Sessiz kalmayacağım;

 Sessiz kalmayacağım; 

1980 sonrası siyasal yaşamın kesintiye uğraması, toplumun aydın, sosyalist, sosyal demokrat kesimlerin çalışma yaşamı, üniversiteler, siyaset ve yaşamın içinden koparılması, uzaklaştırılması , cezaevlerine toplu halde kapatılması .

Bazı arkadaşlarımızın zorunluluk nedeniyle yurt dışına gitmeleri ve tüm bunların sonucu olarak boşalan tüm alanlara aslında hiçbir biçimde oraları hak etmeyen, oralara yakışmayan, hiçbir hizmeti olmayan kişilerin yerleşmesiyle yaşayan dünyanın dışında kalan bizler 83-84 yıllarında yeniden yapabildiğimiz, ulaşabildiğimiz ölçüde siyaset, sendikal hareket, meslek odalarında yönetimlerde görev alma noktasında adeta kendimizi görevlendirerek bu işleyişin içine monte ettik.

Bu montaj ne derece oturdu oralara, tüm bu yerlerde nedenli başarılı olabildik, etrafımızı genişletebildik mi, yenilenebildik mi, hala 80 öncesinde kalan ilişkilerin etrafında odaklaşan ve ne yazık ki o çemberin büyümemesi noktasında direnç gösteren bir topluma mı dönüştük.

Tüm bunların irdelenmesi, yanlışlarımız veya eksiklerimizin ortaya çıkması kararlılığını gösterebildik mi.

Bunların hepsinin konuşulabilmesi, sorgulanması, yeni bakışların ortaya konulması toprakların geleceği, bu ülkede yaşayanların geleceği ve en önemlisi dünya da  uzun yıllardan beri süre gelen kapitalist sisteme karşı Anadolu"dan bir ışık yanabilir mi sorularının yanıtlanması için gerekli.

Aslında bir ölçü tutturulamaması, frenin olmaması ve bunun karşısın da hiç bir üretime karışmayan kesimlerin sürekli eleştirel bir bakış açısını gelişmesi nedeniyle, topraklarda daha önceki dönemlerde yaşadığımız geçmişin tortu ve başarılarını dahi fazla konuşup süzüm yapamadığımız gerçeği ne yazık ki ortada duruyor.

Geçmiş deyince çok eski bir tarihin değil Cumhuriyet dönemi ve bu gün kaybetme noktasında olduğumuz kazançlarımızın uygulayıcılarının ve onların dünyaya getirip o çerçeve içinde ancak farklılıkları da tamamen yok saymayan yetiştirdiği neslin de ne yazık ki sonu geliyor. Bu son salt yaş nedeniyle değil, o değerleri reddeden yönetimler nedeniyle de sonlanıyor.

Elbette yenilik, değişen koşullar göz ardı edilemez.

Değişimin dışında kalmak söz konusu olamaz ancak soracağımız sorulardan biride bugün o reddettiğimiz günlerin daha ötesinde miyiz.

Bu tahlilleri yapmak zorundayız. Bu gün geçmişe yönelik yapılan eleştirileri dinleyerek, çocukluk yıllarımda da evdeki büyüklerin örneklemelerini ve bizlere öğrettiği bazı kuralları anımsayarak kendimce çeşitli analizler yapmışımdır. Geçmişi hep hatırlarım bugünle karşılaştırırım.

Zaman zaman çocukluk anılarım ve bu günkü yaşamım arasında çok sıkışıp kaldığım ve çözüm bulamadığım anılarım, anlarım olmuştur.

Siyasi, tarihi, ekonomik ve yönetimsel tahlilleri bir kenara bırakarak(zaten bu tür tahlilleri ne yazık ki o işi bilen, bilmeyen yapmakta) ufak anı karşılaştırmalarını sizlerle paylaşmak istiyorum. Büyüklerimden öğrendiğim küçüğüne davranış, kendinden büyüklere saygı, yemek yerken uyulması gereken kurallar, giyim kuşamımızda dikkat edilmesi gerekenler, oturma kalkma, sabah yola çıkılınca tanımadığınız biri dahi olsa “günaydın” deme, yürüme, günlük yaşama dair kurallar , bunların yanı sıra Cumhuriyet döneminin getirdiği yenilikleri yaşama geçirme ve bu uyum sürecinin bizlerle paylaşılması.

Bu sürecin salt okullarda eğitim süreci olmadığı yaşamın içine dair bilgilerin, uygulamaları ve en önemlisi öğrenci ile birlikte ailelerin de eğitildiği bir süreç.

İş yaşamındaki insanların bu yaşama ayak uydururken adeta bir eğitim sürecinden geçiriliyormuş gibi her dakika yeni bir şey öğrenmesi, birlikte yaşam; ancak birlikteliğin kurallarını da yaratma.

Bütün bunların büyük bir bölümünü bizler çocuk yaşlarımızda ev içi eğitim sürecinde öğrendik.

Büyüdük, büyüdükçe göçler, farklı kültürler, farklı eğitim düzeyleri hepsini birlikte yaşadık ve kaynaşmış bir toplum yaratıldı.

Bu günkü gibi etrafı yüksek duvarlarla örülü, site girişinde bilgilendirmek zorunda kaldığın bekçisi olan mekanlar yerine apartman bahçeleri, sokak aralarında sık rastlanan çocuk bahçeleri, okul çıkış saatlerini beklerken tanışılan farklı bölgeler ve ekonomik koşulları olan veliler, onların geliştirdiği arkadaşlıklarla doluydu yaşam.

Bizim ilk öğretim yıllarımızda okullarda zengin-fakir çocuğu , memur çocuğu- iş adamı çocuğu ayrımları bu denli keskin, derin değildi.O zamanlar çok iyi anımsıyorum bir asker çocukları ayırımı vardı, asker aileleri lojmanlarda otururdu.Lojmanların bir kısmının içinde okul vardı olmayan yerlerde bizlerle birlikte okuyan çocukları askeri otobüsler alırdı.Askeri araçlar asker çocuklarının servis araçlarıydı.

Süreç içinde aradaki mesafeler açıldı, ekonomik farklılıklar, kültürel farklılıklar ve tabi bunların yanı sıra yurt dışı kanalıyla  gelen yenilikler oyuncaklar, elektronik eşyalar ve televizyon yeni bir farklılaşmayı gözler önüne serdi.

Bir dünya;köleler ve sahipler,

Alabildiğine zenginler ve tam bu villaların eteklerinde yerleşmiş gecekondular.

Tüm bu zenginlerin çocuklarının okuduğu özel okullar ve diğer çocukların okuduğu devlet okulları. Tabi onlarda okul, öğretmen bulma veya okutabilme şansı varsa.

Ayrışan ekonomik farklılıklar nedeniyle okul sonrası sokakta birlikte oynanan oyunların yerine çocukların oyunlarında farklılaşmalarda yansıdı. Futbolun yerini (sokak aralarında oynanan), özel dersler alınarak öğrenilen tenis aldı..Bir koşturma başladı çocuklar için.

O kurs bu kurs; sokaklar, sokak arkadaşlıkları, farklılıkları bir araya getirip yüksekliği 60 cm.yi geçmeyen park duvarlarında birlikte oturup, zaman zaman nazlı nazlı bakışıp flört etmede bitti. Rekabet daha iyi marka arabaya, tost- sandviç yerine Arjantin kafelerine dönüştü.

Sınırlar belirlendi kaynaşmak yasak, her iki tarafta birbirini reddetti.

Biri öteki tarafı beğenmedi, aşağıladı ve reddetti.

Diğeri tüm bu korkuları içinde barındırarak bu denli farklılığın haksızlık olduğunu gördü, içlerini büyük ölçüde kıskançlık ve düşmanlık sardı, kimse onları anlamaya çalışmadı, yok sayıldılar ara açıldıkça açıldı.

Bu ayrışma bugünün topluma yansıması.

Dün ise iyi bildiğime inandığım birkaç örnek vermek istiyorum; Turhal Şeker Fabrikası "nda  babası çalışan bir arkadaşımın anılar arasına sıkıştırılmış saptamalardı bunlar, “ yemek yeme kültürü, yemek pişirme kültürü, özel günlerde içki içmeyi, fabrikanın içinde bulunan lojmanlarda birlikte yaşamayı, başka bir bölgeden gelmiş olmalarına rağmen o bölgede kabul görmeyi, belki de misafir düşüncesiyle ayrı bir önem verilmeyi öğrendik” diyordu.

Anlattıklarından o ilçeye giren fabrika nedeniyle ilçenin uğradığı olumlu değişiklikleri ve tüm bunlar yaşanırken herkesin birbirinden bir şey öğrenmesinin verdiği mutluluğu yakalamak mümkündü.

Öğretmenler ve öğrenciler birbirine öylesine giriftlerdi ki. Bir gün önce öğrenci olan ertesi gün öğretmendi.

Herkesin birbirinden öğreneceği vardı. Fabrika yaşamıyla yaşanan hayat bir öğretim süreciydi.Özel günler yaklaşırken bir araya gelerek  açılan yufka, gözleme, bazlamalar.

Hem emek ortaklığı hem birbirlerine yetmediği yerde malzeme takviyesi bu arada türkü sesleri.

Giyim ve kuşam, giyilen renklerin uyumu.

Çocukluk anılarımızdan biridir akraba veya komşu çocukları büyüyünce temiz ve iyi kullanılmış giyeceklerin arkadan gelen küçüklere giydirilmesi.Ancak asla yırtık, kirli değil son derece düzgün biçimde verilmek koşuluyla.Asla onur kırmadan, gönülleri örselemeden.

Yardımlaşma ve paylaşma duygularımız vardı eskiden.

Öylesine tüm bu alışkanlıklarımızı ve değerlerimizi terk ettik ki herhalde bir kez daha geri almamak üzere terk ettik.

Çok uzak yerlere tüm bu duygularımızı bırakıp uzaklaşmışız hızla .

Bunların yok olması elbette tek bizlerin suçu değil ancak bizlerin çabuk inen süngüleri biraz daha acı olan.

Bizi yalnız yaşamaya, kendimiz ve sadece kendi çocuklarımız için kazanmaya üretmeye ve sadece onlarla tüketmeye yönlendirmiş olan neydi?

Dayanışma ne imiş, paylaşma ne imiş, içtenlik, kardeş yerine geçen komşuluk tüm bu değerler zinciri de neymiş?

Tüm bunların yerine ortaya tek bir kadife koltuk konulmuş üzerine “bana aittir, kimse oturamaz.” yazılmış,hamileler gelmiş geçmiş yorulmuş oturamamış, yaşlılar gelip geçmiş ölüm pahasına da olsa oturamamış, hastalar gelip geçmiş oturamamış o koltuğa, kimseler yanaşamamış o koltuğun etrafına dahi yaklaşılamamış.

AMA BİR GÜN BAKMIŞKİ KONUŞACAĞI BİR TEK KİŞİ KALMAMIŞ İNSANLARIN YANINDA.

YANINDA OLANLARDA VARSA ÜZERİNDE OTURDUĞU KOLTUĞUN HATIRINA YANINDA DURURLARMIŞ.

BURASI ANADOLU,BİZLER BÜYÜK İDDİALARLA YOLA ÇIKTIK BİR KOLTUKTA BİN KİŞİ OTURMAYI BİLİRDİK NE OLDU BİZLERE?

21 Ekim 1999 ANKARA ÜMİTKÖY; saat:9.40 bir ses,bir bomba sesi  Ahmet Taner Kışla"lının katledilişinin 9.yılı saygıyla anıyorum.

20.10.2008

Emel Sungur ( Anıları sizlerle paylaşmaya,içimi sizlere dökmeye devam edeceğim,sağlığım elverdikçe,sizler sayfalarınızda yer verdikçe.)

Önceki ve Sonraki Yazılar