“BERABER YÜRÜDÜK BİZ BU YOLLARDA”

Derken Başbakan ve liderlerin yürüyüş arkadaşlarını biliyoruz ama halk bu yürüyüşün neresinde var olmuştur ve neden eşlik eder bu nakarata şimdi onu anlamaya çalışacağım. 

            Herhalde bütün siyasi partiler ve siyasetçilere has bir şarkı. Aşkın Tuna bu şarkıyı siyasi partilerin hepsine teker teker verse nasıl bir tablo çıkar ortaya birlikte düşünelim.

Demokrasinin olmazsa olmazı olan partilerin oluşumlarını, varlıklarının devamını ve topluma vaatlerinin nedenli samimi , kalıcı olduğunu düşünmeden yapamıyorum. İktidar partisinin şarkısı olan “ beraber yürüdük biz bu yollarda” derken Sayın Cumhurbaşkanı, sayın vezne sorumlusu ve uzağı yakın ettiği söylenen her yere ulaşımı sağlayan bakanı, ayni yolda yürümeye çalışanlar bu yolculukta her taraftan birbirleriyle öylesine girift ilişki içine girmişler ki birbirlerine karşı öylesine zorunlulukları var ki; biri için bir şey söylense bu söyleme yanıt ayni anda hep bir ağızdan geliyor. Ayni okula başladığımız günlerde ezberlemeye çalıştığımız alfabe gibi. alfabe diyorum elbette bu gün o yöntemin yerine okullarda yeni yöntemler gelişti ya siyasette?

          Çok fazla değişen bir şey yok. İktidar partisinin aynisi olan parti içi yapılanma muhalefet partileri içinde geçerlidir. Mevcut siyasi partiler yasası devam ettiği sürece böyle gideceğe benzer siyaset denen bu yolculuk. Uzun yıllar siyasetin içinde olmam nedeniyle en açık ilişkileri olan, en saydam program ve tüzük tartışmaları olduğu söylenen sosyal demokrat parti içinde dahi böylesine çok yakın ilişki zinciri az veya çokta olsa rahatlıkla görülüyordu..Farklı isen bir gruba dahil değil ise her yerdeki doğru ve yanlışları görüyor ve söylüyor isen bittin. Söylediklerinin, yaptıklarının  doğru olduğuna yüzde yüz emin olunsa da, ağzınla  kuş tutsan da bittin, silinip hemen atılırsın. Böyle biri olup  insan binlerce proje üretse, emek verse, örgütün örgütlenmesinin önünü açmaya çalışsa, toplumda yeni bir soluk olmaya çalışsa yaptığın hiçbir hizmet senin o siyasetten uzaklaştırılmanın önüne geçemez. Eğer birileri bu kararı verip örgüte deklere ettirmezse de sen öylesine yorgun düşersin ki, öylesine hak etmediğin eleştirilere maruz kalırsın ki “ lanet olsun” diyerek bu sefer sen gönül yorgunluğuyla çekip gidersin.

            Bunun dışında ise siyaset yapmak, partide iktidarda kalabilmek veya parti içi iktidar olabilmek iki biçimde oluşuyordu .

            Bir grup ideolojik olduğu söylenen aslında geçmiş yıllara dayalı bir arkadaşlık, ortaklık. Geçmiş yazılarımda değindiğim gibi Genel Başkanın etrafını kuşatan, bir perde oluşturan ve sürekli elinde Genel Başkanın çantası olan bir yediemin ve onun etrafında sımsıkı sarmalanmış dar bir kadro. Bu kadronun çemberini aralayıp ufku görmenin mümkün olmadığı bir çember. Bu çember her hapşırmada belki de öksürmede hep beraber “padişahım çok yaşa” diyen soy adı ayrı ancak adı ayni olan bir gruptan oluşmaktaydı. Genel Başkanın ismi ne ise ona göre şekillenen; öz……, hakiki…..,küçük…..diye sıra sıralanan soy ağacı.

           2. grup ise yazımın başında yansıtmaya çalıştığım mali veya bazı özel olanaklardan faydalanmak üzere bir araya gelen grup. İşte bu gruplar siyasettin gelecek yıllarını da öylesine hazırlar ki; bir yandan ülkenin binlerce sorunun, partinin büyümesi, yeni projeler ve dünyayı takip etmek gerekirken kontrol öyle ellerdedir ki ne büyüyüp toplumu kucaklıya bilirler, ne siyaseti gençleştirebilirler, nede iktidara talip olurlar.

        Bu partiler iktidarda ise iktidarı kaybetmemek için bu sefer ellerinden geleni yaparlar zira bunun sonunda ortaya çıkacak somut bir paylaşım manzarası vardır ve bunun sonu dokunulmazlıkların kalkması ve yasal sürece kadar gider.

            Bu güne değin yasal süreçte hesap veren bir tabloyu ne yazık ki bizler göremedik. Cumhurbaşkanları, başbakanlar aile fotoğrafları verdiler bu fotoğraflarda ki aile çok genişti. Buna ait bir anı; öğrencilik yıllarımda ( Hacettepe Üniversitesinde) her katı bölmüşlerdi binlerce metre kare suntalarla o suntaların menşei daha sonra Cumhurbaşkanı görevini üstlenen o dönemin Başbakanının yeğeni “Yahya suntacının” suntalarıydı üniversiteyi katlara, odalara bölen. Ne oldu?

          Bu aile fotoğrafında bu yeğen elbette baş köşede yerini almıştı.Beraber yürüyen ayni yollarda bir sürü yüz 5- 10 gazete sayfasında manşet oldu ve sonra toplum hafızasından unutturulup gitti gidenler yedikleri, içtikleri depoladıklarıyla kaldı, “beraber o yollarda yürüyenler” de hem makam hem mal mülk sahibi olmaya devam ettiler.

           Her iki biçimde de yol ayni yere çıkıyordu. Bundan 10 yıl öncenin “çok yaşacıları” bu gün gidişe itiraz edip bir eleştiride bulunurlarsa ( buda ne ideolojik, nede toplumsal bir itiraz oluyor sadece kendi hedeflerine ulaşamadığı zaman su yüzüne çıkıyor) sıra size gelebilir, sizinde sayfanız hemen dürülebilir. Demek ki siz gerçek “yeddi eminler” den değilsinizdir. Bunu biraz geç anlarsınız; keşke şöyle yapmayıp böyle yapsaydım diye düşünürsünüz ama geçtir artık.

          Ya toplum, bütün bunlar siyasette yaşanırken toplumda fakirken açlıktan ölümle pençeleşmeye, intiharlara, ailesiyle birlikte yaşamları sonlanan onlarca insanın yok edilişine kadar gitti iş. Evlerine ekmek götüremeyenler ve tam karşısında yaptığı siyasetin getirilerini değerlendirenler. Oturdukları evlerinin bahçelerini kamu arazisi olmasına rağmen bahçeyi 1 er, 2 şer metre büyütüp hayallerindeki bahçeleri yapanlar. Gecekondular yıkılırken “Angora Evleri” n de 1 villa yetmez 2 olsun yetmez 3 olsun onunla da doymayanlar. Yıllar önce milletvekilliği sıralamasında yer alabilmek için çantayla para teslim edenler, yurt dışından ağaç, çiçek ithal edip memlekette ağaç yokmuşçasına onları belediyeye satanlar, onlarla ortaklık yapan eski sosyal demokratlar. Kirlendi hava sadece yakılan kömürle değil böylesine her şeyin üstünde bir değer olan adına “PARA” denilen kağıt parçasıyla. Bu anımsamalar beni biraz eskiye taşıdı. Malum 20 yıl önce Ankara"daki Büyükşehir belediyesi dahil bütün belediyeleri almış olduğumuz o zamanki siyasi partimin o yıllarında yaşadığım bir anıyı sizlerle paylaşmaya taşıdı bu yazı beni. 80 sonrasının yalnızlığını üstümüzden silkelemeye çalışırken, yönetimden ve siyasetten uzaklaştırılmış bizler öylesine bir heyecan ve samimiyetle sarılmıştık ki o göreve gece gündüz demeden tüm yaşamdı üstlenilen bu  görev. Başarılı olmalıydık o yıllarda kanıtlamalıydık topluma kendimizi. Sadece dünyayı değiştirme talebimizin kendimiz için olmadığını güzel olan, iyi olan her şeyi paylaşmak üzere yola çıktığımızı. Ben o süreçte bedeli olan hiçbir göreve talip olmadım, ne yönetim kurulu üyeliği nede belediyede de bir göreve talip olmadım ama arkadaşlarım, desteklediğim, başarılı olması için katkı koyduğum dostlarım en önemlisi kanıtlamak zorunda olduğum inancım için bu yolda vardım.Belediyelerde bürokratlarına bu heyecan ve duygularla teslim edilmiş olması gerekir diye düşündüm. Büyük bir bölümü de böyle başlamıştı ancak kirli dediğim para ve kariyer çok kısa süre sonra ömrümüzü tükettiğimiz tüm ideallerimizin yok edildiğini yavaş yavaş gözler önüne sergilemeye başladı. Elbette ideallerini o ilk yıllarda koruyanlarda vardı bu anı sadece ideal değil ayni zamanda espriyi taşıyan bir anı onun için sizlerle paylaşıyorum;

İlçe Belediyelerinin birinde Zabıta Müdürü olarak atanan bir arkadaşımız uzun yıllardır hasret olduğu yöneticilik görevine kavuşmanın heyecanı ile gece gündüz makamı terk etmiyor, masasının başında telefon sesi dinleyip çağrıya kulak veriyordu. Gecenin bir saatinde telefon çalar ve bizzat bu müdür telefona yanıt verirdi. Ankara"nın mutena semtlerinden biri olan Cinnah Caddesinden bir şikayet vardır. Bölgenin hassasiyeti ve o bölgede oturanların konumları nedeniyle bizzat olay yerine giden müdür şikayeti yapanın kapısını çalar, kapı açılır şikayet üst katta oturanların köpeğinin sürekli havlamasıdır. Şikayeti  öğrenen müdür oradan ayrılarak şikayet edilen kata yönelir ve kapıyı tam çalacak iken kapının üzerine gözü ilişir. Kapıda Prof….,Prof…. İsimleri yazılıdır. Kapıyı çalmadan müdür aşağıdaki şikayetçi olan dairenin kapısını tekrar çalar ve kapı açılır. Kapıyı açan hiçbir şey söylemeden Zabıta müdüründen yanıt gelir; “Profesörün köpeği havlamayacakta kimin köpeği havlayacak” der zabıta müdürü ve açılan kapının önünde duran şikayetçinin şaşkınlığı içinde gecenin karanlığından süzülür gider. Bu bir kıssa hissesi herkese göre değişir. Bir ilk yıllarında insanların görevlerine olan bağlılıkları ikincisi ise köpek havlamasının dahi sınıfsal bir farklılık içinde algılanmasıdır. Sizler kim bilir kaç çeşit yorum getireceksiniz ve bu kıssadan kim bilir hangi hisse kapacaksınız.

                Bunlar yaşanırken Irkçılık ve Radikal İslam toplumun damarlarından şırıngalandı kirli para ve makam heyecanı yavaş yavaş yaşamımıza egemen olmaya başlamıştı ki yerli yerine kalıcı olmak üzere yerleştirilen taşların farkına dahi varamadık, sardı bütün vücudu en ince noktalarına kadar sardı sarmaladı.

                 Beraber yürüyen iktidar partililer biraz daha birlikte yürüyecek gibi görünüyor. Ya muhalefet partisi yıllardır kulaklarını tıkamış bir takım yöneticiler, gözleri görmeyen bazı  üyeler farkındalar mıydı acaba tüm bunlar gelişirken körler ve sağırlar bir aradayken başarılı olmak mümkünümüydü. Dar ideolojiler, yeniliklere kapalı olan siyasi partiler belki siyasi yetmez içinde olabilirler bu onları ilerletemez ama ya akçeli işler. Böylesine yüksek sesle çalkalanan sorunlar yumağında yapılacak şey arkasına 6 oklu bayrağı alıp titreyen sesle parti yönetiminden istifa etmekle bağışlanamaz. Yargının önü açılmalıdır, milletvekilliği son bulmalıdır ancak sesi titreyerek istifa eden milletvekili biraz Türkiye"yi düşünüyorsa. Vazgeçtim biraz partisini düşünüyorsa. Vazgeçtim biraz “ beraber yürüdüğü parti yöneticilerinden bir kısmını” düşünüyorsa bunları yapmak zorundadır. Eğer bu zata karşı bir haksızlık söz konusu ise bütün bu sürecin sonunda birlere özür dilemek düşerse onu yapmakta bizim görevimiz olmalıdır diye düşünüyorum.

Hem o yolu yıpratanlar, hem yolda yürürken bunların tamamen dışında olup hiç haberi olmayanlar kolay kolay değişmeyecektir görmeme ve duymama hastalıkları devam edecek kendi taleplerinin gerçekleşeceği günün özlemiyle ömür tüketeceklerdir..Artık ülkede ideoloji yok oldu, tüm değerleri yok etmek istediler en sonunda yok edilen bu değerlerin dışında yetim hakkına el uzatmak, kul hakkı yememek geleneği, kültürü ve inancı vardı ne yazık ki buda bitti.

Yazımı bir Pir Sultan Abdal deyişi ve dünün sadece parti yönetiminden istifa edeninin sözleriyle bitiriyorum.

Pirim Pir Sultan"ın “ Pir Sultanım zatlarımız, gerçektir şöhretlerimiz, haram yemez itlerimiz, bu sözümde yalan var mı” dediğini biliyorum ama kalkıp görse şimdiki yaratılan özel mülkiyet duygusunun insanları ne şekle soktuğunu görse Pir"in ne söyleyeceğini hissetmeye çalışıyorum.

Ve bir diğer veciz söz sayın çok Sevigen"den “ her kuşun eti yenmez.” 26.02.2009

Emel Sungur ANKARA

( Sağlık sorunum nedeniyle biraz geciken bir yazı)

Önceki ve Sonraki Yazılar