişkilerini zedeleyen nitelikleri nedeniyle Arap Diplomasisi olarak nitelenmesi mümkündür. Sonuç olarak, İsrail'in coğrafyasında egemen olan ilkel bir diplomasiye teslim olarak Türkiye ile çağdaş ve demokratik ülkeye yakışacak bir diplomatik ilişki yürütemediği söylenebilir. Bunun adı, İsrail'in Arap diplomasi'dir.