Dr. Mustafa ÇUKURYILDIZ
Belki bu sürprizlerinden, bu yüzdendir ben Orduyu seviyorum
Zaman freni patlamış tren gibi hızla ardına bile bakmadan kendi rotasında yaşamı taşımaya devam ediyor, gerçi söz konusu tren olunca rota baştan belli zaten, direksiyondaki makinistle ocağa odun kömür atanların gayretleri de pek bir şey de değiştirmeyecektir aslında çünkü rota belli, belki erken belki biraz yavaş ama aynı yere gidilecek yol belli işte…
Ordu’da da yaşam biraz trenin yolunda gitmesine benziyor aslında. Burada Zaman hep bol oldu ve yavaş işliyor mübarek, yaşamı koşarak yakalamaya çalışmak gibi bir dert edinmeyi unutalı 20-30 yıl geçmiş neredeyse, yola girdik ya nasıl olsa önümüzdeki istasyonlara er-geç ulaşacağız düşüncesi hakim.
İki yıl önce bu zamanlarda derelerinin taşlara vurarak köpük köpük olup önüne ne gelirse hepsini, hüzünleri de alıp götürdüğü, sisler altında koyun-kuzuların, sarı kızların, kara oğlanların boyunlarındaki zillerin sessizliği dağıttığı yaylalarında etrafa güven saçan köpek havlamalarında, türkü söyleyecek kızlarını özleyen fındık bahçeleriyle, kimisinin balık sezonundan geride kalan yeryer dağılmış ağlarını tamir eden koylardaki kadınlarımız, kimi kadınlarımızında tarlaları şenlendirdiği, ormanlarından odun mantar toplayan kadınlarımızla baharın cıvıl cıvıl olduğu zamanları yaşadık.
Hasretliğin sona yaklaştığı koku vardı havada, sevdiklerinde uzakta gurbete gidenlerin geri gelecekleri zamanlar yaklaşıyordu, birbirlerinden ayrı kalan sevgililer birleşmek için günler sayılıyordu, kimileride son bahara doğru gelecek bıldırcın göçünün bereketinin hayalini kurmakla meşgul, diğer taraftanda hamsi-palamut zamanları hesapları yapılıyordu.
Fındık meselesine hiç girmeyeceğim çünkü bu bizim yaşamımızda küçük bir teferruat oldu son zamanlarda, daha önemli şeyler doldurmuştu zamanımızı ha ni şu her hafta değişik yerlerden yapılan ve bir araya geldiğimizde her şeyleri unuttuğumuz festivallerimiz, panayırlarımız vardı bazen de kendimizi boşalttığımız heyecanlı konuşmalar yaptığımız ilçelerdeki kurultaylarımız…
Eskiden vos-vos şenlikleri vardı dağlara coşkuyu taşıyan şimdi jip şenlikleriyle açığı kapattığımız…
Dünyalar güzeli ve çalışkan kızlarımız, ellerinden öptüğümüz fedakar, cefakar, sevgi dolu çalışkan kadınlarımız için ise zorluklar, yorgunluklar ama umut dolu zamanların olduğu zamanlardı iki yıl önceki bu zamanlar…
Bütün bunlar dururken ben hep yazmayı düşünmüş durmuştum;
Türkiye istatistik kurumunun açıkladığı Türkiye’de kentte yaşam oranının %75 , köyde yaşamın %25 iken Ordu’da bu oranın %50-50 olduğunu, üstelik birer mezra görünümünde olan fakat değişik siyasi hesaplarla birer kent adı verilen beldeleriyle aslında köy yaşamının Ordu’da %80 lerde olduğunu söylemek!...
15 milyonluk İstanbul’da 3000 civarı cami varken 750 bin kişilik Ordu’da 2000 civarında camisinin olduğunu söylemek,
İçinde çöp dökülmemiş ormanının kalmadığı, suyu içilebilen tek deresinin bile kalmadığı ama derelerinin türkülere konu olduğu bir yer olduğunu hatırlamak,
Son 10 yılda 600 den fazla okulun kapandığını bilmek….
İşte bunlar hakkında bir yazı yazmak ne zordu, ben de zaten yazmadım, durdum , hep gözetledim bekledim ve aradan kocaman bir 2 yıl geçti ve bir kanunla Ordu birden Büyükşehir oldu da bizleri bu görüntüleri anlatmaktan yazmaktan kurtardı, bizlerde birden kendimizi ilerlemiş bulduk!…
Belki de Ordu’nun güzelliği bu işte, duruyor, duruyor birden tarihi değiştiriyor…
Belki bu sürprizlerinden, bu yüzdendir ben Ordu’yu seviyorum!...
DrMustafa ÇUKURYILDIZ
10/MAYIS/2013