YENİ YILIN İLK GÜN UMUTSUZLUĞUNU UMUDA DÖNÜŞTÜRMEK

Sayılı günlerimden biri olsa gerek bu gün dışarı çıkmadım.Halbuki tüm olumsuzluklara rağmen canlı olmak, yüzüme rüzgarın vurduğunu hissetmek hele de yeni bir yıla girerken benim için önemliydi.

Ama 2009 yılını ilk haberleri şimdiden yordu beni; resimlerini görmeye bile dayanamadığım 7 yaşamın sönüşü ve içki içti diye bir serserinin bıçak darbeleriyle yok olan gelecek umutları. Bu serseri lafı bilerek kullandığım bir ifade toplum serseriliğe yönlendiriliyor. Gençler en masumane duygularıyla velev ki gürültü ediyor olsunlar, bağırarak şarkı söylesinler ne idi o civarda oturanları öylesine hiddetlendiren. İçki içmek miydi yoksa yeni yıl tarih itibarıyla “gavur icadı” idi onun kutlanması mıydı bu tahammülsüzlüğün nedeni.Bunlar gençlerdi hiç mi genç olmamışlardı bu huzursuzluk yaratanlar, eğer rahatsızlık söz konusu ise bunun çözüm mercii neresiydi bilmiyorlar  mıydı. Satırlı saldırı 16 yaşında 2 genç yaşam mücadelesi veriyor 20 yaşında birinin yaşam söndü belki de hiç yaşamadan gitti.

        7 genç pırıl pırıl  gülen gözler Ağrı nüfusuna kayıtlı ve üniversitede burslu okuyan bir genç belki de ailenin tek gururu, gelecek beklentisi, yaşam kaynağı 7 fidan, 7 umut, 7 gelecek söndü ve bitti.Ülkemizde farkında olup olmadığımızı bilmiyorum ama gençler gidiyor “Genç Türkiye Nüfusu” tükeniyor, orada burada, o şekilde, bu şekilde tükeniyor.

      Kime başınız sağ olsun diyebileceksin bu durumda hangi ana, hangi baba canının sağ olması bu acının önüne geçebilir.,onları yaşamlarından çok sevenler bu acıyı nasıl atabilir yanan yüreğinden. Tesadüflere bağlı yaşamak ve bu acımasız son.

       Bir başka toplumsal vaka Almanya"da bir Türk ailesinin yaşadığı amca oğluyla evlendirilen 18 yaşında bir genç   26 yaşında eş nedeni “kıskançlık” mış.Eşi Almanya doğumlu olan , orada yaşayan eşle  yılbaşı kutlamak için  Almanya" ya  giden koca bu gerekçeyle eşini bıçaklayarak öldürüyor yetmiyor ve üzerinden defalarca arabayla da geçiyor. Bu haber beni 1 Mayıs 1977 yılına götürdü “ boylu boyunca yerde yatıyor olması yetmedi, panzerle de geç” üzerinden denilmişti besbelli. Biri devletin şiddeti bir diğeri onu örnek alan bireyin şiddeti, vahşeti. ŞİMDİ BUNUN ADI NE?

        Daha bu güne dair haber paylaşmayacağım bu yazımda sizlerle, gözüm takılı kaldı tarih sayfaların da  6 Ocak tarihi 1949; tam 40 yıl öncesi. Vietnam"daki  “ kasap” Hanço olarak tanınan Komer" in ODTÜ" sini ziyareti sırasında arabasının yakılması. Vietnam"daki 20 bin kişinin katili Komer"in ODTÜ Rektörü Kemal Kurdaş"tan randevu alarak  üniversiteye 7 milyon 700 bin dolar yardım yapacağını bildirmesi ve bunu iletmek üzere yemeğe davet edilmesi üzerine gelişen olaylar. Olaylarda ilk aklımıza gelen isimler Yusuf Aslan, Taylan Özgür, Seçkin İnceefe, Halil Çelimli, Tuncay Çelen ve Sait Big. O yıllardan tanıdığımız Halil Çelimli ve Tuncay Çelen"le ileriki yıllarda çok kez bir arada olduk ve Halil Çelimli ile daha bir hafta önce birlikte olduğumuz 68"liler gecesinde yine o yılları ve anıları tazeledik. O olayı anımsarken “birkaç anarşistin işi” denilerek savcılık bu isimler hakkında gıyabi tutuklama kararı verir ancak ODTÜ"lü 3000"in üzerinde öğrenci bu soruşturmaya ortak olmak düşüncesiyle savcılığa baş vurup “bizde oradaydık, arabayı yakanlardanız” diye ifade verir. İşte o dönemin dayanışma ruhundan yansıyan sadece bir örnektir bu. Evde eşim ve arkadaşlarla anıları paylaşırken yaşanmışlığa ait dizeler döküldü Feridun"un ağzından ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü"ne üye olurken doldurulan üye müracaat formunun içeriği, okunan gazeteler, kitaplar, izlenen sinemalar, paneller adeta bir üniversiteye öğretim görevlisi alıyormuşçasına   bir sınava tabi tutulmak ve üyeliğin onaylandı ise onun onurunu taşımak. Bu da geçmiş anısı.

         Yine 6 Ocak 1983 yılında “ Merhaba gençler ve her zaman genç kalanlar” diyen Cem Karaca ve Benim dönemimdeki genç kızların düşlerinin sevgilisi ve erkeklerin kendilerine örnek aldıkları sinemanın duayeni Yılmaz Güney darbeci generallerin kararıyla vatandaşlıktan çıkartıldı. Cem Karaca ağabeyimin o yıllarda taklit etmeye çalıştığı “ bir gün belki hayattan, geçmişteki günlerden, bir teselli arasan, bak o zaman resmine” sesi hepimizin kulağına da ve sevgi dolu yüreklerimize kazınmıştı.

Tamirci Çırağı

“Gönlüme bir ateş düştü yanar ha yanar yanar

Ümit gönlümün ekmeği umar ha umar umar

Elleri ak yumuk yumuk ojeli tırnakları

Nerelere gizlesin su avucun nasırları

Otomobili tamire geldi dün bizim tamirhaneye

Görür görmez vurularak başladım ben sevmeye

Ayağında uzun etek dalga saçları

Ustam seslendi uzaktan oğlum al takımları

Bir romanda okumuştum buna benzer bir şeyi

Cildi parlak kağıt kaplı pahalı bir romandı

Ne olmuş nasıl olmuşsa aşık olmuştu genç kız

Yine böyle bir durumda tamirci çırağına

Ustama dedim ki bugün giymeyim tulumları

Arkası puslu aynamda taradım saçlarımı

Gelecekti bugün geri arabayı almaya                              

O romandaki hayali belki gerçek yapmaya

Durdu zaman durdu dünya girdi içeri kapıdan

Öylece bakakaldım gözümü ayırmadan

Arabanın kapısını (açtım) açtım girsin içeri

Kalktı hilal kaşları sordu kim bu serseri

Çekti gitti arabayla egzozuna boğuldum

Gözümde tomurcuk yaşlar ağır ağır doğruldum

Ustam geldi sırtıma vurdu unut dedi romanları

İşçisin sen işçi kal giy dedi tulumları

İşçisin sen işçi kal işçisin sen işçi kal” ne çok bağırırdık “ işçisin sen işçi kal giy dedi tulumları “ derken hep beraber.

         A Diloş bebe Ahmet Arif"in bizlere ezberlettiği bu şiiri ezgileriyle Cem Karaca yerleştirmişti beynimize. “ tutunacak dalım mı var, nem alacak felek benim” ezbere bilirdik, ders çalışmak, okul için ezberlemek zordu ama bu şarkılar adeta yaşamımız olmuştu.

Ve Yılmaz Güney Adana/ Pütün"de dünyaya gelen topraksız bir ailenin iki çocuğundan biri ancak bizim yıllarımızın sevgisi ve bir çoğumuzun düşlerdeki sevgilisi. 1972 yılında radyo ve televizyon spikerlerinden çok duyduğumuz” yardım ve yataklık” suçundan 2 yıl hapse mahkum olan ve 2 yıllık süreçte sanat ve sinemayla öğrenci-okul ilişkisi yaşayıp içerden çıkan yılmaz Güney adı çirkin kral olsa da her birimizin yüreğinde adeta dünya yakışıklısı olarak kabul gören siyasi sinemanın Türkiye"deki yol göstericisi Yılmaz Güney.

        1979 yılında bir cinayet suçuna karışan ve 19 yıl hapse mahkum edilen Yılmaz Güney. 1981 yılında Isparta yarı açık cezaevinden izinli olarak çıkış yapıp yurt dışına kaçan Yılmaz Güney.

         1974 yılı 18 yaşımdayım ve izlediğim bir film ne melodisini nede sahnelerini unutamadığım bir film Arkadaş. “ Bir kıvılcım düşer önce erir yavaş yavaş, bir bakarsın volkan olmuş yanmışsın arkadaş” Yol, Sürü, Ağıt, Acı, Umut ve bu iki dev sanatçıya yasaklanan kendi dünyaları, kendi toprakları, yasaklanan kendileri gibi kokanlarla kucaklaşamama, belki sarılıp ağlayamama çok sıkta olmasa gülememe. Yasaklayanlarsa 1980"in darbeci generalleri karar verdi, 6 Ocak 1983"te vatandaşlıkları bitsin diye. Sürgün yiğit Yılmaz"ı yıldırmıştır ve 1984 yılında yine diğer en çok sevdiklerimiz gibi hain hastalıktan ülkeyi yönetenlerin de desteğiyle kurtulamayıp ” mide kanseri” ne yenik düşüp çok sevdiği Anadolu"sundan ayrı topraklarda yaşamı biter.

Biter mi ;Cem Karaca"lar, biter mi Yılmaz Güney"ler, biter mi Nazım"lar, biter mi? bitirilebilir mi?

Yeni bir yılın kaybettiğimiz gençlerle yaşanan ilk gün  umutsuzluğu umarım Yılmaz Güney"in filmleri, Cem Karaca"nın şarkılarıyla süslenerek umuda dönüşür.03.01.2009

Emel Sungur/ Ankara

Önceki ve Sonraki Yazılar